İYİ PARTİ’NİN GÜVENLİK POLİTİKALARINDAN SORUMLU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI, SAĞLIK BAKANLIĞI ESKİ MÜSTEŞARI DR. AYTUN ÇIRAY’DAN VİRÜS SALGINIYLA İLGİLİ ÇARPICI YORUMLAR:


Sevgili okurlarım,

18 Mart günü, bu köşe için yaptığımız söyleşide, Dr. Aytun Çıray, COVİD-19 virüsünün yurda girişi konusunda tarihimizin en büyük maskelemesinin yapıldığını belirtmişti. Ancak onun eleştirilerine, hep şu temel tedbir eşlik etti: Tüm Türkiye’de tıbbi karantina uygulanmalıdır!

Bugünkü söyleşimize de “Bu konudaki ısrarınız devam ediyor mu?” diye sorarak başlıyorum.

AYTUN ÇIRAY (A.Ç): Evet. Çünkü aşısı ve ilâcı olmayan bir virüs için olmazsa olmaz tedbir karantinadır. Ama AKP iktidarının yaptığı gibi taksit taksit ve yozlaştırılmış bir karantina modeli değil. Üstelik 31 ilde ve sadece hafta sonuyla sınırlı ilk yasak uygulaması sonrasında yaşananlar, yarım yamalak tedbirleri de adeta berhava etti. Ne yazık ki bedeli ağır olacak.

UĞUR DÜNDAR (U.D): Bu durumda ipin ucu kaçtı mı? Bunun sorumlusu veya sorumluları kimler?

(A.Ç): Türkiye’de mutlak kuvvetler birliği rejiminin başında olan Sayın Erdoğan, şüphesiz olan ve olmayan her şeyin sorumlusudur. Tek kaygıları iktidar sürelerini mümkün olduğu kadar uzatmaktır. Halbuki biz hekimlerin tek kaygısı, vatandaşlarımızın sağlıklarını korumaktır. Çok daha ciddi bir “düşmanla” karşı karşıyayız. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı korona mücadelesini yönlendirecek Bilim Kurulu’nu 10 Ocak’ta oluşturdu.

BİLİM KURULU HÜKÜMETİ!

(U.D): Size göre doğrusu neydi?

(A.Ç): Benim müsteşarlık yaptığım dönemlerde de çeşitli bilim kurulları oluşturduk. Başta bakanlar olmak üzere, biz onlara itaat eder, bilimsel kararlarının dışına çıkmadan konuları siyasal dile çevirirdik. Şimdi ise Bilim Kurulu işlevsiz!.. Onlar da ne yazık ki objektif bilimsel gerçeklerin göz ardı edilmesine göz yumuyorlar. Sayın Meral Akşener’in sert ve haklı uyarılarının altında da bu durum yatıyor. Süreci görünürde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın sekreteri olmaktan öte bir fonksiyonu olmayan Sağlık Bakanı götürüyor.

(U.D): Peki bunun ne gibi sakıncaları oluyor?

(A.Ç): Çok açık. COVİD 19 salgınına karşı mücadelenin en başarılı örneklerinden birini oluşturan bilimsel süreç, Almanya’da Robert Koch Enstitüsü tarafından yürütülüyor. Uygulanacak tüm protokoller, virüsle ilgili sürekli yenilenen bilgiler ve yayılım algoritmaları ışığında onun tarafından belirleniyor. Siyasi iktidar ise bunlara eksiksiz uyuyor. Robert Koch Enstitüsü’nün bizdeki karşılığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü idi. Bunlar kapattılar. Kapatmamış olsaydılar, biz de COVİD 19 salgınında objektif bilimsel mücadeleyi yürütecek bir kuruma sahip olmanın ayrıcalığını yaşardık. Bana sorarsanız Sayın Cumhurbaşkanı Bilim Kurulu’nun da başkanı!.. Neyin uygulanıp uygulanmayacağı ondan geçiyor. Ben buna sekretarya ve sözcülüğünü Sayın Koca’nın yürüttüğü Bilim Kurulu Hükümeti diyorum.

(U.D): Bizdeki Kurul aynı işi görmüyor mu?

(A.Ç): Hayır. AKP, Bilim Kurulu’nu ne yazık ki daha çok “Akil Adamlar”a dönüştürdü ve onları bilimsel görüşlerinden çok, halkla ilişkilerde kullandı. Bir sözcüleri bile yok. Kurul, tamamen Sayın Cumhurbaşkanı’nın keyfi takdiri olduğu artık ayan beyan ortaya çıkmış olan hafta sonları sokağa çıkma yasağına karşı bilimsel onurları gereği sesini yükseltmelidir. Bilim Kurulu karantinanın açıkça yozlaştırılmasına sessiz kalamaz.



ÖLÜMLE DANS EDEN HALKI “GERİ ZEKÂLI” DİYEREK AŞAĞILADILAR

(U.D): Siz ısrarla “Sokağa çıkma yasağı ile zorunlu karantina aynı şey değil, kavramlar yanlış kullanılıyor” diyorsunuz. Yönetimde olsaydınız nasıl bir uygulama yapardınız?

