Bakan Soylu’nun istifa girişimi çok gazeteci gibi gece saat 02.30 gibi yatağa girmeme sebep oldu.

Avukat Hüseyin Ersöz’ün mesajıyla sabah saat 06.00 gibi uyandım.

-“Bunu da gördük! Meclis’te görüşmeleri devam eden infaz sistemi değişikliğine dair taslakta, gece yarısı verilen önergeyle değişikliğe gidildi. Tutuklu gazeteciler B. Terkoğlu ve B. Pehlivan, ‘kişiye özel’ kanun maddesiyle kapsam dışı bırakıldı.”

Mesajı okur okumaz aklıma ne geldi biliyor musunuz: Hz. Muhammet!

Bir gün dost meclisinde otururken üç kez “Burnu Sürtülsün... Burnu Sürtülsün... Burnu Sürtülsün...” diyor.

Çevresindekiler şaşırıyor; “Rasûlallah kimin burnu sürtülsün?” diye soruyor.

-“(...) Yanında ismim anıldığı halde bana salat-ü selam getirmeyenin...”

O bir Peygamber; ve bunu istemesi gayet doğal.

Peki ya kullar?

Kullar, “Burnu Sürtülsün... Burnu Sürtülsün... Burnu Sürtülsün” diyebilir mi?

Gücü elinde tutanın maalesef öyle arzusu var ülkemizde artık:

-“Bu gazetecilerin burnu sürtülsün!”

Sürtülsün ki; kurumun ya da kişinin ismi anıldığında sonsuz hürmet göstersin!

Herkes dokunulmazlık peşinde...

Ardından Avukat Kazım Yiğit Akalın’ın mesajı geldi:

-“Bugüne kadar hiçbir infaz indiriminde MİT Kanunu istisna tutulmamıştı. Nitekim Meclis’te görüşülen bu kanun teklifinde de tutulmamıştı. Mafyaya, rüşvetçiye, hırsıza, gaspçıya indirime giden iktidar, SIRF BARIŞ’lar ÇIKAMASIN diye GECE 03’te MİT Kanunu’nu indirimden çıkardı!”

DÜŞMANSIZ YAPAMAMAK


Demek katillerin değil...

Demek hırsızların değil...

Demek çetelerin değil...

Demek kız yurdunda çocukları yakanların değil...

Demek Soma’da maden işçilerini toprak altına gömenlerin değil...

Gazeteci Barışların burnu sürtülsün öyle mi?

Anladık: Devlet için en büyük suç, habercilik yapmak bu ülkede?

İstedikleri belli:

Olumsuzluklar, kötülükler, çirkinlikler ortaya çıkarılmasın.

Yalan talan hiç görülmesin, yazılmasın.

Yapıcı, iyimser eleştiri dâhi olmasın.

Hep övgü dizilsin.

-İktidarımız mutlak desteklensin...

-Her yaptığımız yüceltilsin...

Tek eleştirinin olmadığı “gül bahçesi” istiyorlar. Halkı aydınlatan değil, halkı uyutan piarcı aradıkları!

Yaşamak istedikleri; iktidar “şeyh” ve bizler her denileni karşı konulmaksızın uygulayacak “müritler!”

Bu sebeple, gerçekler suçlu bu ülkede...

Şüphenin-sorunun mesleği gazetecilik yapılsın istenmiyor. İktidara yararı ölçeğinde “gazetecisin”, onun dışında burnu sürtülmesi gereken!

Yandaş olmayana hayat hakkı yok. Hukuku bile buna uydurdular; aynı yasa maddesi “bizden olanlar ve ötekiler” diye uygulanıyor! Bizlere reva görülen sadece düşman ceza hukuku! Biliyoruz siyasetlerinin özü bu: Düşmansız yapamıyorlar.

Gece saat 03.00’te “MİT suçları” diye infaz yasa teklifi sunmanın Barışları hapiste tutmaktan başka açıklaması yok.

Bu derece kin dolular...

İLK SÖYLEYEN KİM


Libya’da şehit düşen MİT görevlisinin haberini yapmak zulme sebep midir?

Şunu biliyoruz:

Tarih: 6 Ocak 2020.

MİT yeni hizmet binasının açılışı yapılıyor. Törende Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle diyor:

-“ Suriye krizinin başladığı ilk günden itibaren sahada aktif rol oynayan MİT’in, sınır ötesi harekâtlarımızın başarıya ulaşmasında çok büyük emeği var. MİT Libya’da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor...”

Bu tarihe kadar Türkiye’de kimse MİT’in Libya’da görev yaptığını bilmiyor. Bunu ilk açıklayan Erdoğan! Peki, bunun cezası var mı? Yok. Lafı bile edilmiyor...

MİT görevlilerinin açık isimlerini ve görevlerini yazan yandaş gazetecilere ceza var mı? Yok. Acı çektirme sadece bizlere...

MİT bahane...

Şehit haberi bahane...

Gerçeği herkes biliyor artık.

Anayasa Mahkemesi kararları ortada iken Odatv’yi kapatmanın başka açıklaması var mı? Yok.

Burnumuz sürtülerek yola getirilmek, teslim alınmak isteniyoruz.

Avukatlardan gelen mesajları okuduktan sonra yataktan kalktım; pencereden dışarıyı seyrediyorum; dilimde Nazım’ın dizeleri:

“İlerleyen aydınlığın
içindeyim

Ellerim iştahlı, dünya güzel.

Gözlerim doyamıyor
ağaçlara

Ağaçlar öyle ümitli,
öyle yeşil.

Güneşli bir yol gidiyor
dutlukların arkasından

Mapushâne revirinde
penceredeyim.

Duymuyorum ilaçların
kokusunu,

Bir yerlerde karanfiller
açmış olacak.

İşte böyle Laz İsmail,
mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele...”