Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Libya’daki askeri gelişmeler konusunda Ankara’yı uyarıyor

Sevgili okurlarım,

Libya’da Türkiye ile Rusya’yı doğrudan karşı karşıya getirme riski taşıyan vahim gelişmelere tanık oluyoruz. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Libya’nın meşru hükümeti olarak tanınan ve Türkiye tarafından desteklenen Trabulus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) askeri birlikleri, Tobruk merkezli General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) kontrolündeki stratejik öneme sahip Vatiyye Askeri Hava Üssü’nü ele geçirdi. General Hafter’i destekleyen Rusya’nın bu gelişmeye tepkisi, derhal 6 adet Mig-29 ve 2 adet Su-24 savaş uçağını Libya’da konuşlandırmak oldu. Bunu Hafter’in hava kuvvetleri komutanı El Canişi’nin “Tüm Türk hedefleri ve çıkarları  savaş uçaklarımızın meşru hedefleridir” yolundaki tehdidi izledi. Ankara, bunu sert ifadelerle yanıtladı.

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, Libya’daki bu tehlikeli durumun ne gibi gelişmelere yol açabileceğine odaklanacağız.

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, duayen gazeteci ve televizyoncu Uğur Dündar’ın Libya’daki gelişmeler hakkındaki sorularını yanıtladı.


UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ Libya’daki son askeri durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

HAFTER’E AĞIR DARBE

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Trablus’a saldırı karargâhı olarak kullanılan Vatiyye Üssü’nün düşürülmesiyle askeri ve psikolojik üstünlük sağlayan UMH birlikleri, Trabulus’u kuşatan Hafter kuvvetlerine ağır zayiat verdirerek püskürttüler. Bu şekilde güç dengesi UMH lehine değişti ve Hafter’in Trablus’u ele geçirme hayalleri de suya düştü. Hafter’in uğradığı hezimet, onu destekleyen Rusya, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Fransa’dan oluşan pakt içinde alarm zillerinin çalmasına ve telaşa düşen  Rusya’nın bölgeye 8 savaş uçağı göndermesine yol açtı.

(U.D.): Ankara’nın bu gelişmeden endişe duyduğu anlaşılıyor. Bu uçaklar ne amaçla kullanılacak?

(ŞE): Moskova uçakları iki değişik amaçla gönderilmiş olabilir. Birincisi, Hafter birliklerinin tamamen çözülüp dağılmaması için sırf onlara moral verme niyetidir. İkincisi ise, Hafter’in hamisi (koruyucusu) olan Rusya’nın uğradığı ağır hezimetin intikamını almak ve yeniden Trablus’u ele geçirmek için harekâtı başlatma amacını taşıyabilir. Eğer Rusya bu intikam ve hakimiyet hırsıyla hareket ediyorsa, o zaman Hafter hava üstünlüğünü yeniden sağlayabilir ve iç savaşın seyrini kendi lehine değiştirme imkânını elde edebilir. Eğer Moskova’nın niyeti buysa, ilk hedef olarak Vahiyye Üssü seçilir ve burası Türk uçak ve askerleri tarafından  kullanılamayacak şekilde tahrip edilir. Sonraki hedef, Trablus ve Misrate’daki Türk hava savunma sistemleri olur. Uçaklar ayrıca, Hafter birliklerinin kaybettikleri mevzileri kazanmaları için yapacakları saldırılarda onlara hava desteği vermek ve UMH birliklerinin lojistik ikmalini engellemek için de kullanılabilir. Rusya bu niyetle hareket ederse bu durum, Türkiye ile Rusya arasında hava üstünlüğünü sağlamak için çok tehlikeli ve yıpratıcı bir yarış sürecine yol açabilir.

(U.D.): Ancak basında yer alan haberlere göre, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, 21 Mayıs’ta, Türk mevkidaşı Çavuşoğlu ile yaptığı telefon görüşmesinde ona Libya’daki  çatışmaların ateş-kes ilanıyla derhal durdurulmasını ve BM gözetimindeki müzakere sürecinin yeniden başlatılmasını önermiş. Sonra, Tobruk’taki Temsilciler Meclis’i Başkanı Agila Salih’e telefon ederek Libya krizinin askeri çözümü olmadığını, bu nedenle çözümüm barışçı yolla müzakere masasında aranması gerektiğini belirtmiş.

