Lise bitti, baba yok, para yok, anne evde sabahlara kadar kazak örüyor, harçlık almadan okula gittim geldim çaresiz.

Üniversite sınavlarına hazırlanacağım. İzmir’de birkaç dershane var. O yıllarda İltek Dershanesi pek ilgi görüyor. Ben de Kemeraltı Çarşısı’ndaki dershaneye giderek oturdum sekreterin masasının önündeki geniş koltuğa ve altı aylık kurslara yazılmak istediğimi söyledim. Sekreter kız, “Bin iki yüz lira” dedi. Çok para, o tarihte dolar 15 lira 30 kuruş, rakamı kıyaslayın, bu parayı ödemem mümkün değil!..

★★★

Sabah Alsancak Limanı’na gidiyorum, üzüm işleyen fabrikalardan ahşap kutular içinde gelen üzümleri sırtlayıp, konteynere yüklüyorum. Akşama kadar koca konteyner ancak doluyor. Karşılığında her üzüm kutusu başına -hatırladığım kadarıyla- 25 kuruş alıyorum. Akşama kadar 50-60 kutu ancak yükleyebiliyor insan. Bu tür işlere alışık değilim. Akşam eve gittiğimde yorgunluktan sabahlara kadar inliyormuşum. Annem sabah kalktığımda, “Oğlum bırak bu hamallığı” diyor.

★★★

Baktım üzüm kutusu yüklemekle dershane parası çıkmayacak, gündüzleri Berber Hüsamettin’in 1956 model Chevrolet arabasıyla Tepecik-Konak hattında dolmuşçuluğa başladım. Bir kişiyi 25 kuruşa taşıyoruz, akşam olunca tüm hasılattan yüzde 10 veriyor Berber Hüsamettin. Ama bu para da benim dershane ücretinde devede kulak kalıyor. Bunun üzerine tüm yorgunluğu göze alarak akşamları da, Mersinli Yeni Garaj’da taksicilik yapmaya koyuldum. O zamanlar taksicilikte iyi para var. Kilometre hesabı çalışılıyor, taksimetre falan yok. Dolmuşu bıraktıktan sonra alıyorum Laz Remzi’nin Anadol marka otomobilini, gece sabaha kadar çalışıyorum, müşteri bol. Arada uyuyorum, diğer usta taksiciler beni sık sık uyandırıyor sıram geldiği zaman.

★★★

Bir süre sonra yorgunluk tavan yapmaya başladı, ne kadar genç olsa da insan, bir an geliyor pili bitiyor, benim de öyle oldu. Dayanacak gücüm kalmadı. Bir gece taksiyi Laz Remzi’den aldıktan sonra yeni garaja gittim, sıraya girdim, başa gelmek için birkaç saatin geçmesi gerekiyor. Arka koltuğa uzandım, nasıl olsa taksiciler beni uyandırır düşüncesiyle uykuya daldım. Uyandığımda saat sabahın sekizi idi. Ne beni uyandıran oldu ne de uyaran. Kafamı kaldırdığımda Remzi Abi tepeme dikilmiş hasılat bekliyordu. Kilometreyi gösterdim. Bana teslim ettiği rakamda duruyordu. Beni küfürlerle kovaladı!..

★★★

Bu arada annem, yakın bir akrabamız olan bir dişçiye gidip duruyor, ben diş tedavisi oluyordur diye sormuyorum. Zaten sabah akşam direksiyon salladığımdan eve pek uğrayamıyorum. Bir yandan da yorgunluk ve stresten olsa gerek, çok ağır ülser geçiriyorum. Ticaret Lisesi mezunu olduğum için fen derslerinden mutlaka dershaneye gitmek zorundayım.

Uzun lafın kısası; gece gündüz çalışmama karşın, dershane parasını biriktiremedim.

Annem durumuma çok üzülüyor ve kazak örmeye devam ediyor, oradan gelen paraları da biriktirmeye çalışıyor. Ancak kazak ördürenler de dar gelirli, maaşlı insanlar, ay başı gelmeden ödemede bulunamıyorlar. Anne oğul kara kara düşünüyoruz.

★★★

Hiç unutmuyorum,  bir pazar akşamı eve geldiğimde annem, “Oğlum artık şu taksicilik, dolmuşçuluk işini bırakıyorsun, dershaneye yazılıyorsun, derslerini çalışıp üniversiteyi kazanıp meslek sahibi oluyorsun” dedi.

Dedi demesine de, ben hâlâ o kadar parayı nasıl bulup buluşturup bir araya getiririz diye düşünürken annem beyaz bir mendil uzattı. Mendili cebime koymaya çalışırken, “Oğlum o sümük mendili değil, aç içine bak!” dedi. Dörde katlanmış mendilin içinde ne olacağını merak ederek heyecanla açtığımda üç altın parçasını görüp şaşkına döndüm. O yıllarda dişlere altın kaplamak pek moda idi. Annemin üst damağında altın kaplama üç dişi vardı. Dişçiye gidip gelmesinin nedeni bu kaplamaları söktürmekmiş. “Al bunları, git Kemeraltı’na kuyumcuya bozdur, oradan dershaneye uğra paranı yatır, okumaya başla” demez mi? O anda ikimiz de kendimizi tutamayıp başladık ağlamaya. Ben ağlarım annem ağlar...

★★★

Sabahı zor ettim! Doğru Kuyumcular Çarşısı’na gittim, birinin kapısından içeri girdim, iyi işler, bol müşteriler diledim kibarca. Mendili açtım, camekanın üzerine koydum. Kuyumcu bana, ben kuyumcuya bakıyorum. Kuyumcu, “Kimin ağzından söktün lan bunları!” demez mi? Altın kaplamanın annemin dişleri olduğunu anlatmaya çalıştım, beş kuyumcudan kovuldum, arkama bile bakmadan kaçtım. İçlerinden beni polise şikayet etmeye kalkanlar bile oldu altın diş hırsızı diye!

Bizim semtte kuyumculuk yapan Sami Abi hiç aklıma gelmemişti, ona gittim. Beni, annemi ve ailemi çok yakından tanıyor. Ona durumu anlattım, dershaneye ödeyeceğim rakamı söyledim. Sami Abi bana hiçbir soru sormadı. Kuruşu kuruşuna verdiği parayı keyifli bir heyecan içinde dershaneye yatırıp yola koyuldum.

Annemin altın dişleriyle eğitimimi tamamladım. Anacağımın üst damağından söktürüp çıkardığı üç altın kaplama ile sınavlara hazırlandım. Boşuna dememişler; “Analardır adam eder adamı” diye...

★★★

Değerli gazeteci kardeşim Işık Teoman’ın yazısından alıntıladığım bu çarpıcı öyküyü, içinden geçmekte olduğumuz ekonomik bunalım günlerinde, saçlarını süpürge yaparak evlatlarını adam etmeye çalışan tüm cefakar analara ithaf ediyorum...




İzmir’deki büyük deprem sırasında yaşadığımız korkunç anları yarın anlatacağım. En büyük dileğim can kaybının artmaması. Hayatlarını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Ulusumuzun başı sağolsun.