“Adı İsmail Kar idi, 38 yaşında, Çanakkale doğumlu...

Saçı-sakalı birbirine karışmış, aklında Anadolu’nun tüm türküleri gezinen, sazına, yurduna sevdalı kara-kuru bir adamdı. Yılları türkü barlarda saz çalmakla geçti. Üç kuruşa halay çekenlere meze etti yüreğindekileri...

Altı aydır işsizdi. Bakkala 1.5 kilo peynir, 1 kilo zeytin, 3 paket kuru fasulye, 2 paket pirinç, 21 ekmek, ev sahibine de 5 aylık kira borcu vardı.

Önceki gece kedisi ile birlikte yaşadığı Tarlabaşı’ndaki evinde “Zerrin, kedime iyi bak, benden buraya kadar” diye bir not bırakarak yaşama veda etti...

Cami avlusunda Zerrin, mahalle bakkalı, ev sahibi ve ortalarda dolaşan birkaç kediden başka kimse yoktu!..

★★★

Adı Leyla Pınar idi, 28 yaşında, Elbistan doğumlu...

Sarı uzun saçları, yeşil elma gibi gözleri vardı. Sahnede peri, hayat içinde ise unutulmuş bir şarkı gibi gezinirdi. Okuduğu oyunculuk bölümünü, bursu kesildiği için yarım bırakıp çalışmak zorunda kalmıştı...

En büyük tutkusu tiyatro, kitap, müzik ve danstı. İki arkadaşı ile bir oda bir salon evde nefes almaya çalışıyordu. Kendi yazdığı ve yönettiği, dekorlarını, kostümlerini, müziklerini yine kendisinin kotardığı doğa-çevre-hayvan üstüne metinleri hayata katıyor, çocuk tiyatrosu yaparak yaşama tutunuyordu...

6 aydır sahneler, salonlar, okullar yüzüne kapalıydı. Geçen hafta evindeki tüm kitaplarını satmak zorunda kalmıştı. Son parası ile mahalle bakkalından aldığı balonları şişirip çocuklara dağıttığı biliniyor.

3 gün önce siyah bir kartonun üstüne, palyaço makyajı yaparken kullandığı malzemelerle “Boğuluyorum...” diye yazarak yaşama veda etti.

Cami avlusunda mahallenin çocukları ve ev arkadaşlarından başka hiç kimse yoktu!..”

★★★

Usta tiyatrocu, oyuncu ve yazar Orhan Aydın’ın, insanın yüreğine seslendiği satırlarla anlatmaya çalıştığı İsmail ve Leyla’nın hazin öykülerini okurken, son bir umut ve gayretle benden, sizden, hepimizden, en başta da Sağlık Bakanlığı’ndan destek bekleyen isimsiz bir yurttaşımızın satırları düşüyor elektronik posta kutuma...

İsimsiz dediğime bakmayın, kuşkusuz onun da bir adı var. Ama açıklanırsa fişlenmekten korkuyor!..

Ürkerek diyor ki;

“Abi,

Ben esnafım. Sağlık Bakanlığı’na hizmet veriyorum. Yeri geliyor, ihaleye girerek tıbbi cihaz, ya da yedek parça satıyorum, yeri geliyor ambulans tamiri yapıyorum.

Abi,

Bakanlık hiç ödeme yapmıyor!..

Aylardır tahsilat yapamadığımdan ayakta duracak halim kalmadı. Ama her ay vergi geliyor, ödesen bir dert, ödemesen başka dert! Çalışanlarıma maaşlarını veremediğim gibi, günü yaklaşan KGF kredisini nasıl kapatacağımı kara kara düşünüyorum. Diğer yandan mal alamadığımdan üstlendiğim ihaleleri tamamlayamıyorum.

Bin dert içinde düşünürken aklıma siz geldiniz.

Adımı açıklamadan yayınlarsanız belki yaramıza derman olursunuz...”

★★★

Nefes alırken boğazımı düğümleyen bu satırları okumayı bırakıp, biraz olsun soluklanabilmek için karşıdan, Ege açıklarından beyaz köpükler saçarak gelen dalgalara bakıyorum.

Ama sert rüzgar yüreğimdeki yangını daha da körüklüyor.

Sonra tekrar talihsiz Leyla ile İsmail kardeşlerimi düşünüyorum.

Ve koronavirüs ekonomisinde kararan nice hayatları...

Kendi kendime diyorum ki;

Sağlık Bakanlığı bile bir esnafın parasını ödeyemez hale düştüyse eğer, bunları yazmak neye değer?..