Sevgili okurlarım,

AB Dışişleri Bakanları, Berlin’de düzenlenen gayrı resmi zirvede, Doğu Akdeniz’deki gerilimin nedeni olarak Türkiye’yi suçlayan, Yunanistan’ın haksız tezlerini destekleyen ve araştırma faaliyetlerine son vermediği takdirde ülkemizi yaptırımlarla tehdit eden kararlarlar aldılar. Bu haksızlığa karşı çıkan  Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, kendisiyle yapılan TV röportajında, Türkiye’nin geri adım atmayacağını, yeni NAVTEX’ler ilan ederek araştırma faaliyetlerini sürdüreceğini ve “Oruç Reis’in bölgede 90 gün daha çalışmaya devam edeceğini” vurgulamak suretiyle AB’ye meydan okudu. Çavuşoğlu, ayrıca Atina yönetiminden son günlerde gelen Ege’de karasularını 12 mile çıkarabileceği sinyallerine de temas ederek, “Yunan karasularını Ege’de 12 mile çıkaramazlar. Meclisimizin yıllar önce aldığı karar geçerli olup,  bu savaş nedenidir” diyerek sert tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da Ege karasularının genişletilmesinin savaş nedeni olacağını teyit etti.

Burada bir noktanın altının çizilmesi gerekiyor. Bakan Çavuşoğlu’nun sözünü ettiği 8 Haziran 1995 tarihli TBMM kararı, “savaş nedeni-casus belli” ifadesini içermemektedir. Fakat bu anlama gelecek şekilde formüle edilmiştir. Nitekim Meclis kararının vurucu son paragrafı şöyledir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yunanistan Hükümeti’nin Lozan’la kurulmuş dengeyi bozacak biçimde Ege’deki karasularını 6 milin ötesine çıkarma kararı almayacağını ümit etmekle birlikte, böyle bir olasılık durumunda, Türkiye’nin hayati menfaatlerini muhafaza ve müdafaa için, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne, askeri bakımdan gerekli görülecek olanlar da dahil edilmek üzere, tüm yetkilerin verilmesine ve bu durumun Yunan ve dünya kamuoyuna dostane duygularla duyurulmasına karar vermiştir...”

Şükrü Elekdağ


★★★

Söz konusu Meclis kararından 19 yıl önce, Süleyman Demirel’in başkanlığında kurulan 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde Yunan Hükümeti, sırtını ABD’ye dayayarak, Ege karasularını bir oldu bittiyle 6 milin üzerine çıkarmaya yeltenmişti! Zamanın Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil 15 Nisan 1976’da ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’e gönderdiği mesajla, Yunanistan’ın karasularını genişletme yolunda atacağı adımın Türk Hükümeti tarafından “savaş nedeni-casus belli” sayılacağını belirtmiş ve ABD’ye, Yunanistan’ı bu şekilde harekete teşvik edebilecek politikalar izlemekten kaçınması hususunda uyarmıştı.

★★★

Cumhuriyet tarihinde bir başka örneği olmayan bu mesajın ilginç hikâyesini, tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, şöyle anlatıyor:

“Herşey, güneşli bir ilkbahar sabahı ABD Büyükelçisi William Macomber’in beni ziyarete gelmesiyle başladı... Görüşmemiz sırasında Macomber, Yunan Dışişleri Bakanı Bitsios ile ABD Dışişleri Bakanı Kissinger arasında teati edilen mektupların birer kopyasını verdi. Büyükelçi, mektupların önemsenecek bir tarafı olmadığını, bunları sırf bilgi vermek için bana getirmiş olduğunu belirtmeye özen gösterdi. O dönemde Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri (bu makam sahibine şimdi “müsteşar” deniyor) olarak görev yaptığımdan, Yunanistan’ın kavgacı, hak ve hukuka son derece saygısız tutumunun sonucu ağır bir krize giren Türk-Yunan ilişkilerinin tam da içindeydim.

