Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Mehmetçiğin Libya’ya gönderilmesi konusunda ciddi uyarılar:
Sevgili okurlarım,
Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile yapacağımız bugünkü söyleşimizde, Libya’daki durumu, iktidarın Libya’ya hangi gerekçelerle asker gönderdiğini, bunun risklerini ve Erdoğan-Putin ateşkes girişiminin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini irdeleyeceğiz. Ancak önce Sayın Elekdağ’dan ABD’nin İranlı General Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle patlak veren tehlikeli krizin özet bir değerlendirmesini yapmasını rica edeceğim.
★★★
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): 2020 yılının ilk iki haftası, bölgesel ve küresel nitelikte çok kritik ve tehlikeli gelişmelere yol açabilecek olaylara sahne oldu. ABD’nin Kasım Süleymani’yi katletmesine misilleme olarak İran, Irakta’ki iki ABD askeri üssünü füzelerle vurdu. İran dini lideri Hamaney, kamuoyunda oluşan yenilgi hissini gidermek için “ABD’ye bir tokat attık” dediyse de, saldırıya hangi üslerin hedef olacağı hakkında bilgilerin Tahran tarafından sızdırılması suretiyle ABD personelinin can kaybına uğramasının önlendiği ortaya çıktı. Saldırı sonrası basın açıklaması yapan Başkan Trump can kaybı olmadığını teyid etti ve tansiyonu düşürecek ılımlı mesajlar verdi. Kanımca İran pes etmiş değil. Zira, bölgede her ABD üssünü vurabilecek bir füze kapasitesine sahip olduğunu ortaya koymuş oldu. Ayrıca İran’ın tutumundan, ABD ile kozunu mahvına yol açabilecek topyekûn bir savaş yerine, elinin kuvvetli olduğu “asimetrik savaş” (güçsüz olan tarafın güçlüye karşı uyguladığı gayrı-nizami savaş) yoluyla paylaşmak istediği, bu nedenle krizi tırmandırmaktan kaçındığı anlaşılıyor. Trump’ın da, “İran’a, bana başkanlık seçiminde oy kazandıracak okkalı bir ders verdim, maksat hasıl oldu” düşüncesiyle tansiyonu yükseltmek istemediği belli ediyor. Esasen muhalefetteki Demokrat Parti de savaşa karşı çıkıyor. Bu durumda İran, yeni bir misillemeye girişmezse, krizin tırmanmasının şimdilik dondurulduğu söylenebilir.
UĞUR DÜNDAR (UD): Libya konusundaki söyleşimize, çatışan aktörlerin kimler olduğunu ve tutumlarının ne olduğunu ele alarak başlayalım.
BAŞBAKAN SARRAJ’IN HÜKÜMETİ MÜSLÜMAN KARDEŞLER (İHVAN) EĞİLİMLİ
(Ş.E.): Libya’da Muammer Kaddafi’nin 2011’de devrilip öldürülmesinden sonra ülkede çıkan iç savaşta birbirine hasım iki ayrı yönetim oluştu. Bunlardan biri; ülkenin batısında Trabulus’ta yerleşik, Birleşmiş Miletler tarafından meşru hükümet olarak kabul edilen ve Türkiye ile Katar ve İtalya tarafından desteklenen Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)... Türkiye bu hükümetle “deniz yetki alanlarının sınırlandırılması” ile “güvenlik ve işbirliği” mutabakat muhtıralarını imzaladı. Keza, UMH’nin talebi üzerine, Türkiye, TBMM tarafından 2 Ocak’ta kabul edilen tezkere uyarınca Trabulus’a asker göndermeye başladı. Başbakan Fayez el Sarraj önderliğindeki UMH, Müslüman Kardeşler (İhvan) eğilimli bir hükümet olarak tanınıyor. Libya’daki ikinci yönetim, Tobruk’ta yerleşik ve ülkenin doğusu başta olmak üzere yüzde 80’nini kontrol eden General Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu (LUO)…General Hafter, Mısır, Rusya, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Fransa tarafından destekleniyor. ABD’nin pozisyonu muğlak görünüyorsa da, CIA’nin maaş bordrosunda uzun süre yer almış olan Hafter’i desteklediği tahmin ediliyor. Trabulus’u kuşatma altına alan ve şehrin merkezine 8-10 kilometre mesafeye kadar yaklaşan Hafter kuvvetleri, Libya’nın zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarını da kapsayan yüzde 80’ini kontrol ediyor.
