İnsanı kendi yapısı ve değerleriyle saygın kılan, kişilik niteliğidir. Çevresinde iyi karşılanan, tutum ve davranışlarıyla olumlu bulunan, çalışmaları ve çabalarıyla yararları izlenip beğeni toplayan kimseler örnek yurttaşlardır. Bilim, siyaset, ekonomi, sanat, spor vs. alanlarda başarılarıyla öne çıkanlar toplumsal değerlerimizdir.

İlişkilerde seçkinlik ve güvenirlik, kişiliğin önemli bir ölçütüdür. Sözde durmaktan toplum yaşamındaki tüm ilişki türlerine uzanan bu değer insanlık özelliklerinin özeti sayılır. Günümüz ortamında insanlık değerlerine ve ilişkilerine gereken önemin verildiğini, yaşam alanlarında bu değerlere özen gösterildiğini savunmak güçtür. Özellikle siyasal nedenlerle bireyler arasındaki ayrılığın giderek genişlediği ve büyüdüğü, toplum gruplarına uzanan kimi çirkinliklerle üzdüğü gözetilirse sakıncaları daha iyi saptanır ve anlaşılır.

Kişisellik, bireysellik, konuşmalarda “bencillik” sözcüğüyle anlatılan bir tutum biçimidir. Daha çok bireyin kendine özgü ve kendini önde, üstte tutan, kendini gözeten tutumudur. Oysa uygar yaşamda toplumun bir öğesi olarak toplumsal değerlere ve gereklere önem veren, yararlı olmayı öne alan, kişisel çıkarı değil toplumsal kazancı, değer katmayı anlatan bir niteliği öngörmek gerekir. Kendi yararını gözetip düşünmekle, amaçlamakla birlikte salt bunlar için çabayı ilkellik sayan anlayışı dışlayan tutum aranır. Bu düzen tam bir özveriyi içerir. Başkalarını da kendisi gibi düşünmek, yararlı olmasa bile zararlı olmaktan uzak kalmak anlayışı, toplumsal dayanışmanın gereklerinden biridir.

Edinme, yararlanma tutumlarının ölçüyü kaçırması, bencilliğin bir hastalık durumunda olması, arsızlık, çıkarcılık, açgözlülük ve fırsatçılık sayılacak kişisel bozukluklardan kimileridir. Toplumsal ve uygar yaşamda bencillik ve kişisellik kınanan durumlardır. Uygar yaşamın aydınlığı birliktelikte, anlayış ve hoşgörüde, dayanışmadadır.

Anlayış kişiliğin, barış toplumun dayanışma gücüdür. Bu bağlar yadsınarak bir yere ulaşılamaz. Kişisel ve toplumsal ilişkileri yeterince değerlendiremeyenler, sataşmayı, kavgayı bir üstünlük başarı ile güç aracı sayanlar kişisel yoksunlukları olanlardır. İlkellikten öte gitmeyen güç ve söz gösterisine girişenler toplumsal niteliklerden uzak ve yoksun olanlardır. Özellikle önderlik ve liderlik konumunda olanların dikkat etmeleri gereken durumlara daha çok önem vermeleri gerekiyor. Örnek olmak konumunda bulunanların görev saymaları gereken durumları, tutum ve davranışları asla gözardı etmemeleri gerekir. Bu konuda adımlar atılması toplumsal bir zorunluluktur.

Sav-savunma-karar üçlüsünün önemli bir öğesini oluşturan avukatlara yönelik polis engeli, baskısı ve saldırıları demokrasiyle, hukukla, yargı onuruyla asla bağdaşmayan, devletin saygınlığına gölge düşüren siyasal kaynaklı taşkınlıktır. Bu toplumsal çirkinlik hiçbir bahaneyle savunulup geçiştirilemez. Avukatların Anıt-Kabir’e saygı duruşuna çıkışlarının engellenmesi iktidar azgınlığıdır. Bir gün savunmaya gereksinim duyduklarında anımsayacaklardır ama utanırlar mı bilinmez.

Ben, zamanın baro başkanları tarafından hazırlanan Avukatlık Kanunu tasarısına son biçimini vererek Adalet Bakanlığı’na sunan Ankara Barosu’nun Genel Sekreterliği’ni (1964-65), başkanlığını (1972-74), Türkiye Barolar Birliği Genel Kurul Başkanlığı’nı (1974-75) yapmış bir hukukçuyum. Günümüz Adalet Bakanı’nın avukatlıktan gelen bir hukukçu olduğu gözetilirse üzüntümüz daha artıyor. Hukuk devleti niteliğine kimse gölge düşürmemelidir.