MOSKOVA, ANKARA’YA UÇAKLARIN KULLANILMAYACAĞI GARANTİSİNİ VERMELİ

(ŞE): Eğer Rusya, ateş-kes önerisi konusunda samimi ve dürüst ise Lavrov’un Çavuşoğlu’yla görüşmesinde şu yolda bir garanti vermiş olması gerekirdi: “8 uçağın gönderilmesiyle güttüğümüz amaç, Hafter’in kaybettiği mevzileri geri almak ve yeniden Trablus’a karşı harekâta geçmek için değildir. Esas amacımız, Hafter kuvvetlerine moral destek vermek, toparlanmalarını sağlamaktır. Bu bakımdan kesin kontrolümüz altında bulunacak bu uçakları uygun bir zamanda geri çekeceğiz.” Ankara’nın Moskova ile kesintisiz diyaloğu olduğuna göre, şimdiye kadar bu şekilde bir garanti alınmamışsa, hiç vakit kaybetmeden bu içerikte bir garanti talep edilmeli ve Libya’da F-16’ların konuşlandırılıp konuşlandırılmayacağına buna göre karar verilmelidir.

(U.D.): Rusya, “Libya krizinin askeri çözümü yok” derken, samimi mi?

(ŞE): Rusya eğer Türkiye’nin desteklediği Trablus’un yenilgiye uğratılamayacağı kanısına varmışsa müzakere yolunu tercih eder. Esasen Rusya 15 Ocak’ta  Türkiye ile birlikte Moskova’da müzakere sürecini başlatmak için ciddi bir adım atmış, fakat Hafter, toplantıyı yarıda bırakarak kaçmıştı. Kaçmasının önde gelen bir nedeni Fransa’nın da desteklediği Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Türkiye’nin ağırlığını koyabileceği bir barış masasını istememelerinden ileri geliyor.

MISIR, SUUDİ ARABİSTAN VE BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ TÜRKİYE’YE KARŞI DÜŞMANCA TAVIR İÇİNDELER

(U.D.): Bu üç Arap devleti ülkemize neden bu kadar düşmanlar?

(ŞE): 90 milyonluk nüfusuyla Mısır, devasa petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan 6,5 milyon nüfuslu komşusu Libya’yı kendi nüfuz alanı olarak görüyor ve Hafter’e siyasi ve askeri destek vermek suretiyle ülke üzerinde kontrol sahibi olmayı hedefliyor. Ayrıca Mısır Devlet Başkanı Sisi, bir Müslüman Kardeşler koalisyonu olarak gördüğü UMH’ni şahsen kendisinin ve yönetiminin can düşmanı addediyor. Bu nedenlerle Mısır, İhvancı olarak baktığı AKP iktidarının Trablus’a yardım amacıyla müdahalesini düşmanca bir hareket olarak görüyor. Güçlü bir hava kuvveti ile zırhlı birliklere sahip olan Mısır, şartların müsait olması halinde, Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığına son vermek için harekete hazır olduğu izlenimini veriyor. Kaşıkçı olayı nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aşırı kin ve gayz (öfke, hiddet) besleyen Suudi Arabistan yönetimi de, Mısır’ın yanında yer almakta ve kuklası BAE’yi kullanarak Hafter’in başarılı olması için yoğun gayret sarf etmektedir. Bu üç Arap ülkesi liderlerinin ortak saplantısı, diş biledikleri Erdoğan’a karşı Libya’da ezici bir zafer kazanmaktır. Tabii Rusya’nın desteği olmadan bunu yapmalarının zor olduğunu da biliyorlar. Fransa’nın tutumuna gelince; Kuzey Afrika’da sömürgeci bir devlet olan Fransa, Türkiye’nin bu bölgede sahne almasına tahammül edemiyor.

(U.D.): Rusya’nın bu üç Arap ülkesiyle Türkiye’ye karşı tam bir işbirliğine girmesi halinde, Libya’da savaşın büyümesi, derinleşmesi Türkiye’nin savaş ve ekonomik kapasitesini aşırı zorlamaz mı?

