Koronavirüs ve ekonomi gündeminin sizi çok gerip bunalttığını, artık başka şeyler okumak istediğinizi biliyorum.

Zira ben de aynı ruh halini yaşıyorum.

O halde şimdi gelin, hep birlikte yıllar öncesine, ta 26 Eylül 2002’ye gidelim. 

Çünkü o akşam Kanal-D’de  “Seçim Arenası” var!..

Programın tanıtım bülteninde ise şu bilgiler yer alıyor:

“Seçim Arenası”nın bu akşamki bölümünde, Uğur Dündar, “ekonomik kriz gerçeğini” Bakırköy’deki Zuhurat Baba Türbesi’nde yaptığı çarpıcı röportajlarla ekrana getiriyor.

Röportaj sırasında vatandaşlar “Baştakiler duymamakta direniyor ama bizim sesimizi Allah duyuyor! İnsanları türbelerden medet umar hale getirenler, göklere yükselen bu bedduaları ettirenler utansınlar. Onlara bir daha oy atmayacağım! Allah kalplerine korku versin, vicdan versin, merhamet versin” diyerek ekonomik krizden sorumlu tuttukları siyasilere sert tepki gösteriyorlar.

★★★

Bu tanıtımın yapıldığı programın konuğu ise, tüm kamuoyu yoklamalarında en yüksek oy oranını tutturacağı görülen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan...

★★★

Yayın sırasında Zuhurat Baba Türbesi’ndeki röportajlar ekrana gelince, Erdoğan şu vaatlerde bulunuyor:

“Bizim iktidarımızda bu türden acılar asla yaşanmayacak. Çünkü bankalar hortumlanmayacak, yolsuzluk yapılamayacak! Biz yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla (3Y) mücadele etmek için iktidara geliyoruz. Ayrıca alacağımız önlemlerle ekonomiyi üretken hale getirip ihracatı artıracak ve Allah’ın izniyle döviz sıkıntısını bir daha yaşanmamak üzere tarihe gömeceğiz. Türkiye huzur dolu, müreffeh bir ülke olacak. Hatta gelişmiş ülkelerdeki refah düzeyini bile geçeceğiz...”

★★★

Nitekim Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP, tek başına iktidar koltuğuna oturuyor.

18 yıldır da oturmaya devam ediyor!..

Ama heyhat!..

Erdoğan’ın o programda mücadele ederek ortadan kaldırma sözü verdiği sorunların çoğu aradan geçen uzun, upuzun yıllarda varlıklarını sürdürdükleri gibi, boyutları giderek daha da artıyor!..

Örneğin yolsuzluk algısı hız kesmiyor, tam tersine hızla çoğalıyor... Özellikle genç işsizlerle açlık sınırındaki yurttaşların sayıları çığ gibi artıyor... İktidarın yasaksız ülke iddiası, yerini, yasaklar ülkesine bırakıyor, çağdaş demokrasinin olmazsa olmazı kurum ve kuruluşların  çoğu saf dışı ediliyor. Geriye kalanlar da tek adam rejimine bağlanıyor. Muhalifler, bırakın düşüncelerini özgürce dile getirmeyi, düşünmekten korkar hale geliyorlar. Ekonomide yapısal reformların yapılmasını, böylece ileri teknoloji ülkesine dönüşen Türkiye’nin tüm döviz ihtiyacını ihracat ve turizm geliriyle sağlamasını, milli gelirin adil biçimde paylaşılmasını bekleyenler, tam bir hayal kırıklığına uğruyorlar...

Sonuçta “yalnız ve güzel Türkiye”, ekonomisi sadece inşaat sektörüne dayanan, yandaşlara hak edilmemiş ve benzeri görülmemiş rantlar dağıtılan bir ülke haline geliyor...

★★★

Eğitimde kalite öylesine geriliyor ki, köklü üniversitelerimizin bile hiçbiri, maalesef dünya sıralamasında ilk 500 arasında yer alamıyor! Her kente açılan tabela üniversiteleri sadece, fabrika bantlarından peş peşe çıkan ürünler gibi mezun verip, hayatta hiç değeri kalmayan diplomaları dağıtmaktan öte geçemiyorlar...

İktidarın “liyakat” yerine “biat”ı esas aldığını ve diğerlerini ötekileştirdiğini gören genç beyinler, geleceklerini yurt dışında arıyorlar...

★★★

Türkiye...

18 yıl önce, 18 yıl sonra...

Nereden nereye değil mi değerli okurlar?..


İftar vakti 10 dakika gecikince


70’li yılların ilk yarısı...

TRT İzmir Radyosu, Kültürpark içindeki derme çatma bir barakadan yayın yapıyor.

Ramazan’da iftar vakti, nöbetçi spikerin imsakiyeye baktıktan sonra “Sayın dinleyiciler, İzmir için iftiar vaktidir” anonsu ve aynı anda elindeki tokmağı gonga vurmasıyla duyuruluyor.

Spiker Gürsü Arad’ın nöbette olduğu bir gün, iftar vakti yaklaşırken imsakiye ortadan kayboluyor! Tüm aramalara karşın bulunamayınca, çözüm olarak bir personelin barakanın çatısına çıkarılıp, ağaçların arasından güçlükle görülen yakındaki caminin şerefesine bakması söyleniyor.

Spiker Gürsu da sık sık damdaki arkadaşına sesleniyor:

“Kandiller yandı mı?..”

-Hayır Abi! Henüz yanmadı!

Aradan bir iki dakika geçtikten sonra Gürsu yine soruyor:

“Yandı mı?..”

-Yok abi!..

Hesaba göre damdan gelecek “yandı” cevabıyla birlikte Gürsu gonga vuracak, İzmirliler de iftarlarını açacaklar...

★★★

Uzun beklemenin ardından aşağıdaki görevli bağırmaya başlıyor:

“Yandı Gürsu abi, yandı! Ezan okunuyor...”

Gürsu elindeki tokmağı gonga vurup “Sayın dinleyiciler İzmir için iftar vaktidir” anonsunu yapıyor.

★★★

Bir saat kadar sonra kapıya bir kişi geliyor ve kızgın bir ifadeyle şunları söylüyor:

“Ben yakınınızdaki caminin müezziniyim. Biz ezanı, radyodan duyduğumuz anonsla okuyor, şerefenin lambalarını da gong sesiyle yakıyoruz. Ama bu akşam radyonun başında çok bekledim. Anons olmayınca mecburen ezanı okudum!..”

★★★

Böylece İzmir’deki camilerin radyodaki anonsu, radyodakilerin de camideki  kandillerin yanmasını bekledikleri anlaşılıyor!..

Olan da iftarı yaklaşık 10 dakika geç açan İzmirliler’e oluyor!..

(UĞUR DÜNDAR’IN NOTU: Bu ilginç Ramazan anısını, değerli meslektaşım, dostum Orhan Baykal ile birlikte yazdığımız “Yalandan Kim Ölmüş” kitabımızdan alıntıladım.)