Osmanlı’da medrese, Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesine karşıydı. Medreseye göre Kur’an “ilahi hikmetin anlaşılamaz sözü olarak” kalmalıydı. Kur’an’ı ancak din adamları ve ulama bilmeli, onlar halka yorumlamalıydı.


İBB’nin Şebi Arus töreninde Türkçe Kur’an okunmasıyla başlayan tartışma Erken Cumhuriyet Dönemi’nde din dilinin Türkçeleştirilmesi (Türkçe Kur’an, Türkçe ezan, Türkçe hutbe) uygulamasına kadar uzandı. Bu sırada Diyanet İşleri Başkanlığı bir açıklama yaparak, özetle “Arapça dışındaki Kur’an tercümelerinin Kur’an olmadığını”; “Arapça dışındaki ezanın da ezan olmadığını” ileri sürdü.

Peki, ama Kur’an başka dillere çevrilemez mi? Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Kur’an’ın Türkçeye tercüme ve tefsiri konusunda neler yapıldı?

KUR’AN DİYOR Kİ!

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an-ı Kerim tefsirinden aktarıyorum (1).

İbrahim, 4: “İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın. (...)

Yusuf, 2: “Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.

Şuara, 193-195: “Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile Ruhulemin indirmiştir.

Fussilet, 44: “Şayet biz onu yabancı dilde okunan bir kitap olarak indirseydik, mutlaka şöyle diyeceklerdi: ‘Ayetlerin açık seçik, anlaşılır olması gerekmez miydi? Bir Arap’a yabancı dilden bir kitap öyle mi? (...)”

Duhan, 58: “Anlayıp düşünsünler diye Kur’an’ı senin dilinde kolaylaştırdık.”

Şuara 196’da ise “O Kur’an, şüphesiz öncekilerin kitaplarında da vardır.” denilmiştir. Hanefi fıkhının önemli fakihlerinden Zeylai (ölm. 1343) bu ayeti, “Eski metinler Arapça olmadığına göre Kur’an’ın Arapça metinden okunması şart değildir” diye yorumlamıştır. (Zeyla’i,Tebyinu’l-Hakaık, 1/110-111). (2) Yine önemli fakih ve kelamcılardan Abdullah b. Ahmed en-Nesefi (ölm.1301), “Medarikü’t-Tenzil” adlı tefsirinde Şuara Suresi 196. Ayetin iki konuya delil olduğunu ileri sürmüştür: “1. Kur’an Arapça dışında bir dile tercüme edildiğinde o tercüme de aynen Kur’an’dır. 2. Kur’an’ın, örneğin Farsça çevirisi ile namaz kılmak caizdir.” (3)

Görüldüğü gibi bizzat Kur’an’da çok açık ifadelerle Kur’an’ın “anlaşılsın diye” Arapça olduğu ifade ediliyor. Fakihler de bu gerçeğe vurgu yapıyor. Kur’an, temel kaygısının “söz” değil, “anlam” olduğunu kendi diliyle haykırıyor. Diyanet’e sormak gerekir: Bu haykırışı görmezden gelerek Arapça’ya “kutsallık” yüklemek neyin nesidir?

Ebu Hanife ve Selmanı Farisi


Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı, “Arapça dışındaki Kur’an tercümeleri Kur’an değildir!” dese de, bundan yüzyıllarca önce İslam’ın en büyük imamlarından İmamı Azam Ebu Hanife (ölm. 767), Kur’an’ın Arapça’dan başka dillere çevrilip namazda bile o dillerde okunmasının uygun olduğunu söylemişti. Üstelik İmamı Azam’ın bu yaklaşımı Luther’den yaklaşık 750 yıl önceydi. Kur’an çevirisi konusunda İmam-ı Azam’dan sonraki mezhep imamları da büyük kolaylıklar getirdiler. (4)

