O kadar ürkütücüydü ki...

Hepimiz oturduğumuz binaların çökeceğini ve altında yitip gideceğimizi sandık...

Sarsıntı bittiğinde, hayatta olduğumuzu, ancak yer yer yükselen toz bulutlarından, bazı yapıların çöktüğünü anladık.

Bizler, tesadüfen başka yerde olanlar, deprem yönetmeliklerine uygun olarak inşa edilmiş binalarda bulunanlar ya da kentin tepelerindeki sağlam zeminlere yerleşmiş gecekondularda yaşayanlar kurtulmuştuk.

Peki ya domino taşları gibi birbiri üstüne devrilen çok katlı apartmanların enkazlarında  ölümle kalım arasında gidip gelen talihsizler?..

Onlar nasıl kurtulacaklardı?

Arama kurtarma ekipleri bir anda kilitlenen trafiği aşıp felaketzedelerin imdadına nasıl yetişeceklerdi?..

★★★

Neyse ki bilinçli yurttaşların yol vermeleri, trafik polislerinin olağanüstü çabalarıyla yollar açıldı ve onlar, “Sesimi duyuyor musunuz” anonslarına iniltilerle cevap verecek depremzedeleri kurtaracak olan arama-kurtarma ekipleri geldiler...

AFAD’çılar, UMKE’ciler (Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi), AKUT’çular, JAK’lar (Jandarma Arama Kurtarma), İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı itfaiyeciler, küçük boşluklara girmeyi kolaylaştıracak 98 santimlik boyuyla Rıdvan Çelik gibi koca yürekli gönüllüler, onların güvenliğini sağlayıp, terk edilmiş binaları hırsızlardan ve yağmacılardan koruyacak polis ekipleri, dakika geçirmeden görevlerine başladılar.

★★★

Günlerce hiç durmaksızın çalıştılar. Uyumadan, dinlenmeden, çoğu kez birkaç saatlik kestirmeyle yetinip, can kurtarmak için yarıştılar. Çok da başarılı oldular. Hata tüm umutların bittiği anlarda minik Ayda’ları kurtarıp, hepimizi ağlatan mucizeler yaşattılar.

★★★

İşleri bitince, arkalarında onları yaşamları boyunca hep minnetle anacak canlar, unutulmaz anılar ve İzmir’de yaşayan herkesin gönülden gönderdiği kucak dolusu sevgiler bırakıp,  geldikleri gibi sessizce gittiler...

İşte o kahramanlardan birinin İzmir depremi güncesinden bazı satırlar:

★★★

- “Bir bardak çay almak için Starbucks Cafe’ye giren ekip üyemize, “Hepiniz gelin abi, bir kahvemizi içmeden bırakmam” diyen gönlü zengin Starbucks çalışanı...

★★★

- Sıcak çorba için sıraya giren arkadaşımıza “Lütfen siz sıraya girmeyin oturun, bizim için buradasınız. Ben çorbanızı getiririm” diyerek görevlilere kızan güzel vatandaş...

★★★

- İstirahat sırasında çikolata ikram eden, arkadaşımızın “Teşekkür ederim almayayım, şimdi yedim” demesi üzerine, çikolata kabinini açarak “Abi benim elimden yemedin, lütfen bunu da ye” diyerek arkadaşımızın ağzına tıkıştıran sevimli, konuksever çocuk...

★★★

- Evinde pişirdiği yemeği getirip “Evlatlarıma yapar gibi yaptım, lütfen bundan yiyin” diyen anamdan farksız teyzeler...

★★★

- Bir çadırın kenarındaki dinlenme anında sigara içen arkadaşlar rahatsız olmasın diye, onlara göz kırparak, çekim yapan haber ekibini “Bakın haberciler, size bir şey göstereceğim” deyip, başka yöne götüren emekli öğretmen amca...

★★★

- Ellerinde simit, boyoz, çay, kek ve lokma ile dolaşarak bize ikram etmeye çalışan, ilgilerini hiç eksik etmeyen genç kızlar, erkekler...

★★★

- Sanki hepimiz ünlü bir sanatçı ya da popüler kişiliklermişiz gibi her fırsatta bizimle fotoğraf çektirmek için fırsat kollayan İzmir halkı...

★★★

- Bayraklı’da bizden para istemediklerinden, Bornova’ya giderek yorgunluk ve grip başlangıcı için aldığım ilaçların ödemesini yapmak istediğimde  “Ne borcu? Olur mu, siz bizim için buralara kadar gelip hayatınızı tehlikeye atarak nice canlar kurtardınız... Başka bir şey lazım olursa bizim motor kuryemiz var, lütfen bu karttaki numaraya telefon edin ben hemen yollarım” diyerek kapıdan yolcu eden Akhisar Eczanesi’nin fazilet timsali insanları...

★★★

Ve bunlar gibi nice göz yaşartan anılar...

★★★

Ah canım İzmirlim, sizin için, bu millet için, değil hastayken, ölüm döşeğinde bile on canımız olsa, onunu da veririz...

Ne güzelsin ülkem...

Sen ne güzelsin halkım...

Sen çok yaşa Türkiye’m...”