Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Ege’deki sorunların çözümüne yönelik çarpıcı öneriler


Sevgili okurlarım,

1970’lerden bu yana, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege sorunlarına ve deniz yetki alanlarına ilişkin olarak çıkan krizlerde Türk devlet adamlarının daima Yunanistan’a çağrıda bulunarak sorunlara diyalog yoluyla, hakkaniyete dayalı çözümler önerdiklerini görüyoruz. Buna karşılık, Türkiye ile ilişkilerde gerçekçi ve sağduyulu bir politika izlenmesini Yunan halkına benimsetmek hususunda hiçbir gayret sarf etmeyen Yunan siyasi liderlerinin ise bu çağrıyı kerhen kabul edip masaya oturdukları, sonra da Yunan kamuoyunun tepkisinden korkarak Türk muhataplarıyla hiçbir ortak zeminde buluşmadan görüşmeleri sonlandırdıkları dikkat çekiyor...

Bugünkü söyleşimizde, tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile 50 yıldır şahit olduğumuz bu durumun nedenleri üzerinde duracağız.

Şükrü Elekdağ


★★★

UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, Yunan siyasi liderleri Türkiye ile ilişkilerinde uzlaşmadan yana ve sağduyulu bir politika izlemiyorlar. Bunun nedenlerini açıklar mısınız?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Yunan asıllı yazar Nicholas Rizopoulos’un,Yunan dış politikası hakkında yazdığı “Gurur, Önyargı ve Miyopluk” (Pride, Prejudice  and Myopia) başlıklı incelemesinin,bu konuda gayet isabetli tespitler yaptığı  kanısındayım. Rizopoulos, Türkiye’ye karşı fanatik duygular besleyen Yunan kamuoyunun hala “Megalo İdea” ülküsünün tutsağı olduğunun altını çizdikten sonra şu çok ilginç gözlemde bulunuyor: Yunan medyasının ve politikacılarının söylemlerine bakılırsa, insanda, “Yunanlıların  Türkiye’den endişe etmekten başka bir şey yapmadıkları” gibi bir izlenim uyanıyor!.. Yazara göre bu ulusal ruh hastalığı, “Atatürk Türkiye’sine karşı duyulan aşağılık kompleksine” ilaveten, 1922’de Yunanlıların Anadolu’da uğradıkları korkunç askeri bozgundan ve  1974’te  Kıbrıs’ın Türkler tarafından işgaline seyirci kalmalarından kaynaklanıyor. Rizopoulos bu durumda siyasetçilerin, kamuoyunun bu ruh haletine ters düşecekleri kaygısıyla sağduyulu bir politika izleyemediklerini ve Türkiye’ye sağlıklı bir politik yaklaşımı Yunan halkına benimsetmeye çalışmadıklarını vurguluyor.

(UD): Yunan halkının  bugün  hala Megalo İdea, yani İstanbul’u geri almak ve Bizans’ı diriltmek gibi sapkın hedefler peşinde koşması çok şaşırtıcı patolojik bir durum. Ancak, basındaki haberlere göre; Yunanistan’dan Türkiye ile diyalogu destekleyen sesler de çıkıyor.

MEGALO İDEA, YANİ İSTANBUL’U GERİ ALMA HAYALİ BUGÜN BİLE YUNAN POLİTİKASINI YÖNLENDİRİYOR

(ŞE): Tabii savaş korkusuyla böyle sesler de çıkacak... Ama, Yunanistan’ın, Türkiye’ye bakışında akıl ve mantığı tamamen perdeleyen ulusal bir paranoya ve isterik bir düşmanlığın tutsağı olduğu öyle sıradan bir iddia değil. Bu teşhis, bilimsel açıdan kanıtlanmış bulunuyor. Bu teşhisin gerçekliği, biri ruh hastalıkları hekimi, diğeri de siyaset bilimcisi olan iki Amerikalı üniversite profesörünün (Norman Itzkowitz, Vamık  Volkan) beraberce yazdıkları “Turks and Greeks” (The Ethoen Press, England, 1994) adlı kitapta açıkça kanıtlanıyor. Bu eserde, “Türkokratia’nın (Yunanistan’ın  Osmanlı idaresinde geçirdiği dönem) ve özellikle İstanbul’un Türklerin eline düşmesinin, Yunan kamuoyunun zihninde bugüne dek süren bir travma (derin ruhsal yara, saplantı) olarak yerleştiği güncel örneklerle izah edilmektedir. Eser, özellikleYunanlıların 500 küsur yıldır unutmadıkları “mağduriyetlerinin intikamını almanın kendileri için bir hak olduğu inancını taşıdıklarının altını çizmekte ve bu sağlıksız ruhsal saplantının, antik Yunanistan’ı ve Bizansı diriltmek amacını güden Megalo İdea’yı bugün de Yunan politikasına yön beren bir ideoloji  haline getirdiğini,  bilimsel bir şekilde ortaya koymaktadır.

