İYİ Parti’nin Milli Güvenlik Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray’dan ülke gündemiyle ilgili çarpıcı açıklamalar: Çıray, olası bir erken seçim için başlıktaki gibi dedi ve ekledi: “Geçmişte FETÖ’nün kurgulanmış seçimlere çok katkısı olduğunu şimdi fark ediyoruz. Kurgulanmış yeni bir seçim, ucube rejimin tahkimi olabilir. Bu ihtimalin vebali çok ağırdır”

Sevgili okurlarım;

Öyle görünüyor ki 2020, Türkiye için hiç kolay bir yıl olmayacak. Kamuoyu, ekonomiden dış politikaya, eğitimden adalete hiçbir alanda ufku görememekten şikayetçi. Oysa ufuk demek, umut demek... Kamuoyundan gelen seslere kulak vererek İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Dr. Aytun Çıray’la söyleşimize şu soruyu yönelterek başladım:



“Sayın Çıray, erken seçim tartışmalarının bu kadar çabuk açılmasının nedenlerinden birisi de belki bu, yani toplumun bir ufuk görememesi. Yoğun sisten çıkıp bizi ufukla buluşturacak en kısa yol erken seçim mi?..”

★★★

AYTUN ÇIRAY (A.Ç.): Size bu gelenekselleşen söyleşilerimiz için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bildiğiniz gibi, AKP iktidarı bu yılın Kasım ayında 18’inci yılını dolduruyor. “AKP iktidarı” deyişim lafın gelişi. Aslında AKP eşittir Sayın Cumhurbaşkanı, yani devleti oluşturan temel kuvvetleri kendi elinde toplayan kişi.

Bu durumda biz artık evrensel anlamda bir demokrasi değiliz. Cumhuriyet olma vasfımız bile bir hayli muğlak ve sorunlu. Bu hazin duruma, kurgulanmış seçim ve referandum süreçleriyle getirildik. Demokrasi liginde nasıl küme düştüğümüzü görmek isteyenler, 2019 “Demokrasi Endeksi”ne bakabilirler. 

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Bundan erken seçime karşı olduğunuz sonucunu mu çıkarmalıyız?

(A.Ç.): Hayır, elbette hayır!.. Burada önemli olan seçimlerin erken veya zamanında yapılması değildir, seçimlere bir kere daha kurgulanmış koşullarda gidilmesine müsaade edilmemesidir. Bu da, çıkış yolunun tamamen karartılması demektir. Geçmişte FETÖ’nün kurgulanmış seçimlere çok katkısı olduğunu şimdi fark ediyoruz. Başta DYP’nin barajı aştığı hukuken tespit edilmiş olmasına rağmen Meclis’e sokulmaması gibi... Kurgulanmış yeni bir seçim, ucube rejimin tahkimi olabilir. Bu ihtimalin, bir ihtimal olarak kalsa bile, vebali çok ağırdır.

BU “UCUBE” REJİMİN ÖNÜNÜ FETÖ AÇTI

(U.D.): Hain FETÖ’nün darbesini bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Diğer darbelerden onu farklı kılan ne?

(A.Ç.): Darbeler, kuşkusuz Türk Milleti’nin egemenliğine azımsanmayacak ölçüde zarar vermişlerdir. Ancak FETÖ darbesi hariç, hiçbir darbenin sorumluları, Türk Milleti’nin egemenliğini kalıcı olarak ortadan kaldırmayı ve siyasi İslam’la paketlenmiş faşist bir rejim kurmayı amaçlamamışlardır. Milletimizin anayasal parlamenter sistemiyle sembolleşen egemenliği, maalesef AKP zihniyetinin siyasi İslamcı takıntıları yüzünden birçok güç tarafından hedef haline gelmiştir. İşte tam da burada devreye robot istihbarat örgütü FETÖ girme imkanı bulmuştur. FETÖ sadece bir darbe değil aynı zamanda bir kaos ve işgal girişimidir. FETÖ hariç hiçbir darbe, egemenliğimiz bu denli tehdit etmedi. Neyse ki o, menzile ulaşamadı. Ama ağır komplikasyonlarını yaşıyoruz.