LİBYA’DAKİ TUZAĞA DİKKAT

(ŞE): İşte sizin tarif ettiğiniz bu olasılığa “Libya tuzağına düşmek” denir. Sonu gelmez bir tırmanma sürecini başlatacak, yıpranma savaşına dönüşecek  böyle bir  gelişme, Türkiye’yi tüketir ve çok ağır bedeller ödetir. Ben bu “Libya tuzağına düşme” riski nedeniyle Libya’ya müdahaleyi hep çok tehlikeli gördüm ve bu yılın başında yaptığımız bir söyleşide  bundan uzak durulmasını önerdim. (SÖZCÜ, 11.01.2020). Libya keşmekeşine ilişkin olarak şu iki önemli gelişmenin de altını çizmek isterim: Birincisi, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in, NATO’nun Trablus Hükümeti’ne destek vermeye hazır olduğu yolundaki demecinden sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la da telefonla görüşerek talep halinde UMH Başbakanı Sarraç’a destek verebileceklerini belirtmesidir. İkincisi de, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun UMH Başbakanı Sarraç ile görüşmek suretiyle, ABD’nin pozisyonunun Trablus Hükümeti ile Türkiye’nin yanında olduğunu ortaya koymasıdır. Bu gelişmeler Rusya’nın dikkatle değerlendirmesi gereken mesajlar içeriyor. Rusya’nın NATO’nun bu savaşa müdahil olması riskini göze alarak güney komşusu Türkiye ile Libya’da vekâlet savaşına girmesinin akıl kârı olmadığı açıktır. Yani gelişmeler, Libya krizinde Türkiye ile Rusya için akıl yolunun, aralarında yapıcı diyaloğu canlı tutmaktan, askeri güç üstünlüğü yarışından kaçınmaktan ve Libya’nın birlik ve bütünlüğünü hedef alan politikalar izlemekten geçtiğini gösteriyor.

(U.D.): Peki, üç Arap ülkesinin tutumuna karşı ne yapılabilir?

İSRAİL TÜRKİYE’YE İŞBİRLİĞİ MESAJLARI VERİYOR

(ŞE): Bildiğiniz gibi Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki haklarından mahrum etmek ve ülkemizi Antalya körfezine hapsetmek  amacıyla  kurulan ve AB’nin de  güçlü desteğinden yararlanan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Fransa’dan oluşan bir pakt var. Ankara bunu “şer ittifakı” olarak tanımlıyor. Önceleri bu pakt üyeleriyle hareket eden İsrail tutumunu değiştirdi ve halen bunların söylem ve eylemlerine katılmadığı gibi, Türkiye’ye dostluk ve işbirliği mesajları iletiyor. Kanımca Türkiye, İsrail’in bu açılımını değerlendirmeli ve Türkiye ile İsrail arasında vaktiyle geçerli olan “ortaklık ve işbirliğinin” canlandırılması doğrultusunda gerekli adımları atmalıdır. İsrail ile ilişkilerin düzelmesi,  “şer ittifakını” etkisiz hale getirerek Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dengelerin ülkemiz lehine oluşmasına imkân verecek bir sürece yol açar ve İsrail ile enerji alanında stratejik önemde projeler için işbirliğinde bulunmamızı sağlar. Ayrıca bugünün konjonktüründe güçlü İsrail lobisinin desteğinden yararlanmadan ABD Kongresi’ndeki Türkiye aleyhtarı havayı değiştirmenin mümkün olmadığını da unutmayalım!..

(U.D.): İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planı Ankara’nın İsrail ile olası yaklaşım kararını etkilemez mi?

(ŞE): Filistin halkının trajik ve travmatik kaderine ve yaşadığı ağır mağduriyete halkımızın gayet duyarlı olduğu bir gerçektir. İsrail, halkımızın bu hassasiyetini anlamalı, saygı duymalı ve Türkiye’nin Filistin’e her türlü insani yardımda bulunmasına imkân sağlamalıdır. Fakat iki devlet de akılcı  “realpolitik”  bir yaklaşımla, kritik önemdeki stratejik çıkarlarının Filistin sorunu tarafından rehin almasını önlemelidirler.