Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan çarpıcı uyarılar...


Sevgili okurlarım,

Sonuçları merakla beklenen Avrupa Birliği’nin (AB) 10-11 Aralık tarihlerindeki Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nden Türkiye’ye yaptırım kararı çıkmadı. Oysa bu hususta yapılan tahminler, Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile destekçilerinin baskısıyla AB’nin Türkiye’ye sert yaptırımlar uygulama kararı alacağına işaret ediyordu. AB kararını yorumlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB Zirvesi’nden birkaç ülkenin beklentilerine uygun sonuç çıkmadığını belirtti. Erdoğan “Çünkü talepleri  haklı değildi. Sağ olsun, AB’deki aklı selim sahibi ülkeler burada olumlu bir tavır ortaya koyarak, bu oyunu boşa çıkardılar” dedi. AB kararını olumlu olarak değerlendiren ülkemiz iş alemi de, “Hükümet tarafından yapılacağı açıklanan reformların gerçekleştirilip uygulanması halinde AB  ile ilişkilerin rayına  oturabileceği” umuduna kapıldılar...

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la bugünkü söyleşimizde, Türkiye’nin kritik dönüm noktasındaki AB ile ilişkilerinin durumunu ve bu bağlamda Doğu Akdeniz’de karşılaştığımız sorunlara ilişkin gelişmeleri ele alacağız...

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Türkiye’nin kritik dönüm noktasındaki AB ile ilişkilerinin durumunu ve bu bağlamda Doğu Akdeniz’de karşılaştığımız sorunlara ilişkin gelişmeleri Uğur Dündar’a anlattı.


UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, AB zirvesinde alınan kararı nasıl yorumluyorsunuz? AB bundan sonra aramızdaki sorunlara daha anlayışlı bir yaklaşımla mı bakacak?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Zirvenin sonuç bildirgesinde “Avrupa Birliği Türkiye ile diyaloğa fırsat tanımak istiyor” denildi. Bu yaklaşımla ve başta Almaya, İspanya, İtalya olmak üzere birçok başka devletin de desteğiyle Yunanistan’ın sert yaptırım talepleri kabul görmedi. AB bu kararıyla, Türkiye’ye 2021 Mart ayına kadar son bir mühlet veriyor. Bu süre zarfında Türkiye izlenecek ve Doğu Akdeniz’le ilgili olarak kendisine dayatılan şartlara uyması ve gereken adımları atması beklenecek. Türkiye ile ilgili gözlemler üzerine, ABD’de işbaşına gelen Biden yönetimi ile yapılacak istişareleri takiben, yaptırımlar konusu tekrar AB’nin 2021 Mart Zirvesi’nde ele alınacak.

(UD): AB liderlerinin 1-2 Ekim Zirvesi’nde Türkiye’ye verilen ültimatomda bir değişiklik yok. Bu kararın içeriği hakkında zihnimizi tazelememiz yararlı olacak.

AB’NİN HAVUÇ VE SOPA YÖNTEMİ

(ŞE): 1-2 Ekim Zirvesi’nde AB Konseyi Başkanı Charles Michel, “Türkiye’ye ‘havuç  ve sopa yaklaşımının’ uygulanacağını” açıklamıştı. Bu deyim Türkiye’nin iyi davranışlarının ödüllendirileceği, kötü davranışlarının ise cezalandırılacağı anlamına geliyor. Bir parantez açarak, İngilizcesi “stick and carrot approach” olan bu deyimin, inatçı eşeklerin dirençlerinin kırılması için sopa ve havuç kullanılması yönteminden türetildiğini belirteyim. Halk dilinde de bu anlamda kullanılıyor. 1-2 Ekim zirvesi kararıyla AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendisinin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kıta sahanlıklarında yaptığı sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini “yasa dışı” olarak değerlendirmiş ve Ankara’nın bu tür faaliyetlere devam ederek Yunanistan’ın ve GKRY’nin deniz yetki alanlarını ihlal etmesi durumunda, 10-11 Aralık zirvesinde yaptırım uygulayacağı tehdidinde bulunmuştu. Bu şekilde Türkiye’ye sopayı gösteren AB, Ankara’nın yola gelmesi ve söz konusu faaliyetlerden vazgeçmesi durumunda ise, Türkiye’ye  havuç olarak “pozitif bir gündem” vaat etmişti. Bu vaatler, gümrük birliğinin güncellenmesi, vize serbestisinin müzakere edilmesi, göç anlaşmasının yenilenmesi ve Doğu Akdeniz için uluslararası konferans düzenlenmesini kapsıyordu. Ancak, Ankara’nın bu sözde “pozitif gündemi” kabul etmesi, Türkiye’nin yaşamsal nitelikte haklarından feragat etmesi sonucunu  doğuruyor.

(UD): Bu çok önemli hususu açar mısınız?

