İYİ Parti’nin Güvenlik Politikaları’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Aytun Çıray’dan “Suriye Krizi” konusunda çarpıcı açıklamalar:


Sevgili okurlarım,

İYİ Parti Milli Güvenlik Politikaları Başkanı İzmir Milletvekili Aytun Çıray, aşağıda okuyacağınız söyleşimizde Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Moskova Mutabakatı konusunda çarpıcı değerlendirmelerde bulundu…



UĞUR DÜNDAR (U.D): İdlib’deki çatışmalarda kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve milletimizi derinden yaralayan acı olay yaşadık, şehitler verdik. Televizyon programımda ve sosyal medyada da belirttiğim gibi üzüntüden günlerce gözümüzü uyku tutmadı. Nihayet Moskova’da bir ateşkes imzalandı. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

AYTUN ÇIRAY(A.Ç): Sayın Dündar, çatışmasızlık her zaman iyidir. Son bir ayda esasen 59 şehit verdik. O nedenle ateşkese gelmeden önce “Suriye’de ne işimiz vardı” sorusunu tekrar hatırlatmak zorundayım. Bu soruyu hafızalara öyle kazımalıyız ki, bir daha böyle hatalara kimse tevessül etmesin. Milletimizin istikbalini, çocuklarımızın canını kimse kumar masasına süremesin. Nitekim bu sorumuzu haklı kılan bir olay da oldu Moskova’da… Sn. Erdoğan Dışişleri Bakanları’na; “Eset’le konuştunuz mu” dedi. Yani gelinen nokta bizim yıllardır savunduğumuz ve Sn. Akşener’in, “Gerekirse devlet görev versin ben gidip Esat’la konuşayım” dediği nokta. Sonuç ne? AKP iktidarı ayrıldığı limana dönmek istiyor ama limanın da yeri değişmiş! Suriye’de tam sekiz yıldır takip edilen yanlış politikalarda ısrar edilmesinin trajik sonuçlarını yaşıyoruz. Ayrıca ortada provokatörlerin her an bozabileceği bir çatışmasızlık molası var.

(U.D): Diğer partilerin sözcüleri gibi sizin de basına yaptığınız açıklamaları dikkatle takip ediyorum. “Devleti destekliyoruz” yerine “Mehmetçiği ve Milleti” destekliyoruz, diyorsunuz. Nitekim Suriye ve Irak tezkereleri hakkında konuşurken de; “Biz bu tezkereyi Milli Savunma Bakanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’na emanet ediyoruz” demiştiniz. Bu yeni söylemle nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?

SURİYE İLE AÇIKÇA, RUSYA İLE ÖRTÜLÜ BİR SAVAŞTAYIZ

(A.Ç): Klasik devlet yapısının yerini, kuvvetler birliğinin Sayın Erdoğan’da vücut bulduğu bir ucube sistem aldı. Bu durumda yaşadığı bütün travmalara rağmen ayakta kalabilen ordumuza güvenmeyip ne yapacağız? Verilen görevleri yerine getiriyor. Hem de hava desteği almadan ve yanlış siyasi kararlar sonucunda şehitler vermek pahasına. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Rusya güdümlü bu alçakça saldırının hemen ardından bölgede büyük bir karşı operasyon başlatmış olması muazzamdı. Bölgedeki gözlem noktalarında bulunan Mehmetçiklerimiz için hayatiydi. ‘Bahar Kalkanı’ adı verilen bu harekât esasen Suriye’de daha önce terörist örgütlere karşı girişilen operasyonlardan çok farklı bir anlam taşıyordu.

(U.D): Bahar Kalkanı Harekâtı’nın farklı bir anlam taşıdığını söylerken, onu Barış Pınarı Harekâtı’ndan farklı kılan neydi?

(A.Ç): Uğur Bey, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Barış Pınarı Harekatı’nda Fırat’ın doğusunda ABD tarafından desteklenen PKK’nın Suriye kolunu bölgede etkisizleştirmeyi hedeflemiştir. 36 Mehmetçiğimizin şehadetinden hemen sonra başlatılan Bahar Kalkanı Harekatı’nda ise durum bambaşkadır. Bu harekat ile Suriye güçlerinin Soçi Mutabakatı’nda belirlenen sınırlara, yani TSK’nın gözetim noktalarının dışına çıkarılması hedeflenmiştir. Harekata yol açan ve 36 Mehmetçiğimizin şehadetine neden olan hava saldırısı Rusya inisiyatifinde gerçekleşmiştir. TSK aslında, Moskova Mutabakatı imzalanıp yürürlüğe girdiği ana kadar Suriye Arap Cumhuriyeti Ordusu’yla açıkça, hava saldırısı sonrasında pasif bir pozisyon almış olsa da, Suriye’deki Rusya güçleriyle örtülü şekilde de facto bir “savaş hali” yaşamıştır.