(A.Ç): Biz olsaydık valilikler ve kaymakamlıklar aracılığı ile zorunlu karantina getirdiğimizde hayatın akışının bozulmaması için başta sağlıkçılar, sonra gıda sektörü ve evlere hizmet götürecek belediye çalışanlarını, belediyelerle iş birliği yaparak isim isim tespit ederdik. Belirlediğimiz bu şahıslara önceden “sokağa çıkma izin belgesi” verirdik. 15 Ocak’ta bunları tamamlamış olurduk. Sonra da tüm Türkiye’ye ayın 30’una kadar gönüllü karantinaya uymalarını, 30 Ocak’ta kaç yaşında olurlarsa olsunlar -acil olaylar dışında- tüm vatandaşlarımıza evlerde zorunlu karantina uygulamasına geçeceğimizi, organizasyon ve uygulama plânlarımızı anlatırdık. Yani ilk 15 günü, hem sokağa çıkacak olanlar, hem de evde zorunlu karantinaya tabi tutulacak vatandaşlarımız için bir eğitim süresi olarak kullanırdık. Böylece panik yaşanmazdı. Bu yaşatılan paniğin bedelini bir çok kişi maalesef, sağlığıyla veya hayatı ile ödeyecek.

(U.D): Hükümete yakın bazı yazarlar, panik görüntülerini halkın bilinçsiz olmasına bağlıyorlar... Hatta daha ileri gidenler de var.

(A.Ç): Haklısınız. Daha da ileri gittiler ve ölümle dans eden halkımızı “geri zekâlı” diyerek aşağıladılar. Halbuki “sokağa çıkma yasağı isteyen darbecidir” diyorlardı. Onlar için insanın değeri yoktur. Destekledikleri “Kürt açılımı”ndan Sayın Erdoğan vazgeçtiğinde de hendek çatışmalarında şehit olan 720 asker-polisimiz için “pardon” deyip geçmişlerdi!..

HEDEFLERİNDE İÇİŞLERİ BAKANI SOYLU VAR

(U.D): Geçen hafta sonu Sayın Soylu, 31 ilde iki günlük sokağa çıkma yasağını, başlamasına iki saat kala açıkladığı anda, kararı Sayın Cumhurbaşkanı’nın talimatlarıyla aldığını özellikle vurgulamıştı. Ardından o üzücü tablo yaşanınca sorumluluğu üstlenerek istifa etti. Ancak Cumhurbaşkanı bu istifayı kabul etmedi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

(A.Ç): Sarayda yaşayanlarla halk arasında uçurumlar oluştuğu açıkça ortaya çıktı. Bir yanda ölüm ve geçim korkusu yaşayan Türk Milleti var, diğer yanda ise ihtiraslı danışmanların ve yakınların saray entrikaları... Millet umurlarında bile değil ve nedense bir süredir hedeflerinde Sayın Soylu var. Biz muhalefet olarak bu hesapların tartışmasını şimdilik erteliyoruz.

(U.D): Neden?

(A.Ç): COVİD-19 günlerinde entrikayla uğraşmak yerine milletimizin en aziz varlığı olan canlarını, aileleri korumak tek işimiz olmalı. Zaten umre, cuma şov, ertelemekte gecikilen ligler ve son olarak gecenin münasebetsiz bir saatinde ilân edilen sokağa çıkma yasağı nedeni ile çok canlar kaybediyoruz... Üstelik AKP yönetimi belediyelerin yardım hesaplarını bloke ederek, aslında insanlarımızı hayatta ve ayakta tutan damarları bloke etmiş oldu. Bu ancak totaliter rejimlerde olabilir. Ama rejimin tek iradeye bağlı karakteri COVİD-19’la mücadelede önümüzdeki başlıca engel.

ELİNİ HALKININ CEBİNE ATAN DEVLET OLMAZ

(U.D):  Bu tespitiniz, meselenin ekonomik boyutu için de geçerli mi?

(A.Ç):  Maalesef, hem de fazlasıyla. Sayın Dündar... Türkiye, küresel virüs salgınına olabilecek en kötü ekonomik şartlarda yakalandı. Sayın Erdoğan’da somutlaşan 18 yıllık tek parti iktidarı, ekonomide de Cumhuriyet  tarihimizin istisnasız en başarısız iktidarıdır. AKP iktidarının sonu gelmez muazzam savurganlıkları, KÖİ yatırımlarının kapitülasyonlara rahmet okutacak ödemeleri, ekonomiyi dipsiz gayya çukuruna dönüştürdü.  Bütün bunların üstüne, maceracı dış politika eklenince, uluslararası alanda da ekonomik ve siyasi iş birliği imkanları ortadan kalktı. Sahte zenginleşme illüzyonu, rahip Brunson ile özdeşleşen utanç verici döviz krizi ile tamamen çöktü.