(U.D.): Muhalefet “Türkiye’nin Libya’da ne işi var ?” Türkiye iç savaşa taraf olmamalı”, diyerek, Mehmetçiğin bu ülkeye gönderilmesine karşı çıkıyor. “Türkiye’nin Libya’da ne işi var” diyenlere cevabınızı öğrenmek isterim.
DOĞU AKDENİZ’DE BÜYÜK GÜÇ MÜCADELESİ VAR
(Ş.E.): Türkiye’yi Libya konusunda harekete geçiren etkenin temelinde, Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesi yatıyor. Bu mücadelede karşımızda olan devletlerin oluşturduğu blok, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyılara sahip olan ülkemizin deniz yetki alanlarının gasp edilmesini ve Türkiye’nin kara suları ile Antalya Körfezi’ni kapsayan bir şeride hapsedilmesini hedefliyor. Ayrıca, Kıbrıs’ın deniz yetki alanlarının paylaşımında eşit haklara sahip olan Kıbrıs Türklerini yok sayan bir çözümü KKTC’ye ve Türkiye”ye “empoze” etmek istiyor. Bu görüşlerin arkasındaki AB, 2018’de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama amacıyla yaptığı sondaj çalışmalarına, yasa dışı oldukları gerekçesiyle tepki göstermişti. Fayez el Sarraj ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” Türkiye’nin kıta sahanlığının yasal sınırlarını saptamak ve bu kuşatılmışlığı kırmak amacıyla imzalandı... Yani, deniz yetki anlaşmasının mevcudiyeti Sarraj’ın iktidarda kalmasına bağlı. AKP Hükümeti Libya’ya asker göndermesini bu nedenle izah ediyor.
(U.D.): Peki, “Deniz Yetki Alanları Mutabakat Muhtırası”nda öngörülen hususlar Akdeniz’de fiilen uygulanabilecek mi?
DENİZ YETKİ ALANI MUHTIRASININ İMZALANMASI DOĞRU BİR HAMLE
(Ş.E.): Hemen belirtelim; Libya’daki meşru hükümet ile Deniz Yetki Alanı Muhtırası”nın akdedilmesi gerekli bir hamleydi!.. Ancak bu anlaşmaya karşı çıkan ve uygulanmasını önlemeye kararlı olan karşımızdaki hasım blok çok kuvvetli... 8 Ocak’ta Yunanistan, Güney Kıbrıs, Fransa ve İtalya Dışişleri Bakanları’nın katılımıyla Kahire’de yapılan toplantı bildirisinde. “Türkiye ile UMH arasında imzalanan her iki muhtıra da BM Güvenlik Konseyi kararlarını ve uluslararası hukuku ihlal ettiği gerekçesiyle hükümsüzdür” deniyor. Toplantıya istişari sıfatla katılan İtalya Dışişleri Bakanı bildiriyi imzalamadı. Ancak bildiriyi imzalayan dört devletin oluşturduğu bu cephe, East- Med boru hattı projesi nedeniyle AB, İsrail ve ABD tarafından da destekleniyor. Bunlara, Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesine Mısır’la birlikte şiddetle karşı çıkan Sudi Arabistan’ı ve BAE’yi de eklemek lazım.
(U.D.): Bu durumda Mavi Vatan üzerindeki haklarımızı nasıl koruyacağız?
BİZE HASIM CEPHE ÇOK KALABALIK
(Ş.E.): Gördüğüm kadarıyla Ankara bu konuda tam bir çıkmazda, bir ikilem içinde. Söylediklerim, Türkiye’nin Mavi Vatan üzerindeki egemenlik haklarının Libya’da Mehmetçiğin canı pahasına Sarraj Hükümeti’nin Hafter tarafından çökertilmesini önlemek suretiyle korunamayacağını ortaya koyuyor. Ankara’nın “Akdeniz’de siyasi üstünlük sağladık” sözleri de hiç gerçekçi değil!.. Karşımıza dikilen kalabalık hasım cephe karşısında Türkiye yapayalnız!.. Diplomasi yoluyla güçlü müttefikler kazanmadan Türkiye’nin bu mücadeleden kazançlı çıkması mümkün görünmüyor... Türkiye ile Rusya’nın ortak ateşkes girişiminin ne gibi sonular vereceğini görmek için, diplomasinin tam gücüyle devreye gireceği Şubat başında yapılacak Merkel önderliğindeki Berlin Konferansı’nı beklemek lazım. Ancak, ateşkesten somut bir sonuç çıkması ve diplomasinin etkili olması için, sahada güç dengesinin gerçekleştirilmesi şart. Libya’da ise denge fazlasıyla saldırgan Hafter lehine...