Hanefi fıkhının temel kaynaklarından olan Serahsi’nin (ölm. 1090) “El Mebsüt” adlı eserine göre Hz. Muhammed’in yakın arkadaşlarından İran asıllı Selmanı Farisi, (ölm.656) namazda Fatiha suresinin Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran Fars kökenli Müslümanlara, Hz. Muhammet’ten onay aldıktan sonra, sadece olumlu cevap vermekle kalmamış, Fatiha’yı Farsçaya çevirerek göndermişti. (Serahsi, Mebsüt, 1/36-37) (5). Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin “Selman-ı Farisi” maddesinde aynen şöyle denilmekte: “Selman’ın, Fatiha suresini Farsçaya tercüme ettiği ve Resulullah’ın bunu menetmediği kaydedilmektedir (Serahsi, I, 37)(6)

Selmanı Farisi’nin bu ilk tercümesinden sonra 1963 yılına kadar Kur’an-ı Kerim, aralarında İngilizce, Fransızca, Fince, Çince, Japonca, Türkçe gibi dillerin de olduğu tam 102 dile çevrildi. Kur’an, bazı dillere birden çok kez tercüme edildi. (7). 1963’ten bugüne Kur’an’ın çevrildiği dil ve çeviri sayısı daha da arttı.

Osmanlı’da Türkçe Kur’an


Osmanlı’da 19. yüzyılda Yeni Osmanlı aydınlarından Ali Suavi, surelerin Türkçeye çevrilebileceğini ve hatta Türkçe namaz kılınabileceğini ileri sürdü. (8)

Osmanlı’da Tanzimat döneminde Kur’an çevirileri yapılmaya başlandı. Prof. Niyazi Berkes, bu dönemde ilk Kur’an çevirilerini pasajlar halinde Cevdet Paşa’nın yaptığını yazıyor. Osmanlı’da Kur’an çevirisi yanında matbaada Kur’an basımı da çok gecikti. Türkiye’de matbaada ilk Arapça Kur’an, matbaanın Osmanlı’ya gelişinden tam 146 yıl sonra, 1874’te basıldı. (9)

Osmanlı’da Tanzimat döneminde Kur’an tefsirleri de yapıldı. 1841’de “Tefsir-i Ayıntabi”, 1865’te “Tefsir-i Mevahip”, 1875’te “Tefsir-i Züpdetü’l Ahtar, ve 1908’de “Tıbyan ve Mevakıp” adıyla Kur’an tefsirleri yapıldı.

Jön Türk aydınlarından Dr. Abdullah Cevdet, İçtihat dergisinde Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesi gerektiğini yazdı. (10)

Osmanlı’da özellikle II. Meşruiyet döneminde Kur’an tercümelerinin sayısı arttı.

Meşrutiyet yıllarında
Kur’an tercümesi yapanlardan biri de Mehmet Akif’ti. Akif, 1912’den itibaren Sebilürreşad dergisinin “Tefsir-i Şerif” bölümünde Kur’an tercüme ve tefsirleri yapmaya başladı. Akif 1921’e kadar 38 sureye ait 138 ayeti Türkçeye çevirdi. (11)

1914’te çıkmaya başlayan İslam Mecmuası da Kur’an’ın Türkçe çevirisini yayınladı.(12)

Meşrutiyet yıllarında Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, “Saffetülbeyan”, Bereketzade İsmail Hakkı Bey de “Envârul-Kurân” adlarıyla Kur’an tercümeleri yaptılar. 1914’te Zeki Maganiz’in bir Kur’an tercümesi yayınlandı.

1916’da Tüccarzade İbrahim Hilmi, “Avrupalılaşmak, Felaketimizin Esbabı” adlı risalesinde Kuran’ın Türkçeye tercüme edilmesi gerektiğini şöyle savundu: “Bugün Milyonlarca Müslüman Allah’ın kendilerine ne emrettiğini, Kur’an’da neler söylenmiş olduğunu bilmiyorlar. Hele biz Türkler, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercümesi olmaması yüzünden dinimizin esasını bilmiyoruz...(13)

1919’da Çağatay lehçesiyle bir Kur’an tercümesi yapılıp yayınlandı.

Kur’an tercümelerine Cumhuriyet’in ilanından sonra da devam edildi.

1924’te Cemil Said, Fransızca tercümeden Türkçeye bir Kur’an çevirisi yaptı.