TÜRKİYE’NİN AB İLE MESELESİ MAVİ VATANLA BAĞLANTILI BEKA MESELESİDİR

(ŞE): Türkiye’nin “pozitif gündemi” kabul etmesi, Doğu Akdeniz’deki  sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini  sadece Yunanistan’ın ve Rumların müsaade ettiği alanlarda yapmaya razı olması demektir. Bu durumda Türkiye, BM’ye tescil ettirdiği kıta sahanlığı ile Libya’yla  yapmış olduğu münhasır ekonomik bölge anlaşmasından (MEB) doğan yetki alanlarını hukuk dışı ve yok hükmünde  saymış olacaktır. Bunun anlamı, Türkiye’nin AB’nin dayatmasıyla Mavi Vatan’dan vaz geçmeyi, Anadolu’ya hapsedilmeyi, stratejik bir kuşakla kuşatılmayı ve açık denizlerle bağlantılarının kesilmesini kabul etmesi demektir. Burada altını tekrar tekrar çizerek belirtmek isterim, AB ile meselemiz Akdeniz’deki enerji kaynaklarının ve yetki alanlarının paylaşılması  mücadelesine ilişkin bir  kriz olmaktan öteye Mavi Vatan’ın mevcudiyetiyle ilişkili varoluşsal bir beka meselesidir.

(UD): Şimdi 10-11 Aralık zirve kararına gelelim. Hükümetin bu karar karşısındaki tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ANKARA’DAN BİRBİRİNE ZIT İKİ AÇIKLAMA

(ŞE): Bu konuda Ankara’da iki ayrı makam tarafından iki değişik  ve birbiriyle çelişen açıklama yapıldı. Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamayla zirve kararını yanlı ve hukuka aykırı olarak niteledi ve reddetti. Ayrıca, “AB dürüst arabuluculuk rolünü üstlenmeli; ilkeli, stratejik ve aklıselimle davranmalıdır” önerisinde bulundu. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından yapılan açıklama ise, olumlu bir yaklaşım yansıttı. Kalın’ın açıklaması şöyle: “Türkiye, Yunanistan ile istikşafi müzakerelerde bulunmaya hazırdır. Türkiye ile AB arasında pozitif gündemin hâlâ masada olduğunun  vurgulanması  önemlidir... AB liderleri, Türkiye-AB  ilişkilerinin stratejik önemini kavrayarak ilişkileri tıkamaya yönelik hiçbir girişime geçit vermemelidir. Türkiye, Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi, AB üyeliğini stratejik bir öncelik olarak görmeye devam edecektir.  Bu süreçten sonra iki tarafın da pozitif gündeme odaklanması tüm tarafların çıkarına olacaktır.”

(UD): Açıklamaların birbiriyle zıt olmasını nasıl izah ediyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN TEPKİSİ YERİNDE

(ŞE): Bu durum iktidarın karşılaştığı ikilemi tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasıyla doğru bir tepki gösteriliyor, haksız ve tarafgir (yanlı) zirve kararı toptan reddediliyor. Ama sonra, AB ile ilişkilerin kopartılmasının yaratacağı endişe verici sonuçlar dikkate alınarak, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü tarafından, AB’nin ısrarla Türkiye’ye dayattığı “pozitif gündeme” odaklanmış istikşafi müzakerelerin başlanması öneriliyor.

(UD): Nedir bu endişe verici sonuçlar?

YUNANİSTAN’LA İSTİKŞAFİ MÜZAKEREYE OTURMAK DENİZ YETKİ ALANLARINI PAZARLIK KONUSU YAPMAK ANLAMINA GELİYOR

(ŞE): AB ile ilişkilerin kopması özellikle ekonomimizin dibe vurduğu bu dönemde çok ağır sonuçlar doğurur. Ama AKP iktidarının durumu “yağmurdan kaçarken doluya tutulma” deyimini andırıyor. Çünkü bugünün konjonktüründe Yunanistan’la istikşafi müzakerelere oturmak demek, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki meşru hak ve hukuka dayalı olarak sahip olduğu deniz yetki alanlarını pazarlık konusu yapması demektir. Doğu Akdeniz konusunda yaptığımız ve SÖZCÜ’de 7 Ekim’de “AB Türkiye’ye  Mavi Vatan Projesi’ne  Elveda Demeyi Dayatıyor!..”  başlığıyla yayımlanan söyleşimizde, istikşafi müzakerelerin niteliği ve koşulları konusunda detaylı bilgi vermiş ve bu tür müzakerenin kabul edilmesinin Türkiye’nin Mavi Vatan Projesi’ni ve stratejisini rafa kaldırmaya hazır olduğu anlamına geldiğini vurgulamıştım.

(UD): Zirve bildirgesinde Kıbrıs sorunu da ele alınıyor...