ACİLEN TOPLASAYDILAR MECLİS ONLARA MOSKOVA İÇİN GÜÇ VERİRDİ

(U.D): Doğrusu biz vatandaşlar, şehitler verdiğimiz belli olur olmaz, Meclis’in hemen toplanmasını bekledik. Çünkü başkomutanlık onun manevi uhdesinde. Ne yazık ki toplanamadı. Size göre toplansaydı Moskova’ya giden süreçlerde ve Moskova’da işler daha farklı mı olurdu?

(A.Ç): Şüphesiz çok farklı olurdu Sn. Dündar. Ne yazık ki Meclis Başkanı yetkisinin verdiği azami zamanı kullanmayı tercih etti. Durum böylesine ciddi bir seyir almışken, meselenin saray yönetimi tarafından derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirilmemesi çok vahim bir hata olmuştur. Sayın Cumhurbaşkanı, olayın Türk Milleti tarafından öğrenilmesini geciktirmeye çalışmak yerine, 36 şehit verdiğimiz 27 şubatın ertesi günü Meclis Genel Kurulu’nu olağanüstü toplamalıydı. Açık bir oturumda Türk Milleti’nin temsilcilerini ve doğrudan doğruya Türk Milleti’ni bilgilendirmeliydi. Böyle yapsaydı yüce Meclis’in gür ve kararlı sesinin büyüttüğü kudretle muazzam bir moral motivasyona ulaşırdık. Bu moral motivasyon etkilerini ta Kremlin Sarayı’ndaki despot iktidar aktörüne kadar gösterirdi. Bu da bizi Moskova’da Suriye yönetimiyle tamamen eşitleyen bir bakışa maruz kalmamızın önüne geçmiş olurdu. Yani Moskova mutabakatı sağlam olurdu. Şüphesiz bu hata, ‘yurtta barış dünyada barış’ ilkesinden tamamen uzaklaşılmış olmasının bir sonucudur. Ancak bu uzaklaşmanın bedeli, her geçen gün ağırlaşmaktadır.  Türk Milleti’nin geleceğini kuracak yeni kuşaklara İdlib’de 59 Mehmetçiğimizin şehadetinde somutlaştığı gibi, telafi edilmesi imkansız zararlar vermektedir.

PUTİN’İN ÖZÜR DİLEMESİ SAĞLANMALIDIR

(U.D): Peki sonrasında yaşanan Moskova süreçlerini ve orada heyetimize gösterilen saygısızlığı nasıl değerlendiriyorsunuz?

(A.Ç): Moskova süreci skandal aslında. Bir pilotu öldüğünde Rusya, bizim Büyükelçimizi çağırıp nota vermişti. Ruslar bizim askerlerimizi şehit ettiklerinde -ki bunu bizim yetkililer böyle ifade ettiği için biliyoruz- bizimkiler 5 Mart 2020’de, Sn. Erdoğan’la görüşmesi için Vladimir Putin’i zoraki ikna ettiler. Bu durum Moskova görüşmelerinde de maalesef kendisini açığa vurdu. Rus basınından görüşmenin hemen öncesine ilişkin Youtube’a yansıtılan görüntüler Türkiye’yi yönetenler açısından son derece aşağılayıcı, Türk milleti açısından yaralayıcıdır. Rusya gibi büyük bir devlete yakışmamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı derhal Putin’nin özür dilemesini temin etmelidir. Büyük fotoğrafa baktığımızda ise Moskova sözde ek protokolü ile biz Soçi Mutabakatı’nın çok gerisine düştük. Esasen Soçi bitti! Üzülerek göreceğiz ki; Rusya ve Suriye bir süre bekleyip bizi sınırlarımıza doğru itmeye çalışacaklar.

ERDOĞAN GERÇEKÇİ ÇÖZÜMLER ÜRETEMEZ

(U.D): Peki niye? Sn. Cumhurbaşkanı ülkesinin ve kendi siyasetinin başarılı olmasını neden istemesin?

(A.Ç): Yıllar önce FETÖ’cülerin yaptıklarını şimdi başka gruplar yapmaya başladılar. İnsan doğasını iyi bildiklerini tahmin ettiğim bu yeni odaklar da, Sn. Erdoğan’ın radikal ihvancı ideolojik takıntılarını kaşıyorlar. Sn. Erdoğan da tekçi, çoğulculuk karşıtı ve anti-diplomasiyi marifet sayan dış politika anlayışı nedeniyle gerçekçi çözümler üretemez. Sayın Cumhurbaşkanını bir kere daha “zararın neresinden dönülürse kârdır” sözündeki ata bilgeliğine ve profesyonel diplomatlara kulak vermeye davet ediyorum.

“REJİM GÜÇLERİ” GİTTİ, “SURİYE ARAP CUMHURİYETİ” GELDİ

(U.D): Gelelim son Moskova Mutabakatı’na… Siz Soçi’nin gerisine düştük diyorsunuz ama, mutabakat aslında Soçi’nin ek protokolü değil mi?