1927’de Seyit Süleyman Tevfik Efendi’nin “Tercüme-i Şerife” adlı meali ve İsmail Hakkı İzmirli’nin Kur’an tercümesi yayımlandı. Aynı yıl, Hüseyin Kazım ve arkadaşları da “Nuru’l Beyan” adlı bir tercüme hazırladılar. Ayrıca Mehmet Vehbi Efendi “Hülasatü’l Beyan Fi Tefsiril Kuran” adlı bir tefsir hazırladı.

Osmanlı’da medrese, Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesine karşıydı. Medreseye göre Kur’an “ilahi hikmetin anlaşılamaz sözü olarak kalmalıydı.” Kur’an’ı ancak din adamları ve ulama bilmeli, onlar halka yorumlamalıydı. Medrese, Kur’an’ın matbaada çoğaltılmasına da soğuktu. Medresenin adeta Kur’an’ı halktan gizlemesi, halkın Kur’an dışı “sihir dinine” yönelmesine neden oldu. Tanzimat sonrasındaki Kur’an çevirileri de hep tepkiyle karşılandı.(14)

II. Meşrutiyet döneminde yapılan ilk geniş kapsamlı Kur’an çevirisi Şeyhülislamlık emriyle toplatıldı. Meşihat Dairesi’ne bağlı “Şeri Yayınları Teftiş Heyeti” bundan sonra Türkçe Kur’an yayımlanmasını da yasakladı.(15)

Milli Mücadele yıllarında Padişah Vahdettin de 19 Ekim 1921 tarihli bir kararnameyle gazetelerde ayet ve hadis meallerinin yayınlanmasını yasakladı. (Takvim-i Vekayi, 23 Ekim 1921) (16)

Atatürk Cumhuriyetinin Türkçe Kur’an Çabası




Erken Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün dinde Türkçeleştirme çalışmalarının fikir babası Ziya Gökalp’ti.

“Bir ülke ki camisinde Türkçe ezan okunur,

Köylü anlar manasını namazdaki duanın,

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,

Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın,

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın.”

Bu dizelerin sahibi Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında “Dini Türkçülük” başlığı altında Kur’an ve ezanın Türkçeleştirilmesi yanı sıra, namazlar dışında okunan duaların, cuma ve bayram namazı hutbelerinin de Türkçeleştirilmesini önerdi. (17)

Ziya Gökalp’in “Dini Türkçülük” görüşlerini Cumhuriyetle birlikte Atatürk hayata geçirdi.

Atatürk, Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettirmeye karar verdiğinde buna karşı çıkanlar oldu. Falih Rıfkı Atay’ın aktardığına göre Atatürk onlara, “Kur’an tercüme edilemez demek, Kur’an’ın manası yoktur demektir” diye cevap verdi. (18)

Kur’an’ın ve hadis kaynaklarının Türkçeye tercüme edilmesini bizzat Atatürk emretti. (19)

1925 mali yılı Diyanet İşleri bütçesi görüşülürken Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi ve 53 arkadaşının verdikleri bir önergeyle bir Kur’an tercümesi, bir de hadis kitabı yayınlaması için Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine 20 bin liralık ek ödenek istendi. TBMM, bu öneriyi kabul etti.(20)

Tefsirin Elmalılı Hamdi (Yazır)’a, tercümenin ise Mehmed Akif (Ersoy)’a yaptırılmasına karar verildi. Bu çerçevede Diyanet İşleri Başkanlığı, Elmalılı Hamdi ve Mehmed Akif ile 26 Ekim 1925’te bir sözleşme imzaladı. Sözleşmeye göre tefsiri ve tercümeyi yapacak kişilere 1000’er lirası peşin olmak üzere 6000 lira ödeme yapılacaktı. (21) Hadis tercümesi görevi de Ahmet Naim ve Kamil Miras’a verildi.