(U.D.): Neler mesela?..

(A.Ç.): Yeni bir kurgulanmış seçim ve referandum sürecinin önünü açmıştır. Rejimin değişmesinin zemini hazırlamıştır. Temel sorunlarımızın kaynağında Sayın Akşener’in tanımladığı biçimiyle bu “ucube” rejim vardır. Ucube rejimin önünü FETÖ kalkışması açtı. O halde önümüzdeki asıl sorun; Türk Milleti’nin egemenliği meselesidir. Bu sorun ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin güçlendirildiği, iyileştirilmiş parlamenter sistem ile çözülebilir. Bu adalet, refah, huzur ve mutluluk umutlarımızın ufukla buluşmasının olmazsa olmaz koşuludur.

TÜM AĞIR SORUNLARIN NEDENİ YENİ REJİMDİR

(U.D.): Size göre yaşadığımız bütün sorunların kaynağında mevcut “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” mi var?

(A.Ç.): Evet. Ülkemizin pahalılık, işsizlik, geçim sıkıntısı, borç, Suriyeliler, İdlib’den gelmekte olan yeni göç dalgası... Aklınıza ne geliyorsa, temel problemlerinin kaynağı milli egemenliğin ters yüz edilerek tek adamın iradesine indirgenmiş olmasıdır. Son 10 yılda bizim yaşadıklarımızı dünyada hiçbir millet yaşamadı. İktidar propaganda ve beyin yıkama yöntemleriyle hepimizi fakirleştiren, mutluluğumuzu yok eden hadiselerin sorumluluğunu kendi üstünden attı.

EKONOMİK İSTİKRARDA 129. SIRAYA DÜŞTÜK

(U.D.): Dünya Ekonomik Forumu tarafından makro ekonomik göstergelerin istikrarına dair yapılan sıralamada ülkemiz, 129’unculuğa kadar geriledi. Muhalefet olarak sebebini araştırdınız mı?

(A.Ç.): En önemli sebebi; yeni rejimin ortaya çıkardığı istikrarsızlık ve yanlış yönetim. Yani ülkemizi 2324 TL’lik asgari ücretin -o da sadece önümüzdeki birkaç ay için- 2162 TL’lik açlık sınırında yaşamayı mümkün kıldığı bir ülke hale getiren gerçek budur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bütçe ve bütçe dışı harcamaların denetiminde neredeyse topyekun devre dışı bırakılmış olmasıdır: Bu milletin elinden egemenliğin çalınmasıdır.

(U.D.): Dış politikada yeni vahim gelişmelerle karşı karşıyayız. Rusya destekli meşru Suriye hükümet güçleri İdlib’de kontrolü tamamen ele geçirmek üzereler...

(A.Ç.): Evet ne yazık ki Erdoğan’la her görüşmesinde ateşkeste anlaşan Putin, daha ertesi günü Esad güçleri ile birlikte ateşkesi ihlal edip muhalifleri bombalıyor. Ne yazık ki 7, 8, 9 ve 13 No’lu gözetleme kulelerimiz şu anda rejim güçlerinin etki alanlarının içinde kaldılar.

NE DOSTUM TRUMP KALDI NE DE PUTİN

(U.D.): Suriye’de savaşan rejim karşıtı cihatçı güçleri General Hafter’e karşı savaşmak üzere Libya’ya ulaştırdığımız iddiaları var...

(A.Ç.): Özür dileyerek sözünüzü kesiyorum. Bu gelişmeler, ne yazık ki bizi Rusya’yla yeniden karşı karşıya getirme riski taşıyor. Buna karşılık, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘dostum’ dediği Trump ise, “yüzyılın çözümü” adı altında Filistin’in tarihe karışmasına yol açacak skandal anlaşmayı açıkladı. Ayrıca tam 23 Nisan 2020’ye doğru, S-400’ler vesilesiyle Trump’ın F35’ler ve diğer askeri-ekonomik yaptırımları uygulama baskısıyla karşı karşıya kalmamız söz konusu. Yani ne dostum Trump kaldı, ne de Putin!..