Mektuplara şöyle bir göz attım... Bitsios, 7 Nisan 1976 tarihli mektubunda Kissinger’e, Türkiye ile ABD arasında imzalanan yeni Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nın uygulanmasıyla Türkiye’ye yapılacak askeri yardımdan Yunanistan’ın duyduğu endişeyi dile getiriyor, Ege’de Yunanistan çıkarlarını tehdit eden tehlikeli bir durumun ortaya çıkması halinde ABD’nin davranışının ne olacağını soruyordu. Kissinger de, 10 Nisan tarihli yanıtında, Türkiye ile Yunanistan’a Ege’deki sorunlarına askeri çözüm aramamalarını öneriyor, sonra da “ABD’nin, taraflardan birinin askeri çözüm aramasına aktif ve kesin şekilde karşı koyacağını” ve bu yoldaki bir hareketi muhakkak önleyeceğini belirtiyordu.

★★★

O günkü siyasal koşulları hatırlamakta yarar var:

Yunanistan’ın tüm Ege Kıta Sahanlığı ve deniz dibi kaynakları üzerinde hak iddia ederek fiili eylemlere girişmesi, 1976 yılının ilkbaharında, Türkiye ile Yunanistan’ı çatışmanın eşiğine getirmişti. Yunan hükümeti, ayrıca, Ege’deki karasularını 6 milden 12 mile çıkartma kararını almış ve bu kararı uygulamak için en müsait zamanı beklemeye başlamıştı. Bu arada Atina, ABD’nin, “Türk tehdidine” karşı Yunanistan’a garanti vermesi için olanca gücüyle Washington’u ikna etmeye çalışıyordu. Aslında Atina’nın hesabı, karasularını bir oldubitti ile genişlettiği zaman -sağladığı ABD garantisiyle- Türkiye’yi tepki göstermekten caydırmaktı.

Mektupları okuduktan sonra, Büyükelçi Macomber’e; Washington’un yangına körükle gittiğini, Kissinger’in mektubundaki ifadelerle Atina’ya beklediği garantiyi verdiğini ve böylece Yunanistan’ı Ege’de karasularını genişletmeye teşvik ettiğini söyledim.

Macomber görüşlerimi kabule yanaşmadı. Mektubun, her iki tarafa da ölçülü hareket etmeleri yolunda tavsiyede bulunmaktan başkaca bir amaç gütmediğini vurguladı. Ben de şu görüşte ısrar ettim: “Atina karasularını genişlettiğini ilan ederse Türkiye, meşru haklarını savunmak için bu sularda Türk gemilerini geçirmeye devam eder ve Yunanistan’ın olası bir müdahalesine karşı koyar... Kissinger’in mektubundan, Türkiye’nin bu amaçla askeri önlemlere başvurmasını ABD’nin önleyeceği anlamı çıkıyor. Yunanistan o mektubu böyle yorumlar ve tehlikeli girişimlere yönelir!..”

★★★

Yapılan hatanın düzeltilmesi için, hükümetine iletmesini isteyerek Büyükelçi’ye bir öneride bulundum. Önerim Kissinger’in, “Ege’deki statükonun sadece barışçı müzakere yoluyla değiştirebileceği” yolunda bir açıklama yapmasını öngörüyordu. Ama Macomber, görüşünü değiştirmedi.

★★★

Rahmetli Çağlayangil, hükümetin haftalık (olağan) toplantısındaydı. Bu nedenle, kendisine sunulmak üzere gelişmeleri izah eden bir bilgi notunu ilgili şube müdürü Rıza Türmen’e dikte ettim. Kissinger’e hitaben Bakanımızın ağzından kaleme aldığım bir mesaj taslağını da bu nota ekledik. Mesajda belirtilen can alıcı nokta, Yunanistan’ın karasularını genişletmesinin Türkiye tarafından “savaş nedeni-casus belli” sayılacağıydı.

★★★

Aynı gün öğleden sonra, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile Harekât Başkanı Korgeneral Haydar Saltık periyodik koordinasyon toplantısı için geldiler. Hazırladığım notu ve mesaj taslağını inceledikten sonra, ellerindeki istihbarat bilgileri ışığında, hükümete telkin etmeyi düşündüğümüz hareket hattını uygun bulduklarını kişisel görüşleri olarak belirttiler. Toplantımızın son bulmasından kısa bir süre sonra da Genelkurmay Başkanlığı’nın bu konudaki resmi mutabakatı tarafımıza bildirildi.