Bu arada, Atatürk’le yollarını ayırdıktan sonra yazdığı kitaplarda Atatürk’e saldıran Kazım Karabekir’in, “Gazi, Kur’an-ı Kerim’i bazı İslamlık aleyhtarı züppelere tercüme ettirecek, bu tercümeyi namazda okutup işi alaya boğarak Kur’an’ı ve İslamlığı ortadan kaldıracaktır!” iddiası gerçek dışıdır. Çünkü ne Kur’an tefsiri yapmakla görevlendirilen Elmalılı Hamdi Yazır, ne tercüme görevi verilen Mehmed Akif, ne de hadis tercümesi yapan Ammet Naim ve Kamil Miras “İslamlık aleyhtarı züppeler” değildi. Kur’an tercümesinin namazda okutulması da söz konusu olmadı. (22)

Sonuçta Atatürk döneminde Elmalılı M. Hamdi Yazır (1878-1942) 9 ciltlik “Hak Dini Kuran Dili” adlı tefsiri; Ahmet Naim (1873-1934) ve Prof. Kamil Miras (1874-1957) da 12 ciltlik “Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi” adlı hadis tercümesini hazırladılar. 9 ciltlik 6.433 sayfalık “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tercüme, 1935-1938 arasında tamamlanıp yayımlandı. 12 ciltlik “Sahih-i Buhari” tercümesi ise ilk dört cildi 1935-1938’de, sonraki ciltleri de 1940’larda basıldı. (23)

Mehmet Akif, ise 1926’da Mısır’da Kur’an tercümesine başladı, ancak Kur’an’ı hakkıyla Türkçeye tercüme edemeyeceğini düşünerek tercümeyi bitirip TBMM’ye teslim etmedi. (24)

Atatürk, bir taraftan Kur’an ve hadis çevirileri yaptırırken, diğer taraftan 1932’de hutbeleri ve ezanı Türkçeleştirdi. Ezanlar 1933-1950 arasında Türkçe okundu. Cumhuriyeti kuranlar ezanı hiçbir zaman susturmadı. Tam tersine onlar, ezanları susturmak isteyen işgalcileri Kurtuluş Savaşı ile bu topraklardan söküp attı.

Gerçek şu ki, yüzyıllardır medresenin ve ulemanın tekelinde kalan ve ısrarla halka kapalı tutulan Kur’an’ı, tarihimizde ilk kez Cumhuriyeti kuranlar halka açtı.

Atatürk’ün çağdaşlaşma eyleminin özü anlamaktı. O her şey gibi Kur’an’ın da anlaşılmasını istiyordu. Anladıktan sonra inanmak veya inanmamak ise herkesin kendi bileceği işti.

1932 ramazan ayında Atatürk’ün isteği ile İstanbul’un önemli camilerinde halka Türkçe Kur’an okundu. Önce Arapça aslı sonra açıklaması yapıldı. Aynı yıl ezan da Türkçeye çevrildi. (Cumhuriyet, 30 Kanunisani, 1932)

KAYNAKLAR, DİPNOTLAR:


1- https://kuran.diyanet.gov.tr/Tefsir

2- Yaşar Nuri Öztürk, Anadilde İbadet Meselesi, s. 96.

3- Öztürk, s. 95, 96.

4- Yaşar Nuri Öztürk, Kuran Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış, s. 383; Öztürk, Anadilde İbadet Meselesi, 94.

5- Öztürk, Anadilde İbadet Meselesi, s. 89,90.

6- İbrahim Hatipoğlu, “Selman-ı Farisi”, TDV İA., C.36, s. 441-443.

7- Mithat Sertoğlu, 102 Dile Çevrilen Kutsal Kitap Kuran-ı Kerim”, Tarih Mecmuası, 1 Nisan 1963, S.3, s.49.

8- Hilmi Ziya Ülken, Çağdaş Düşünce Tarihi, s. 76.

9- Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 257,258.

10- Berkes, s. 444.

11- Sinan Meydan, Vaiz, Öteki Mehmed Akif, s. 189, 213.

12- Masami Arai, Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği, s. 136.

13- Tüccarzade İbrahim Hilmi, Avrupalılaşmak, Haz. O. Kafadar, F. Öztürk, s. 156.

14- Berkes, s. 257.

15- Berkes, s.458.

16- Meydan, s. 184-186.

17- Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.164,165.

18- F. Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir, s. 38.

19- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.3, s.85; Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 234.

20- Zabıt Ceridesi, C.14, s.263,264

21- BCA, 30.10.0.0.26.149.18

22- Karabekir’in bu konudaki iddiaları ve cevaplar için bkz. Meydan, Vaiz, s. 218-226.

23- Sinan Meydan, Atatürk, Modernizm ve Din, s. 592.

24- Detaylar için bkz. Meydan, Vaiz, s. 226-135.