Son günlerde kimi meczuplar, kendilerini koruyup kollayan odaklardan aldıkları gazla, vatanı düşman işgalinden kurtarıp bağımsızlığımızı sağlayan, bu nedenle her şeyimizi borçlu olduğumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret ve iftira yarışı içindeler.

Aşağıdaki satırlar bu gerçeği Atatürk ve asıl din düşmanlarının suratlarına bir tokat gibi çarpmak amacıyla yazılmıştır:

★★★

Atatürk, dini değil; kimi çevrelerin halka din diye yutturdukları şeyi sevmedi.​

Din​; insanı iyiye, güzele, doğruya sevk etmek için Allah’ın peygamberleri aracılığı ile bildirdiği ilahi kurallar bütünü ve her şeyden önce de güzel ahlâk demek olduğuna göre; öyle bir şeyi, öyle bir din anlayışını sevemezdi zaten.

★★★

Öyle bir şeyi sevmek; takiyeyi, riyakârlığı, düzenbazlığı, ikiyüzlülüğü, istismarı, kindarlığı sevmek demekti çünkü...

Allah’ı bile aldatmaya kalkmayı, paranın tapılacak kadar sevilmesini sevmek demekti. Haksızlığı, adaletsizliği, kul hakkı yemeyi sevmek demekti.

Yeşil dolarlar uğruna her kılığa girmeyi, dar-ül harp gerekçesiyle her soygunu, yolsuzluğu, hırsızlığı, rüşveti, haksızlığı, kötülüğü meşru ve mubah görmeyi sevmek demekti. Çocuk taciz ve tecavüzcülüğünü, kadın düşmanlığını, bizi yeniden var eden İstiklâl Savaşı’na karşı savaş açmayı, ihaneti, işbirlikçiliğini sevmek demekti. “Keşke Yunan galip gelseydi” diyebilecek kadar vatanlarına ihanet edecekleri daha o günden onaylamak, desteklemek demekti.

★★★

​Kaldı ki kutsal inançları sömüren, paraya tahvil eden, ticarete döken, o nedenle de insanı inanmaktan soğutan, uzaklaştıran şey din olamazdı.

Riyakârlığa, ticarete, yobazlığa, gericiliğe, ikiyüzlülüğe dayalı inanç; dinden kaynaklanan inanç olamazdı.

Dindar sanılmak için dindar gözükmek dindarlık olamazdı. Sahte dindarlık, dindarlık olamazdı. Saf ve masum olmayan, Allah rızasına dayanmayan, şeytanla iş birliğine dayanan inanç, kaynağını dinden alan inanç olamazdı. Afyon yerine kullanılan, damarlara zerk edilen şey din olamazdı.​ Halk kitlelerini uyuşturmak, sözlerinden dışarı çıkmalarını önlemek amacıyla afyon olarak kullanılan şey din olamazdı.

★★★

Kur’an-ı Kerim’i o nedenle Türkçeye tercüme ettirdi ki din doğru öğrenilsin. Bunu yaptırdı ki Allah’ın ne deyip demediği, ne isteyip istemediği doğru anlaşılsın da maskeler düşsün, sahtekârlıklar, din cambazlıkları, sömürüler, istismarlar ortaya çıksın. Çıksın ki gerçek İslâm, saf İslâm, duru İslâm nedir, ne değildir, bilinsin. Bilinsin ki din dedikleri şeyin, Hacı Bektaşi Velilerin, Yunus Emrelerin, Bahaeddin Veledlerin, Mevlânaların, Feridüddin Attarların, İbnü’l Arabilerin, Şems-i Tebrizilerin, Baba İshakların, Ahmet Yesevîlerin diniyle, ‘Anadolu Aydınlanması’ndaki dinle uzaktan-yakından ilgisi olmadığı anlaşılsın.

★★★

​Platon’un dediği gibi; “Batıl inanışın, zayıf kafaların dini” olduğunu bilmeyecek durumda değildi elbette. Yine Einstein’ın dediği gibi; “Evrenin Yaratıcısına olan inancın, bilimsel araştırmanın en güçlü ve en soylu itici gücü” olduğunu bilmeyecek biri de değildi.

