Değerli kardeşim Gökmen Ulu, “Olağanüstü Bir Hayat” kitabında anlatıyor:

“2011 sonlarında, Aydın Doğan’la vedalaşıp, Doğan Grubu’ndan ayrılmak zorunda kalan Uğur Dündar’a SÖZCÜ gazetesinden teklif geldi. Kurucusu genç bir girişimci olan Burak Akbay’dı. SÖZCÜ’nün doğuşu, gazeteciliğin can çekiştiği bir döneme rastlamıştı. Bağımsız basının bütün kaleleri birer birer zapt ediliyor, halkın sansürsüz ve doğru bilgi alabilme kaynakları gün geçtikçe azalıyordu. Konjonktür SÖZCÜ’ye yaradı. Vizyoner bir girişimci olan Burak Akbay gidişatı gördü. Bu şansı kaçırmayacak, 2007’de kurduğu SÖZCÜ ile muhalif gazete boşluğunu o dolduracaktı...

★★★

Tek işi gazetecilik, matbaacılık ve yayıncılık olan Akbay, gazetenin güç odaklarının değil, halkın sözcüsü olmasını tercih etti. İhale peşinde koşmadı, devletle iş yapmadı. Ayakta kalmak için sadece okurlarına güvendi. Bu da onu ve gazetesini bağımsız kıldı. Çalışanların editoryal özgürlüğüne de müdahale etmedi. Gazetenin çizgisini, logonun yanına Atatürk’ün mavi gözlerini ve ay-yıldızı yerleştirerek ortaya koydu.

★★★

BURAK AKBAY: “Emin Çölaşan’dan sonra Necati Doğru da bize katılmıştı. Yazar kadromuzu genişletmek istiyorduk. Rahmetli babam (Ertuğrul Akbay) ve ben, Uğur Bey’le Yeşilköy’deki Yüksel Restoran’da buluştuk. Medya patronları ondan çekinir olmuştu. Buna değindi, FETÖ’nün kendisine iftiralar atarak kötülüklerde bulunduğunu, iktidarın baskı yaptığını belirterek, “Sana da baskı yapmasınlar,” dedi. Ben de, “Yaparlarsa yapsınlar,” cevabını verdim ve devam ettim: “Zaten biz Atatürkçüler olarak FETÖ’cülerle mücadele ediyor, Cumhuriyetimizi savunuyoruz. Gücümüze güç katarsınız...”

★★★

Burak Akbay’ın Gökmen Ulu’ya “Olağanüstü Bir Hayat” için anlattığı gibi, 2012 yılı Mayıs ayı ortasında SÖZCÜ ailesine katılmış ve haftada 5 gün köşe yazmaya başlamıştım.

Üzerine gittiğim konulardan biri, ÖSYM’deki sınav ve kopya rezaletleriydi. Çünkü görünmeyen bir elin, soruları çalıp belirli bir kesime (FETÖ) aktardığını ve böylece milyonlarca gencin hakkının çalındığını anlamıştım.

6 Eylül 2012 tarihli yazıma şu tespitimle başladım:

“Prof. Ali Demir’in ÖSYM’nin başına getirilmesi, bu kurum için Milat’tır!’’

ÖSYM tarihi iki devirden oluşur.

“Demir’den Önce’’ (DÖ) ve “Demir’den Sonra’’ (DS)!..

Demir’den önceki devirde (DÖ), sınavlarda şaibe yoktur.  Demir’den sonraki devirde ise (DS) şaibe çoktur, hatta şaibesiz sınav yoktur!.. Bırakın şaibeyi, hırsızlığın kanıtlandığı ama faillerinin bir türlü yakalanamadığı KPSS sınavları bile vardır.  Bu nedenle “Demir Devri’’ artık “pas’’ tutmuştur! ÖSYM bu “pas’’tan kurtarılmalıdır!..”

★★★

Bu işaret fişeğini SÖZCÜ’nün diğer haberleri ve yazar arkadaşlarımın makaleleri izledi.

Peki ÖSYM “paslı demir”den kurtarıldı mı?

Elbette hayır!..

Tam tersine, şaibeli sınavlar yapılmaya, soruların çalındığına yönelik iddialar sürmeye, nice pırıltılı gencin hakkı yenilmeye devam edildi!..

Hatta sınavlarda “şaibe” iddiasında bulunanlar, siyasi iktidarın zirvesindeki kişilerce kaybedenleri kışkırtmakla suçlanıp hedef haline bile getirildi!..

★★★

Ve nihayet!..

Geçen yılın son günlerinde Prof. Ali Demir’e 18 yıl mahkumiyet talebiyle bir dava açıldı.

İddianameye göre; onun döneminde sınav sorularının hazırlanıp korunduğu kozmik bölüme alınanların tümü FETÖ’cü çıkmış!.. Bu kişilerin özel yazılımlar ve bilgisayar programlarıyla sınav sorularını FETÖ’ye aktardığı belirlenmiş!..

Yani, FETÖ’cü olmamakla birlikte, bilerek ve isteyerek yardım etmekten (!) hüküm giyen SÖZCÜ’nün bu örgüte karşı verdiği kararlı mücadeledeki haklılığı, bir kez daha belgelenmiş!..

★★★

Ziya Osman Saba’nın muhteşem şiirindeki “Mümkündür bütün mucizeler” deyişinden esinlenerek;

2020’de çağdaş demokrasinin tüm kurum ve kuruluşlarıyla işlerlik kazanmasını, hukukun üstünlüğünün yargı kararlarına egemen olmasını, ülkemize huzur, barış, adalet ve hoşgörünün gelmesini, SÖZCÜ mahkumiyeti gibi ağır haksızlıkların düzeltilmesini, bahtsızların biraz gülümsemesini, körlerin gün görmesini, iyilerin hep kazanmasını diliyorum...