(A.Ç): Soçi Mutabakatı’nın bir ek protokolüymüş gibi sunulmaya çalışılsa da, öyle değildir. Üç maddeden ibaret metniyle Soçi’nin çöpe atılmasından başka bir anlam ifade etmemektedir.  Bu metne göre “Rejim” unsurları ele geçirdiği bölgelerden çekilmeyecek. Bölgedeki TSK unsurlarının konum ve hareket tarzları hakkında durum açık değil. Bölgedeki IŞİD artığı teröristlerin eritilmesi ve El Kaide’nin Suriye versiyonu Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ)  etkisizleştirilmesi, Türkiye’nin sorumluluğunda bırakıldı. Daha da önemlisi bu metinde bölgeden gelebilecek sığınmacılarla ilgili bir tedbir yok. Yani Moskova bizim için kesin bir başarısızlık. Bakın imzalanan metnin ilk cümlesindeki “Suriye Arap Cumhuriyeti’nden”  tanımlaması ile “Rejim güçleri” tanımlamasından geri adım attık. “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini yineleyerek” tabiri ise; Sayın Cumhurbaşkanı’nın saplantılı Suriye’de rejimin değişmesi söylemi ile çelişmektedir.

İDLİB İLE FIRAT’IN DOĞUSU İLİŞKİLİDİR

(U.D): Sn. Çıray eleştirileriniz önemli. Ama okurlarımız sadece eleştiri ile yetinilmemesini, çözümlerinin de ortaya konmasını istiyorlar. Yani sizin, İYİ Parti’nin çözüm önerileri ne?

(A.Ç): Sonuçta Moskova Mutabakatı ile, kendisinden metin içinde Dışişleri Bakanımızın açıkça dünyada tanındığı ismiyle “Suriye Arap Cumhuriyeti” diye zikredilen Suriye yönetimi, İdlib bölgesindeki hakimiyet alanını, egemen devlet olarak, destekleyicisi Rusya sayesinde bir kat genişletmiş bulunmaktadır. Bu kabul edildiğine göre, yapılması gereken şey, Suriye Arap Cumhuriyeti hakimiyet ve kontrol alanı içinde kalan gözetim noktalarımızın Türkiye’nin sivil halk için bir tür güvenli bölge olarak düşündüğü alanlara çekilmesidir. Ancak İdlib ile Fırat’ın doğusunda olup bitenleri tamamen birbirinden bağımsız düşünemeyiz…

(U.D): Nasıl?

(A.Ç): Mutabakat, “BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak nitelenen tüm grupların ortadan kaldırılması kararlılığına” vurguda bulunmaktadır. Yapılan vurgulamanın gücü ve Türkiye’nin mutabakatın garantörlüğünü üstlenen iki devletten biri olması, TSK’yı bölgede bir dizi silahlı saldırının ve provokasyonun hedefi haline getireceği muhakkaktır. Bu nedenle Türkiye, Fırat’ın doğusunda hayata geçirmekte olduğu projeleri nedeniyle İdlib çatışmalarından büyük fayda gören diğer süper gücün istihbarat unsurları tarafından desteklenen terör yapılanmalarının hedefindedir. Yani ateşkes her an bozulmaya ve zincirleme terör reaksiyonlarıyla yerle bir edilmeye adaydır. Bu nedenle, Türkiye artık Moskova Mutabakatı’yla meşruluğunu tanıdığını açıkça deklare ettiği Suriye Arap Cumhuriyeti’yle doğrudan, yani Rusya’nın aracılığına ihtiyaç duymadan temasa geçmeli ve diplomatik ilişkilerini yeniden eksiksiz bir şekilde tesis etmelidir.

ATEŞKESİ BİR BARIŞ FIRSATINA DÖNÜŞTÜRMEK İÇİN İYİ PARTİ OLARAK HER KATKIDA BULUNMAYA HAZIRIZ!...

(U.D): Yani Türkiye, sizin başarısızlık olarak nitelediğiniz Moskova Mutabakatı’ndan bir fırsat çıkarabilir mi?

(A.Ç): Deneyiminizle tedaviyi benden önce tanımladınız. Süper güçlerin terör yapılanmalarını kullanarak Türkiye’yi ve bölge ülkelerini istikrarsızlaştırmalarını ancak böyle minimize edebiliriz. Bu, mevcut geçici koruma altındaki beş buçuk milyon Suriyelinin belli bir dönem içinde ülkelerine dönmelerinin koşullarını tesis edebileceği gibi, İdlib’ten gelmekte olan muhtemel milyonların da göçünün önünü keser. Bunun hukuktan ekonomiye ağır bir kriz içinde olan Türkiye’yi önemli ölçüde rahatlatacağını söyleyebiliriz. Elbette bütün bunların temel koşulu, saray rejiminin “Siyasal İslâmcı” ideolojik saplantılardan arınması ve dış politikaya yön veren anti-diplomasiyi derhal terk ederek ‘yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesinin bilgili ve donanımlı diplomatlarına görev vermesidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in tüm parti liderleriyle aynı anda veya tek tek bir araya gelmeye davet etme çağrısını dikkate alarak düğmeye basabilir.