Bilgi notunu ve mesaj taslağını mühürlü bir zarf içinde kabine toplantısındaki Bakanımıza göndermemin üzerinden sadece on dakika geçmişti ki, İhsan Sabri Bey’in beni makamında beklediği haberi geldi. Çağlayangil durumu benimle yeniden değerlendirdikten ve önerdiğimiz yaklaşımın isabetli olduğuna kanaat getirdikten sonra, konuyu hükümete sunmaya karar verdi. Görüşmemizden yaklaşık iki saat sonra, Çağlayangil bana, hükümetin “telkin ettiğimiz hareket hattını kabul ettiğini” ve “mesajın Kissinger’e iletilmek üzere Washington Büyükelçiliğimize gönderilmesi” talimatını verdi. Çağlayangil özünü muhafaza ederek mesajı kendi uslubuna göre kaleme almış ve benim Macomber’le görüşmeme gönderme yapmıştı.

İhsan Sabri Çağlayangil


★★★

İşte Çağlayangil’in, ABD’nin güçlü Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’e gönderdiği, Cumhuriyet tarihimizde bir benzeri olmayan o mesaj:

“Sayın Bakan,

Kabine toplantısında iken, Genel Sekreter Elekdağ, Ekselansları ile Yunan Dışişleri Bakanı Mr Bitsios arasında teati edilen ve metinleri Büyükelçi Macomber tarafından Bay Elekdağ’a tevdi edilen mektuplar hakkında bana bilgi verdi. Mesajınızın aşağıda belirtilen cümlesini çok ciddi telakki ediyorum.

“Bu itibarla ABD, taraflardan birinin bir askeri çözüm aramasına aktif olarak, hiçbir şüphe ve tereddüt yaratmayacak bir tarzda karşı koyacak ve böyle bir hareket hattını önlemek amacıyla büyük gayretler sarf edecektir.”

Bay Elekdağ’ın da büyükelçinin dikkatini aynı konuda hemen çekmiş olduğu üzere, bu beyanın, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’nin konu hakkında yeni bir vaziyet ve tutum aldığını aksettirdiği kanaatine vardım. Şurası açıktır ki, Yunan Hükümeti’nin esas emeli; kara sularının sınırlarını 12 mile çıkarmak suretiyle, bir oldubitti yaratmak ve bu suretle, Türkiye üzerinde siyasi bir zafer kazanmaktır. Böyle bir hareket, Ege Denizi’ni Yunan gölü haline getirebilecek ve netice itibariyle, Türkiye’nin bu denizdeki tabii ve yerleşmiş geleneksel haklarını fiilen ortadan kaldıracaktır. Bu durum Türkiye’ye, böyle bir gelişmeyi bir harp sebebi olarak telakki etmekten gayri bir seçenek imkânı bırakmayacaktır. Bu itibarla, bu nevi gelişmeleri teşvik edecek nitelikteki pozisyon değişikliklerini, sadece ikili ilişkilerimiz bakımından değil, fakat bölgenin güvenliği bakımından da tehlikeli görüyorum.

Sizden ricam, yukarda işaret ettiğim cümlenin, bizim, etraflı şekilde izaha çalıştığımız endişelerimizi hesaba katarak yeni yorumlara ve polemiklere meydan vermeyecek bir şekilde düzeltilmesidir. Bu mümkün olmadığı takdirde, bahse konu mektupların açıklanmasının teminidir. Samimiyetle inanıyorum ki, bu Yunanistan’ın da yararlarına olacaktır.

Saygılarımla,

İhsan Sabri Çağlayangil”

★★★

Özüne zarar vermeyecek bir sadeleştirmeyle bilginize sunduğum mektuptan sonra söz yine Şükrü Elekdağ”da:

“Mesaj tabii, Washington tarafından Atina’ya aktarıldı. Atina’yı şoke eden husus, Kissinger’in Çağlayangil’in sert ve tehditkâr mesajını kabullenmesi ve buna bir tepki göstermemesi oldu. Bu niteliğiyle de Atina’nın, Washington’a güvenemeyeceğini ve Ege’de atacağı yanlış bir adımın bedelinin çok ağır olacağını anlamasını sağladı. Böylece Türkiye’nin çıkarlarını zedeleyecek bir harekette bulunmaktan kaçındı.

Ege’de yaşanan savaş gerilimi, Türkiye ile Yunanistan arasında 11 Kasım 1976’da imzalanan Bern anlaşmasıyla sona erdi ve sorunlar donduruldu. Çağlayangil’in mesajının Bern mutabakatına zemin hazırladığı kanısındayım”

★★★

Nereden nereye, değil mi?