(U.D.): Hafter ‘Tezkere’nin TBMM tarafından kabul edilmesinden sonra gemi azıya aldı ve Trabulus Havaalanı’nı vurdu, 33 harbokulu öğrencisini öldürdü ve stratejik önemdeki sahil kenti
Sirte’ye girdi.
İSYANCI HAFTER’İN ASKERİ GÜCÜ BAŞBAKAN SARRAJ’DAN ÇOK FAZLA
(Ş.E.): Hafter, rakibi Sarraj’a nazaran sayı ve kalite bakımından üstün kara, hava ve deniz kuvvetlerine sahip bulunuyor. Ordusunun mevcudu 38 bin. Bunların 18 bini paralı asker. Envanterinde, Rus yapımı 300 tank ve 530 zırhlı askeri araç; çok sayıda uçaksavar ve roketatar; 20 savaş, 20 saldırı uçağı, 5 kargo uçağı, 27 askeri helikopter; 1 fırkateyn ve 4 devriye gemisi mevcut bulunuyor. Buna karşılık UMH kuvvetleri çok daha zayıf ve disiplinsiz!..
Bu bilgileri belirtmemin nedeni, Türk askerinin Libya’da hangi boyutta bir tehditle karşılaşacağı hakkında bir fikir vermek...
(U.D.): Gönderilecek askeri güç muhakkak ki Libya’da karşılaşılacak tehdidin boyutları çok dikkatli bir şekilde değerlendirilerek oluşturulmuştur...
SARRAJ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NE GÜVENİYOR
(Ş.E.): Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Libya’da karşılaşacağı tehdidi, Hafter’e müttefikleri tarafından sağlanacak desteğin de dikkate alınarak hesaplanması gerekiyor. Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi, Türkiye’nin Libya’ya müdahalesine karşı Hafter’e askeri yardımda bulunacağını birçok kereler açıkladı. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin Hafter’in arkasında olmalarının öncelikli nedeni İhvan düşmanlığı. Sisi, iktidarına ve hayatına karşı en büyük tehdidin, katliamlarla sindirmiş olduğu ve intikam için fırsat bekleyen İhvan hareketinden kaynaklandığı kanısında. Sisi, Fayez el Sarraj’ı Mısır’daki “İhvan’cı teröristleri” desteklemekle suçluyor. Bu nedenle İhvan eğilimli UMH’yi yok etmek, Sisi için hayati önem taşıyor.Keza bu nedenle Mısır, Hafter’i desteklemek için zırhlı birliklerin sahaya sürmekten ve hava kuvvetleriyle Sarraj ordusunu vurmaktan kaçınmayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diş bileyen Suudi Arabistan ile BAE de, ellerindeki zengin kaynaklarla Hafter’in yanında olacaklardır.
(U.D.): Bu ürkütücü bir tablo...Yani Türkiye Libya’da, karşısında sadece Hafter’i değil, Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı ve BAE’yi de bulacak diyorsunuz.
FRANSA VE İSRAİL HAFTER’E SİLAH VE İSTİHBARAT DESTEĞİ VEREBİLİR
(Ş.E.): Evet, öyle diyorum !.. Bu üç ülkeye ilaveten Fransa ile İsrail’in de Hafter’e el altından ciddi silah ve istihbarat yardımında bulunmaları beklenmeli. Tabii bu durum, Ankara’nın beklentisi olan olumlu senaryonun gerçekleşmesini engelleyen bir faktör olacak. Olumlu senaryoyu birkaç cümleyle tarif edeyim: Türk kuvvetlerinin Trabulus’a intikaliyle güç dengesi UMH lehine değişecek, birçok aşiret tutum değiştirerek UMH tarafına geçecek, morali yükselmiş UMH birlikleri Türk komutanların sevk ve idaresinde caydırıcı güç niteliği kazanacak ve sıcak temaslarda Hafter kuvvetlerini püskürtecekler. Güç kullanarak sonuç alınabileceği umudunu toptan kaybeden Hafter de bu durumda siyasi çözüm için masaya oturmayı kabul edecek.