(U.D.): Bütün bu dinamikleri de aynı çerçeve içinde mi değerlendiriyorsunuz?

(A.Ç.): Türkiye 12 Eylül 1980 darbesiyle başta kurumsal partiler olmak demokrasi tecrübesinin çok değerli unsurlarını kaybetti. Ama en büyük kaybı saf bir parlamenter sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayan anayasasının ilga edilmesi oldu. 1982 Anayasası, darbe ekibinin başına cumhurbaşkanı olarak kilit görevler verince, parlamenter sistem sağlıksız bir melezleşmeye uğradı.

Gerek rahmetli Özal’ın, gerekse rahmetli Demirel’in başkanlık sistemine ilişkin idealist özlemlerinin altında bu melezleşmeyi önlemek vardı. Ama mutlak kuvvetler ayrılığını sağlayarak. AKP iktidarı böyle uygun bir zeminde geleceğin FETÖ’sü “Cemaat”in yönlendirmesiyle de işte fırsatları ustalıkla değerlendirdi. Bu arada kurumlar, ‘de facto’ olarak başkanlık sistemi kurulmuş gibi, dönemin Başbakanı, sonranın Cumhurbaşkanı’nın iradesine sonuna kadar açıldı. Ona tabi kılındı. Dışişleri Bakanlığı bundan en çok etkilenen kurumların başında geldi. Cumhuriyet Türkiye’sine dışarıda sonsuz bir itibar ve onur kazandıran kurucu ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesinin bilgili ve donanımlı uygulayıcıları, yani klasik dışişleri diplomasisi ve diplomatları, hızla etkisizleştirilip devreden çıkarılmaya başlandı.

DIŞ POLİTİKAYA İSLAMİST POLİTİKALAR ZARAR VERDİ

(U.D.): Size göre Arap Baharı ile birlikte 2010’larda başlayan dış politikalarımızı belirleyen bu anlayış mı?

(A.Ç.): Ne yazık ki evet! AKP’nin 2010 öncesi; ticareti, daha çok ve çeşitli ilişki kurmayı esas alan yaklaşımları, ne yazık ki yerini, Irak’tan Suriye’ye ideolojik İslâmist bakışın da şekillendirdiği müdahaleci politikalara bıraktı. Bunun Suriye’de yol açtığı sonuçları ve Türk Milleti’ne her geçen gün biraz daha kabaran maliyetini biraz önce söyledim. Ancak bu politikaların tek bedeli bu olmadı: meşru Şam hükümetinin egemenliğini zayıflatmamız BOP’çulara cesaret verdi. PKK’nın Suriye’deki uzantıları önce özerk, ardından bağımsız hale gelecek bir Kürt siyasi oluşumu için harekete geçti. Bunu önlemek için en son “Barış Pınarı Harekatı”nı gerçekleştirdik. Bu harekatın amaçlarına ilişkin çeşitli hikaye projeler üretildi. Güya bir güvenlik oluşturulacak, o güvenlik koridoru içinde bir iki milyon Suriyelinin geri dönüşle yerleşeceği şehirler kurulacaktı. Hepsi Sayın Cumhurbaşkanı’nın dostları sıfatıyla Putin-Trump ikilisine takıldı. Barış Pınarı kurumaya bırakıldı. Sayın Cumhurbaşkanı’na da klasik diplomatların hayret ve dehşetle takip ettikleri hamasi çıkışlar yapmak kaldı.

(U.D.): Libya’da uygulanan politikalar bunların devamı mı, yoksa ayrı mı değerlendirilmeli?