(UD): Endişe verici  bir teşhis bu!.. Bu durumda, Türk ve Yunan halkları arasında anlaşmazlık ve husumetin sürüp gitmesi, değiştirilemez bir kader mi oluyor?

ECEVİT VE KARAMANLİS SORUNLARI ÇÖZEBİLMEK İÇİN KESİNTİSİZ 12 SAAT SÜREYLE BAŞ BAŞA GÖRÜŞTÜLER

(ŞE): Bu kaderin değiştirilmesi, iki ülkenin ilişkilerinde yeni bir sayfa ve işbirliği dönemini açmayı hedefleyen, iyi niyetli, gerçekçi, karşılıklı güvene dayanan ve cesur bir ortak girişimi gerektiriyor. Türk- Yunan ilişkilerinin son 70 yıllık tarihinde bu nitelikte ortak bir girişimin sadece bir örneği var. Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile Türkiye Başbakanı Ecevit, böyle bir girişimi, 10-11 Mayıs 1978 tarihinde buluştukları İsviçre’nin Montreux şehrinde yaptıkları müzakereler sonucunda başlattılar. İki başbakan Montreux’de aynı otelde iki gün kaldılar ve bu süre zarfında -inanılması zor ama gerçek- tam 12 saat boyunca görüştüler.

(UD): İki lider 12 saat görüşüyor... Bu olağanüstü bir durum. Cumhuriyet tarihinde bunun bir benzeri olduğunu zannetmiyorum...

(ŞE): Bu görüşmelere başbakanlar dışında Türk tarafından sadece ben, Yunan tarafından da Karamanlis’in özel kalem müdürü Büyükelçi Moliviadis katıldı. Yıllarca karşı koyduğu Albaylar Cuntası’nın  1974’te düşmesinden sonra Paris’ten gelerek Yeni Demokrasi Partisi’nin başına geçen ve Yunan halkı tarafından milli kahraman addedilen Karamanlis’in, müzakerelerin başlangıcında Ecevit’e hayli mesafeli davrandığı belli oluyordu. Ancak, birkaç saat içinde buzlar eridi ve aralarında güven ve kişisel dostluk havası oluştu. Bu toplantıda alınan en önemli kararlar -kanımca- Ege sorunları için ön şartsız etkin bir müzakere mekanizması kurulması ve sorunlara yaklaşımda bazı temel kuralların kabulü oldu. Müzakere mekanizması bir Türk-Yunan ortak üst kurulundan ve buna bağlı ortak alt komitelerden oluşuyordu. Üst kurulun ortak başkanları Yunan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Byron Theodoropoulos ile Türk Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, yani bendim. 1980 yılına kadar Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’deki sorunların envanteri üzerinde bir görüş ayrılığı yoktu. Bu bakımdan, kurulan alt komitelerin, kıta sahanlığına ilaveten, hava sahası, FIR hattı, uçuş koridorları ve Doğu Ege Adaları’nın silahtan arındırılması gibi sorunları ele alıp ortak çözüm bulmaları öngörülmüştü. Alt komiteler, müzakerelerde vardıkları sonuçları ve karşılaştıkları sorunları üst kurula rapor ediyor ve talimat alıyorlardı. Üst kurul toplantılarını Atina ile Ankara’da, rotasyon usulüyle yapıyordu. Müzakerelerdeki gelişmelerin Türk ve Yunan başbakanlarına rapor edilmesinde karşıtım Theodoropoulos ile birlikte, sıradışı bir yöntem uyguluyorduk. Başkentlerde yapılan müzakere oturumları sonunda, her iki başbakana da beraberce gidiyor, Karamanlis’e gelişme raporunu ben, Ecevit’e ise Theodoropoulos sunuyordu.

(UD): Bu yöntemle müzakerenin tıkanmasını, bir yere takılıp kalmasını engellemiş oldunuz sanırım...