(U.D.): Peki, bu olumlu senaryo neden gerçekleşmesin ?
(ŞE): Olumlu senaryo gerçekleşmeyecek, çünkü Hafter’i destekleyen devletler, güç dengesinin oluşmasına imkân vermeyecekler. Dengenin Türk tarafının lehine değişme gösterdiği her anda müdahale ile lehlerine çevirmeye yeltenecekler. Bu durumda Türkiye Libya’daki kuvvetlerini devamlı takviye etmek durumunda kalacak ve durum en iyi şartlarda bir yıpratma savaşına dönüşecek. Bu savaşta Türkiye’nin karşılaşacağı güçlüklerden biri de lojistik ikmal zorluğu olacak. Sınır komşumuz Suriye’de Türkiye, askerinin lojistik ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekmedi. Hava kuvvetlerini de gayet etkili bir şekilde kullandı. Dalaman Havaalanı”na 875 deniz mili mesafedeki Trabulus’tabir askeri operasyon ise, Türkiye için çok zahmetli, çok riskli, aşırı ağır maliyetli ve altından kalkılması çok güç bir sorun olacak.
(U.D.): Anlattıklarınız maalesef endişe verici…
MEHMETÇİK BU TEHLİKELİ MACERAYA SÜRÜKLENMEMELİ
(Ş.E.): Mehmetçik boş yere sonu felaketle bitecek bir maceraya sürüklenmemeli!.. Bu kadar hassas bir konuda bir hatam olmasın diye söyleşimizden önce her ikisi de F-16 pilotu olan ve kilit görevlerde bulunmuş bir general ve bir kurmay albayla tartıştım. İkisi de biraz değişik ifadelerle yaptığım analizi teyit ettiler. Görüştüğüm Albay Osman Başıbüyük’ün bu konuda yazılmış “Erdoğan İntihara Teşebbüs Etmek Üzere” başlıklı uzunca bir makalesi var. Özetinin özü şöyle: Türkiye’nin Libya’ya dengeleri kendi lehine çevirecek büyüklükte bir güç aktarması ve o gücü orada idame ettirmesi mümkün değildir. Libya’daki birliklerimiz çatışmaya girerse, onlara hava desteği sağlamakta ciddi sorunlarla karşılaşacağız. Hafter kuvvetleri Trabulus”un kenar mahallerine girdikleri için oradaki hiçbir üs, Türk uçakları için güvenli olmaz. Tunus ve Cezayir topraklarında üs tesis etme taleplerimize olumlu yanıt alamadık. Bu durumda askerimize hava desteği sağlama görevi Türkiye’den kalkacak uçaklara kalıyor ki bu da fiiliyatta mümkün değil. Uçaklarımızın olmadığı bir çatışmada kara birliklerimizin vereceği zayiat belki 10 katına çıkar. Hele karşı tarafın hava kuvveti varsa perişan oluruz.”
(U.D.): Albay Başıbüyük’ün bu değerlendirmesine resmi makamlardan bir itiraz gelmiş mi?
(Ş.E.): Zannetmiyorum. Makaleye internetten ulaşmak mümkün. Görüştüğüm hava generali de NATO karargâhlarında ülkemizi temsil etmiş değerli bir kişi. O da Albay Başıbüyük’ün değerlendirmesini harfiyen destekliyor.
(U.D.): Çarpıcı ve önemli değerlendirmelerde bulundunuz. Teşekkür ederim. Dilerim tek bir Mehmetçiğimizin bile burnu kanamaz ve bu tehlikeli durumlar yaşanmadan, diplomasi yoluyla bir çözüm bulunur. Ayrıca uyarılarınızın yetkili makamlarca değerlendirileceğini ümit ediyorum.Çünkü başka Türkiye yok!..