(A.Ç.): Aynı şeyi, Libya bağlamında da yaşıyoruz. Nafile de olsa beyhude de olsa, biz bu filmi Suriye’de gördük, diye uyarıyoruz. Bu anti-diplomasi politikaları Türk Milleti’nin mutluluğu ve refahına hizmet etmedi, aksine bunlardan eksiltip huzursuzluklarını ve sıkıntılarını büyüttü. Şimdi İdlib’den Türkiye’ye bu kez en tehlikeli unsurların, kafa kesici radikal selefi cihatçıların akmasını önleme mecburiyetiyle karşı karşıyayız. Ancak bu mecburiyetin Sayın Cumhurbaşkanı tarafından tam olarak görüldüğüne ilişkin ciddi şüpheler var. Tabii bunun asli kişisel sebepleri de ayrı bir risk faktörü: insan düşünmeden edemiyor, bir kişi üzerinden bir millet ve ülke mi rehine alındı diye.

TEK ADAM REJİMİNİ PARANTEZE ALMALIYIZ

(U.D.): Yani sonuç...

(A.Ç.): Türkiye’nin çıkışı Sayın Cumhurbaşkanı’nda vücut bulan mutlak tek adam iktidarını, rejimini -ne derseniz- paranteze almakta. Bu gerçeği Türk Milleti’nin mutluluğa, huzura ve refaha ulaşması için elzem gören her kurumsal siyasi aktör, doğrudan veya koşullara göre dolaylı olarak “Millet İttifakı” içinde birleşmek durumunda. İster erken ister zamanında yapılsın bir seçimin iktidar tarafından kurgulanmış bir seçim olmasının engellemenin tek yolu da bu. Muhalefet tüm unsurları bu güç birliğini başardıkları takdirde Türkiye muhtemelen tüm alanlarda 2030’lara kadar sürecek bir restorasyon dönemine girecek: Çökmüş tüm kurumlar, hukukun üstünlüğüne ve kuvvetler ayrılığına uygun bir şekilde kendi kurumsal işlevlerini yerine getirmek üzere yapılandırılacak. 23 Nisan 2020, TBMM’nin 100. Kuruluş Yıl Dönümü, bunu başarmamız için bize altın bir fırsat sunuyor. Değerlendiremezsek yazıklar olsun hepimize!..

Suriyelilere harcanan 40 milyar dolar parayla 30 büyük fabrika yapardık


(U.D.): Sayın Çıray, Area adlı araştırma şirketinin son ocak ayı “Değerler Araştırması”nı inceledim. Orada “Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna vatandaşların yüzde 40.3’ü ekonomi, yüzde 14.3’ü işsizlik ve yüzde 10.3’ü Suriyeli göçmenler cevabını vermiş. Bu anket sonuçlarını nasıl yorumluyorsunuz?

(A.Ç.): Bütün güvenilir şirketlerin araştırmalarında benzer sonuçlar görülüyor. Ekonomi ve işsizlik sorundur diyenleri toplarsak oran yüzde 54.6’ya ulaşıyor. Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanı’nın 40-50 milyar dolarlar harcadığımızı söylediği Suriyeliler konusu da milli güvenlik sorunu olmasının yanında, aynı zamanda ekonomik sorun. Yani istikrarsızlık yaratan rejim, sonunda milletin ekmeğini küçültüyor. Parlamento denetimi olabilseydi, AKP bu kadar büyük dış politik yanlışlar yapamazdı. Başımızda Suriye, Suriyeliler ve şimdi de cabası olarak Libya diye bir sorunumuz olmazdı. Suriyelilere harcandığı söylenen 40 milyar dolarla on tane Atatürk Barajı yapabilirdik. Veya 40 milyar dolar ile en az 30 büyük fabrika kurup, üretime geçirir, işsize iş bulurduk. Kaç hastane, kaç okul yapacağımızı ise siz hesaplayın. Üstelik Suriyelilere harcadıklarını söyledikleri bu para cebimizde de değildi, borç alıp faizle ödüyoruz. Bu hiç adil değil Uğur Bey, millete zulüm.