Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan “Büyük Taarruz” öncesiyle ilgili çarpıcı açıklamalar:

İlker Başbuğ Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı.


Sevgili okurlarım,

Sakarya Meydan Muharebesi 23 Ağustos 1921 günü başlamış ve 13 Eylül’de sona ermişti. Savaşta düşman ordusu mağlup edilerek Sakarya Nehri’nin batısına atılmıştı. Şanlı ordumuzun şehit ve yaralı olarak kaybı 25 bini bulmuştu. Sakarya Meydan Muharebesi, Yunan ordusu için sonun başlangıcı, Türk ordusu için ise İzmir’e uzanacak yolun ve kurtuluşun başlangıcı olmuştu.

Aradan zaman geçmesine, 1922 yılının baharına gelinmesine rağmen Türk Ordusu’nun Yunan askerlerine taarruz ederek hâlâ son darbeyi neden vurmadığı, TBMM’de konuşulan konuların başında geliyordu.

“Niçin taarruz etmiyoruz? Ordumuz durduğu yerde çürütülüyor. Gazi niçin cepheye gitmiyor? Bir insan hem TBMM Reisi, hem de Başkomutan olabilir mi” soruları Meclis kulislerinde dolaşıyordu.

Evet Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz için neden bekliyordu?..

★★★

SIRLARINI PAYLAŞMAZDI

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26.Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Sayın İlker Başbuğ ile söyleşimize bu soruyla başlıyoruz.

İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): Bu sorunun cevabı Mustafa Kemal Paşa’nın liderlik niteliklerinde, onun karakterinde yatmaktadır. Mustafa Kemal beklemesini bilen, hiçbir şeyi tesadüfe veya şansa bırakmayan, her şeyi ağır ağır inşa eden, her olayı kendi saatinde oluşturarak darbeyi vuran, düşüncelerini ve sırlarını en yakınları ile paylaşmayan bir liderdi.

4 Mart 1922 akşamı cepheyi teftiş etmek üzere Ankara’dan ayrılmaya karar verdi. O gün TBMM’deki gizli oturumda bir konuşma yaparak şunları söyledi:

“Ordumuzun kararı taarruzdur. Ama bu taarruzu erteliyoruz. Sebebi, hazırlığımızı iyice tamamlamak için biraz daha zaman gerekmektedir. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür. Bu son vatan parçasını kurtarırken oluşan hırslarımızı, hislerimizi bir yana bırakarak ihtiyatlı olalım... Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında, milletin de uyuşukluğa düşmesine ve çekingen duruma gelmesine yol açarlar. Derler ki; biz adam değiliz, olamayız!

Düşmana taarruz için üç vasıtanın yeterli olduğunu görmek gereğini duyuyorum:

Birincisi; milletin kendisidir. Milletin varlığı ve istiklali için gönlünde, vicdanında belirmiş olan istek ve emellerin sağlamlığıdır. İkincisi; milleti temsil eden Meclis’in göstereceği kararlılık ve yiğitliktir. Üçüncüsü ise milletin silahlı evlatlarından oluşan ordumuzdur...

Cephede bulunacağım sıralarda, ordunun duygu ve düşünceleri üzerinde ümitsizlik yaratacak açık tartışmalardan vazgeçilmesini Meclis’ten özellikle rica ediyorum...’’

Mustafa Kemal Atatürk, cephede mart ve nisan ayında yaşadıklarını ve düşüncelerini de 8 No.lu not defterine yazmıştır.

NOT DEFTERİNDEKİ ATATÜRK

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Buraya kadar ifade edilenlerden şunları anlıyoruz:

Birincisi; Atatürk kesin başarının üç ayağı olduğunu düşünmüş. Ona göre temel ayak millet, ikinci olarak Meclis, üçüncüsü ise ordudur... Millete ve TBMM’ye verdiği önem ve öncelik net olarak ortada...İkincisi; kurtarılacak topraklar, onun deyimiyle “Son Vatan Parçası”nı oluşturmaktadır. Dikkat edilmesi gereken üçüncü husus da Sakarya zaferini kazanan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya TBMM’de sayıları az da olsa, o şartlarda bile, acımasızca muhalefet eden bir grup insanın varlığı... Bu arada Mustafa Kemal’in not defteri tutması da önemli...

Peki, sekiz No.lu not defterine yazdıklarından bazılarını anlatır mısınız?

(İ.B.) : Atatürk’ün cephe teftişine ilişkin notları 6 Mart 1922 günü ile başlıyor ve şöyle devam ediyor:

“6 Mart 1922: Gece saat 11.00’da Ankara’dan hareket...