​Aksi halde Kur’an’ın tefsirini​ hem de Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır gibi bir büyük din bilgininden istemezdi. Dokuz ciltlik tefsirin yazılması yoluyla dinin herkes tarafından doğru bilinmesini sağlamaya çalışmazdı.​ ​

​Mehmet Akif gibi dini bütün bir şair tarafından kaleme alınan, Hakk’a tapmaktan, imandan, şehit olmaktan, ezandan, secde etmekten söz eden o dizeleri İstiklal Marşı olarak kabul etmezdi.

★★★

Eğer dine karşı olsaydı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdurmazdı.

​Eğer yine kimi müfterilerin iddia ettiği gibi Allah demeyi yasaklamış olsaydı, aynı tefsirde “Allah” yerine “Tanrı” sözcüğünün kullanılmasını sağlardı.

​Eğer Allah’ın vazettiği dine, dolayısıyla gerçek İslâm’a, yine dolayısıyla Kur’an’a düşman olsaydı bunların hiç birini yapmazdı.

​Ve herhâlde buna gücü de vardı. Ama yaptı. Çünkü Müslümanlığın, hatta bütün dinlerin her şeyden, hatta ibadetten de önce hak, hukuk, adalet, vicdan, şefkat, merhamet, iyilik, yardımseverlik gibi yüce değerler demek olduğunu iyi biliyordu.

★★★

Dindar olunsun ama kindar olunmasın istiyordu. O nedenle dindarlarla değil; aynı zamanda kindar olan dincilerle mücadele etti. Çünkü ona göre aydınlık yüzlü bir İslâm’ı savunmak; aklı, bilimi önceleyen İslâm’ı savunmaktı.

​Niteliksiz olanları bir yana itip, nitelikli din adamlarının yetişmesini istemekti dine hizmet etmek, tersi değil.

★★★

Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettirmesi de ezanı Türkçe okutması da dinin ne söylediğinin doğru öğrenilmesi yoluyla halkın aydınlatılması isteğinden başka bir şey değildi. Bu konuda J. J. Rousseau’dan etkilendiği bilinmektedir. Nitekim Rousseau inançlı bir aydınlanmacı idi, o da öyle. Aklın aydınlanması ise bilimin rehberliğinde dinin sömürüden, istismardan kurtarılması demekti.

Dolayısıyla ve hiç kuşkusuz ki dine değil; din tüccarlığına, din sömürüsüne, irticaya, yobazlığa karşıydı, hatta düşmandı. Olmasa mıydı?

★★★

​Ne yapmak istediğini anlamak için bugünlere bile bakmak yeterlidir.

​Hepsi bir yana, hem de en zor koşullar içinde dahi ülkesini düşman işgalinden kurtarmış, milletinin bağımsızlığını ve özgürlüğünü söküp almış, çöken bir devletin küllerinden yeni bir devlet çıkarmış bir insana zerre kadar dahi şükran ve minnet duymamanın, dolayısıyla Allah’a şükretmemenin Müslümanlıkla ilgisi olamaz.

★★★

Kaldı ki her insan hata yapabilir. Nitekim Atatürk de bir insan olduğuna göre onun da hataları olmuştur hiç kuşkusuz ama, onca artılarını bir yana bırakıp, sadece eksilerini görmenin vicdanla ve adalet duygusuyla bağdaşır yanı olamaz. Vicdanı ve adalet duygusu olmayanın da Müslümanlık iddiası lâftan öteye geçemez. Böylesi, Müslümanlık taslamaktan başka bir şey olamaz. Müslümanlık taslayanın da bir başkasının Müslümanlığını sorgulamaya hakkı olamaz. Bunu yapmaya kalkmak da bir başka şekilde ters düşmektir İslâm’a...

★★★

Kısacası ne yaptıysa; dinimizi cehaletin, riyakârlığın, taassubun, halkı tahakküm altına alanların, sömürenlerin, soyanların elinden kurtarmak için yaptı.

Çünkü o, dinin değil, din diye yutturulan​‘şey’in düşmanıydı. Bu da din düşmanlığı değil; din dostluğunun ta kendisiydi...

UĞUR DÜNDAR’IN NOTU: Atatürk ve din düşmanlarına kapak olacak bu muhteşem satırları alıntılama fırsatı verdiği için değerli yazar Salim Koçak’a çok teşekkür ederim.