AVRUPA BİRLİĞİ KKTC’Yİ YOK SAYIYOR


(ŞE): Bildirgedeki ifadeler, Kıbrıs konusunda da AB’nin Yunanistan-GKRY ikilisine tam bir teslimiyetle hareket ettiğini yansıtıyor. Kıbrıs konusunda Türkiye muhatap alınıyor, ismi hiç telaffuz edilmeyen KKTC ise yok sayılıyor. Türkiye’nin kapalı Maraş’ı açması “tek taraflı bir adım” olarak değerlendiriliyor ve güçlü biçimde kınanıyor. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin 550 ve 789 sayılı kararlarına tam saygı göstermesi gerektiği vurgulanıyor. Bilindiği üzere 550 sayılı karar, Kıbrıs’ın kuzeyinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altındaki toprağı olduğunu kayda geçiriyor; 789 sayılı kararda ise Maraş’ın Kıbrıs Cumhuriyeti’ne geri verilmesi isteniyor. Bildirgede ayrıca, AB’nin, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik müzakerelerin BM himayesinde – BM Güvenlik Konseyi kararları ve AB’nin bu konudaki ilkeleri uyarınca-  yeniden hızla başlamasını desteklediği vurgulanıyor.

(UD): Yani AB bu açıklamayla, iki devletli çözüme kesinkes karşı çıktığını deklare ediyor.

(ŞE): Oysa Kıbrıs Türkü, Esin Tatar’ı Cumhurbaşkanı seçerek, yeni iradesini ortaya koymuştur. Bu irade, çözüm olarak, adadaki iki tarafın egemen eşitliği çerçevesinde iki devletli bir yapılanmayı desteklemektedir. Rum-Yunan ikilisinin federal sisteme dayalı bir çözümü desteklemekle güttükleri amacın, bu sistemi adanın tümünün “Yunanlılaştırılması” için bir araç olarak gördükleri artık ayan-beyan ortaya çıkmıştır. Ayrıca, federal sisteme dayalı çözüm müzakereleri  1977’den beri  başarısızlıkla sonuçlanmıştır. BM’nin Türk-Rum Federasyonu planının 2004’te Rumlar tarafından reddedildiği de unutulmamalıdır.

(UD): Tarafların Kıbrıs sorununa bakış açılarında bu denli zıtlık varken Doğu Akdeniz konulu çok taraflı bir konferans gerçekleştirilebilir mi?

BIDEN DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ, LİBYA VE SURİYE’DE ATACAĞI ADIMLAR ABD VE AB TARAFINDAN MÜŞTEREKEN DEĞERLENDİRİLECEK

(ŞE): Yunanistan ve GKRY, KKTC’nin konferansa katılmasını veto ederek engellemek isteyecekleri kesindir. Bunun ön hazırlığını da, Güvenlik Konseyi’nin, Kuzey Kıbrıs’ın, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altındaki arazisi olduğunu tescil eden 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararını bildirgede belirterek yapmış bulunuyorlar.

(UD): Bildirgedeki “AB, Türkiye ve Doğu Akdeniz’deki durumla ilgili konularda ABD ile koordinasyon içinde olmayı amaçlayacaktır” ifadesini nasıl yorumluyorsunuz?

(ŞE): Biden ve çevresi tarafından yapılan  dış politika açıklamalarıyla, Trump döneminde AB ile bozulan  ilişkilerin onarılacağı ve Atlantiğin iki yakası arasındaki  işbirliğinin canlandırılacağı hususunda mesajlar verildiği anımsanacaktır. AB, hem bu işbirliği önerisine olumlu bir yanıt vermek, hem de önemli bir NATO üyesi olan Türkiye’ye yönelik kritik kararlarının  sorumluluğunu paylaşmak  amacıyla bu ifadelere bildirgede yer vermiştir. Bu münasebetle “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik Raporu”na değinmem yararlı olacak. NATO bünyesinde bir uzmanlar grubu tarafından  hazırlanan bu rapordan yeni NATO stratejik konseptinin oluşturulmasında yararlanılacak. Rapor, NATO ve AB arasındaki güven ve anlayışın  en üst düzeyde yeniden  canlandırılmasını  ve NATO ile AB’nin ortak ilgi alanlarına giren meselelerde iki taraf arasında sağlam bir ilişki kurulmasını ve yoğun istişareler yapılmasını öneriyor. Yani önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e, Libya’ya ve Suriye’ye  yönelik siyaseti bağlamında atacağı adımlar, ABD ve AB tarafından  müştereken değerlendirilecek ve  bu konularda Türkiye’ye karşı politikalar birlikte oluşturacak ve uygulanacaktır. Bu durum, belirttiğim üç alanda Türkiye’nin karşılaştığı dış baskıların artacağına işaret ediyor.