8 Mart 1922: Saat 03.30’da Döngel’e ulaştım. Gözetleme yerine çıkıp, düşman mevzilerini uzaktan gördüm. Köylülerle beraber kahve ve çay içtik...

9 Mart 1922: Saat 07.00’da kalktım. Biraz kitap okudum. 09.00’da 1. Tümen’e gittim. Gece rahat uyuyamadım. 1 saat yattık. 6-7’de uyandım. Tekrar yattım. 07.20’de uyandım. Bununla birlikte sıhhatçe fena değilim...

10 Mart 1922: Mevzi hatlarına hareket ettik. Hayvanla bir tepeye çıktık. Gölgelik çadırda yemek yedik. Rüzgardan çadır başımıza devrildi. Saat 5’te Aziziye’ye vardık. Yorgunluk hissettim. Bilhassa güneş yakmıştı. Bir saat uyudum. Sonra vücudumu süngerle sildim...

İsmet, Yakup Şevki ve Selahattin Paşalar geldi. Beraber yemek yedik...

Hafıza Kur’an okuttum. Saat 10.00’da gittiler. Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım...

11 Mart 1922: 3. Tümeni toplanmış halde bulduk. Bazı durumlar verdim. Biraz hareket yanlışlığı ve amirlerin durumları yanlış anladıklarını gördüm. Gördüğüm hataları Tümen Komutanına not ettirdim. Sonuç: 3.Tümen, diğer tümenler gibi çok fazla acemi alay ve tabur komutanları ile dolu...

12 Mart 1922: 11. Tümen Komutanı ile görüşme. İki alayı teftiş ettik. Bolvadin’e hareket ettik. Belediye dairesine indik. Doktor Hulusi Bey geldi. Kalbimde kesinti bulundu. Nabızda üçte bir kesilme var. Sağ böbreğim ağrıyordu. Orada yatmağa mecbur oldum. Bütün gece ağrım vardı...

13 Mart 1922: Yatakta... 13-14 yatakta ağrılı...

14 Mart 1922: Biraz kilo kaybettim. Akşehir’e hareket etmeye karar verdim. Saat 11.00’da Çay’a hareket. Trende, İhsan Paşa ile görüştük. 02.20’de Akşehir’e vardık. Doktorun hanesini hazırlamışlar. Banyo vesaire yaptırmışlar. Gelir gelmez soyundum. Yattım. Biraz sonra kalktım. Yoğurt yedim. Doktor geldi. Kilo kaybı hafiftir, yani iyidir...

15 Mart 1922: İyiyim. Banyo aldım. İsmet Paşa’nın karargahına gittim. Bir dişim ağrıyordu. Çıkardım...

16 Mart 1922: Mühim bir şey yok...

17 Mart 1922: Uçak bölümünü teftiş ettim. Fazıl Bey ve diğer bir pilot uçtu. Fransızlardan alınan dört uçaktan biri uçabildi...

İsmet Bey ve Mustafa Abdülhalik Bey geldi. Hafıza (Kuran) okuttuk. Yemekten sonra gittiler. Bugün çok limonata içtim. Bağırsaklarım ağrıyor. Rahatsızım...

18 Mart 1922: Hava rüzgarlı. Banyo almadım. Yatakta biraz kitap okudum. Çalışma odasına geçtim. Kitap okudum...

HASTALIĞINA RAĞMEN...

19 Mart 1922: İlaca başladım. 15 gün alacağım...

20 Mart 1922: Otomobil ile gezdim. İsmet Paşa’ya gittim. Beraber bize geldik. Hafız Kuran okudu...

22 Mart 1922: Medreseyi ve mektepleri dolaştım. Karanlıkta döndük. Bataklığa saplandık...

23 Mart 1922: Rahatsızlandım. Akşam çok sancı çektim...

24 Mart 1922: Mütareke teklifini Celal Bey bildirdi. Cuma namazında, hafıza okutacaktık. Mevlit okudu. Ankara’da Bakanlar Kurulu ile haberleştim. Saat 4’te yattım. Sancı çektim. Saat 07.30’da kalktım...

25 Mart Cumartesi: Banyo biraz rahat ettirdi...

26 Mart Pazar: Gece yine sancı çektim. Uyandım. Sabah banyo rahatlattı. 21.00’de akşam treni ile hareket ettik. Saat 08.00’de Sivrihisar’a vardık. Vekiller heyeti, halk, asker karşıladı. Yemekten sonra 5’e kadar görüşme...

28 Mart Salı: Sefirlerle Akşehir’e gittik. Yolda 1 ve 41.Tümen birliklerini gördük...

30 Mart: Yemek yiyip, sünnet çocuklarını ziyaret ettik. Eğlence. Akşam tiyatro...”

Mustafa Kemal’in cephe teftişi bu şekilde bir buçuk ay kadar sürdü. 12 Nisan 1922’de Ankara’ya döndü.