(U.D): Yani COVİD 19 Pandemisi bizi bu ağır koşullarda mı yakaladı?

(A.Ç): Evet. Şimdi işinden olan vatandaşını hiç olmazsa salgının 3-4 aylık akut döneminde dahi ayakta tutup yardımına koşamayan bir devlet görünümündeyiz. Yardım için vatandaşının üç beş kuruşundan medet uman bir zavallı devlet görüntüsü! Elini halkın cebine atan devlet olmaz.

(U.D): Siz daima umuda ve iyimserliğe yer açan politikacılardansınız. Bu toplum sizi, pandemi boyunca da çıkış yolunu gösteren önerilerinizle hatırlayacak. Bu kadar yoğun karamsarlık size göre değil...

(A.Ç): Haklısınız. Ancak çıkışı göstermek için, bizi kuşatıp neredeyse nefessiz bırakan gerçeği iyice idrak etmemiz gerekiyor. Tedavi yolumuzu ancak doğru teşhisle bulabiliriz. Neyse ki COVİD-19 krizi, tam da bu konuda yardımcı oluyor. Mesela biz bu tür bir tek adam rejimi içinde değil de, gerçekten güçlü parlamenter rejimde olsaydık ne olurdu sorusunu sordurup cevabını bulmamıza yardım ediyor.

(U.D): Güçlü bir parlamenter rejimde olsaydık gerçekten bu sorunun cevabını kolayca bulur muyduk? Mesela ocakta veya ilk COVİD-19 vakasının görüldüğü 11 Mart 2020’nin hemen ertesi günü, Türkiye çapında genel bir tıbbi karantina ilan edilebilir miydi? Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?

(A.Ç): Sayın Dündar bundan hiç şüphe duymuyorum. Bu üzücü ve bunaltıcı dönem noktalandığında çok güçlü bir milli veya toplumsal arzuyla parlamentomuzu yeniden yücelteceğimize inanıyorum.

COVİD-19’DAN SONRA NASIL BİR TÜRKİYE?

(U.D): Sizce COVİD-19’dan sonra Türkiye’de de her şey eskisi gibi olmayacaksa, ne olacak?..

(A.Ç): İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş bir parlâmenter sistem ve özgürlükçü bir anayasal hukuk devleti olacak. Bakın güçlü bir parlamenter sistem olsaydı ne olurdu? COVİD- 19’un bir pandemiye dönüşebileceği belli olur olmaz, ister tek parti, ister büyük ihtimalle olabileceği gibi, bir koalisyon hükümeti işbaşında olsun, meseleyi hemen masaya yatırırdı. Diyelim ki koalisyon hükümeti olsun! Hükümetin ortakları, kendi partilerinin iç yönetim kurullarında hadisenin nasıl gelişebileceğine ilişkin bilim insanlarından brifing alırlardı. Başta TTB ve Eczacılar Odası olmak üzere tüm ilgili STK’larla iş birliği yapılırdı. Sonra bakanlar ve teknokratlarla birlikte ekonomik boyutu da içeren bir eylem planı oluştururdu. 

(U.D): Peki bu rejimde cumhurbaşkanının rolü ne olurdu?

(A.Ç): Hazırlanan plânlar, anayasal tarafsızlığına sonuna kadar sadık Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında tüm muhalefet liderleri ile paylaşılırdı. Kimsenin dışlanmadığı milli mutabakat tesis edilir, belediyelerle birlikte topyekun bir seferberlik halinde tıkır tıkır işleyen bir mekanizmayla hayata geçirilirdi. Mesela sahra hastaneleri kurmak mesele olmazdı. Çünkü şerefli Türk Ordusu’nun kurumsal hafızası ve kabiliyeti hiçbir yandaş müteahhide ihtiyaç duymadan bu hastaneleri kurmaya yeterdi.

BİR KABUSTAN UYANIŞIMIZIN HİKAYESİ

(U.D): Tek ses çıkarmak, tümüyle birlik ve bütünlük içinde olmak mümkün mü?

(A.Ç): Tabii ki iktidar ortakları ve muhalefet tornadan çıkmış gibi tek ses olmazlar. Ancak tartışmalar ayrıştırıcı bir nefret diliyle yapılmazdı. Herkes Meclis’in yüce çatısı altında görüşlerini özgürce dile getirirdi. Anayasanın güvencesinde başta ifade ve düşünce özgürlüğü olmak tüm özgürlükler hayat bulur ve medya bütün türleriyle her türlü fikrin ve inancın hukuk garantisinin altında olmasının verdiği güvenle seslendirildiği mecralar olurdu.

(U.D): Bir rüyayı anlatır gibi anlattınız...

(A.Ç): Bu bir rüya değil, bir kabustan hep birlikte uyanışımızın muhtemel hikayesi. Yakın geleceğin siyaseti, bu umutla yeşerip hızla serpilecek. Hepimiz en geç 2023 Haziran’ından itibaren bu hikayenin kahramanları olacağız. Buna tüm kalbimle inanıyorum.