ECEVİT O GÖRÜŞMELERDE LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI’NIN ÖNEM VE DEĞERİNİ ISRARLA VURGULADI

(ŞE): Montreux’de, ele alınan en çetin ve hassas konulardan biri de çözüm bulunamayan sorunların Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) götürülmesi meselesiydi. Başbakan Ecevit, bu konuda verdiği izahatta, Ege sorunlarına çözüm aranırken Lozan Barış Antlaşması’nın Türkiye ile Yunanistan arasında oluşturduğu kapsamlı çıkar dengesinin korunması gereği üzerinde önemle durdu. Bu bağlamda, Lozan Antlaşması’nın hukuksal değil, siyasal ve stratejik ölçütler üzerine oturduğu gerçeğini örnekler vererek izah ettikten sonra, Ege’deki anlaşmazlıkların, bu gerçeğin  tamamen gözardı edilerek, Uluslararası Adalet Divanı gibi davaları sadece hukuksal ölçütlerle inceleyecek bir yargı organı tarafından ele alınmasının Türkiye için olumsuz ve haksız sonuçlar doğuracağını vurguladı. Buna karşı Karamanlis, Yunan kamuoyunun bu konuda aşırı derece hassas olduğunu, müzakere sonucu varılacak bir çözüme karşı çıkacağını, ancak bir uluslararası yargı organının kararını kabul edeceğini, yani Türkçe’de söylendiği gibi “Şeriatın kestiği parmağın acımayacağını” belirtti. (Bu sözleri düzgün bir Türkçeyle telaffuz eden Karamanlis’in, bizim “Karamanlı” dediğimiz Türkçe konuşan Anadolu Ortodoksu bir aileden geldiği rivayet ediliyor.) Görüleceği gibi, iki liderin pozisyonları birbirine karşıttı. Ancak, sonuçta bir orta yolda buluştular. Kıta sahanlığı konusu müzakere yoluyla halledilmeye çalışılacak, ancak “iki tarafı da tatmin edecek nihai sonuç” beraberce başvurulacak uluslararası yargı organına onaylattırılacaktı. İki başbakan müzakerelerin selameti bakımından bu mutabakatın gizli tutulması hususunda anlaştılar.

(UD): Bu söyledikleriniz başbakanlar arasında tam bir güven ortamı doğduğunu gösteriyor.

İKİ LİDER, EGE’DEKİ SORUNLAR YUMAĞINI “PAKET” ÇÖZÜMLE SONA ERDİRME KONUSUNDA ANLAŞTILAR

(ŞE): Ege sorunlarının birbirleriyle sıkı sıkıya bağlantılı olduğu, bu nedenle nihai çözümün tümünü kapsayan bir “paket” niteliğinde olması gerektiği de başbakanların üstünde mutabık kaldıkları bir husus oldu. Tabii bu mutabakat, “Aramızda sadece kıta sahanlığı sorunu var, başka sorun yok!..” diyen bugünün Yunanlı liderlerinin tüylerini diken diken eder... Montreux’de alınan ortak karar uyarınca, müzakerelerde amaç, karşılıklı ‘al-ver’lerle bütün sorunları kapsayan bir “paket” anlaşma ortaya çıkarmaktı.

(UD): Peki, müzakerelerin sonu nereye vardı?

MÜZAKERELER SONUCUNDA TÜRKİYE’YE UYGULANAN ABD AMBARGOSUNU KALDIRMAYI BAŞARDIK

(ŞE): Müzakereler ufukta çıkış yollarının bulunduğuna işaret ediyordu. Ancak, bir sonuca varamadan Yunanistan seçim sath-ı mailine girdi ve müzakereler bu durumdan etkilendi. Bu ortamda, ABD’den gelen olumlu sinyaller üzerine benim Başbakan Ecevit’in talimatıyla Türkiye’ye konulan silah ambargosunun kaldırılması için ABD Kongresi’yle müzakere için Washington’a gitmem gerekti. Kongre binasında Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Zorinski’nin başkalığındaki Demokrat ve Cumhuriyetçi partileri temsil eden milletvekillerinden oluşan kalabalık bir heyetle yaptığım müzakereler hayli olaylı geçti ama neticede ambargoyu kaldırdık. (12 Eylül, 1978). Bu gelişme, Yunanistan’ı ayağa kaldırdı. Muhalefet lideri, PASOK Başkanı Papandreu, “Ecevit, Karamanlis’i faka bastırdı” diye kıyameti kopardı. Papandreu’ya göre, Ecevit Karamanlis’i kandırarak Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu bir hava yaratmış, sonra da bu ortamdan yararlanarak ABD Kongresi’nin silah ambargosunu kaldırmasını sağlamıştı. Papaendreu, aynen babası gibi, Yunan halkının sağlıksız ruhsal durumunun ürünü olan Türkiye düşmanlığını meslek edinmiş tipik siyasi liderlerden biriydi. Seçimleri PASOK kazanınca başbakan oldu ve Türk-Yunan ilişkileri 1990’a kadar süren tam bir  iletişimsizlik ve riskli bir gerginlik dönemine girdi.

(UD):  Sayın Elekdağ, siyasi tarihimizin önemli ve ibret verici bir sayfasına ışık tuttuğunuz için size çok teşekkür ediyorum.Günümüze dönersek; Ege’nin iki  kıyısı arasındaki barış ve işbirliği yolunun, Ecevit’le Karamanlis’in üzerinde mutabık kaldıkları müzakere kuralları ve yönteminin yeniden benimsenmesinden geçtiği görülüyor.