Atatürk’ün tuttuğu not defterlerini Genelkurmay Başkanlığı yayımladı. Hepsi 8 No.lu not defteri gibi ilginç ve önemli bilgilerle dolu. 8 No.lu not defterine yazılanlar insanı duygulandırıp gözlerini yaşarttığı gibi, düşündürüyor da... Bu denetlemeleri esnasında ciddi sağlık sorunları, rahatsızlıkları yaşamış. Yine de görevini tamamlamaya çalışmış. Banyo ihtiyacını ancak Akşehir’de karşılayabilmiş. Daha önce vücudunu sünger ve su ile silmiş...

Dikkati çeken bir nokta ise Atatürk’ün her zaman, en zor şartlarda bile kitap okumaya olan aşkı. Zaten onu emsalsiz kılan niteliklerinden birisi de o...

Diğer bir husus ise sık sık hafızlara Kuran okutturması. Onda sade bir Müslüman davranışını görüyoruz...

AZİMLİ, İNANÇLI VE KARARLI

(U.D.): Evet, her şeyden önce şunu iyi anlamalıyız. Mustafa Kemal de bir insan. Ancak çok azimli, inaçlı ve kararlı bir insan. Genç nesillerin bunu iyi anlaması lazım.

Peki sonra ne oldu sayın Başbuğ?..

(İ.B.): Ankara’ya döndükten sonra, 12 Nisan 1922 günü yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Paşa şunları söyledi:

“Arkadaşlar bir buçuk ay kadar oldu. Cephede meşguldüm. Ordularımızı teftiş ettim. TBMM’nin zor şartlar altında meydana getirmeyi başardığı ordusu, Viyana surlarına dayanan eski Osmanlı Orduları değildir. TBMM Ordusu, bağımsız ve insanca yaşamaktan başka amacı olmayan milletin aynı amaç ile hislendiği ve yalnız onun emrine sadık öz evlatlarından oluşmuş saygıdeğer ve güçlü bir heyettir.”

(U.D.): Bu sözlerde fetih ordusundan, vatan topraklarının ve milletin varlığının korunması görevini yüklenen ve yalnız milletin emrinde olan “Milli Ordu”ya geçişi görüyoruz.

Gelelim Büyük Taarruz kararının nasıl alındığına?

GİZLİ HAZIRLIK EMRİ VERDİ

(İ.B.): Büyük Taarruz günü yaklaşıyordu. Taarruz kararının nasıl alındığını Mustafa Kemal Paşa şöyle anlatmaktadır:

“Ordumuz ihtiyaçlarını ve eksikliklerini tamamlamak üzereydi. Ben, daha haziran ortalarında taarruza karar vermiştim. Bu kararımı yalnız Cephe Komutanı, Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı biliyordu. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, 6 Ağustos 1922’de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emrini verdi.

Bakanlar Kurulu ile görüştük ve görüş birliğine vardık. Ankara’dan ayrıldım. Bir gece otomobille Konya’ya gittim. 20 Ağustos 1922 günü saat 16.00’da Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra, 26 Ağustos 1922 sabahı taarruz için Cephe Komutanı’na emir verdim.”

Büyük Taarruz 26 Ağustos’ta başlayacaktı...

CANINI HİÇE SAYARAK...

(U.D.): Büyük Taarruz’un ve 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin nasıl gerçekleştirildiğine ilişkin söyleşimizin diğer bölümünü  ise 30 Ağustos 2020 Pazar günü yayımlayacağız. Ancak bu bölümü bitirirken söylemek istediğiniz bir şey var mı Sayın Başbuğ?

(İ.B.): M. Kemal Atatürk’ün söylediği gibi “Son Vatan Parçası” nasıl kurtarıldı?..

Bugün üzerinde yaşadığımız “Son Vatan Parçası”, Türk Milleti’nin desteğini arkasına alan, “canını hiçe sayarak” ve binbir zorluklar altında inanılmaz bir mücadele veren ve 30 Ağustos 1922 günü zafere ulaşan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından kurtarılmıştır.

“Son Vatan Parçası”nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurtarıldığını görmek istemeyen ve unutturmak isteyen bir avuç “zavallı” -son dönemdeki gibi- her zaman olabilir, ama Türk Milleti bütün varlığıyla Mustafa Kemal Atatürk’e, onun arkadaşlarına ve bu uğurda hayatlarını veren kahraman şehitlerimize her zaman minnettardır.

“Son Vatan Parçası”nı kurtararak bizleri vatansız bırakmayanlara olan minnettarlığımız da sonsuza kadar sürecektir.

Tarihini unutan toplumların geleceği olamaz!..