Büyük ATATÜRK’ün bize emanet ettiği Cumhuriyet, ulusal egemenliği yaşama geçiren en büyük siyasal değerimizdir. Kimi kötü girişimler, gerici tutkular ve amaçlı anlayışlarla niteliğinden arındırılmaya çalışılsa, kimi siyasal sapkınlıklarla geçersiz kılınmaya çalışılsa da ATATÜRK’e ve ilkelerine yürekten bağlı yurttaşlarımızın sorumluluk bilinciyle sonsuza değin yaşatılacaktır. Bu duruma ilişkin güzel bir yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz:

★★★

“ATATÜRK’ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE EMANETİ EN DEĞERLİ VARLIĞIMIZ CUMHURİYET, ULUSAL EGEMENLİK YÖNETİMİDİR, KİŞİ YÖNETİMİ DEĞİLDİR!
Atatürk, ‘...Ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu’ anlattığı SÖYLEV’inin (NUTUK) sonunda, ulaşılan sonucun ‘yüzyıllardan beri yaşanan yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığı’ olduğunu belirterek Türk Gençliğine emanet ettiği bu sonucu şöyle tanımlamıştır:

‘Birinci ödevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin korumak ve savunmaktır!’

Atatürk’ün, ‘Türk bağımsızlığı’ ile ‘Türk Cumhuriyeti’ni eş anlamda, dolayısıyla eş değerde gördüğüne dikkat etmek gerekir!

Çünkü gerçekten de ‘Cumhuriyet’ yani ‘ulusal egemenlik’ düzeni yoksa, ‘kişilerin gönlünce, baskıcı yönetimleri’ var demektir!

‘Özgür’lüğün olmadığı kişisel yönetim ortamlarında ise ‘ulusal bağımsızlığın’ düşünün bile görülemeyeceğini, ulus bilincinden yoksun kalınacağını, onun yerine cemaat, ümmet ilkellik ve tutsaklığına düşüleceğini bilmektedir.

DERS OLACAK ÖRNEKLER

1) 1920 başlarında, Yunan işgalleri her gün genişlerken, Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplamaya çalışmaktadır.

Yunus Nadi ve arkadaşlarının, ‘Paşam önce orduyu bir düzene koyup işgalleri durdurmak, yurdu kurtarmak gerekmez mi?’ sorusuna Mustafa Kemal’in verdiği yanıt, AKP yönetiminde sürüklendiğimiz iç ve dış yıkımları anlamaya ve bunlardan nasıl kurtulunabileceğine de ışık tutan bir yanıttır:

‘Yunus Nadi Bey, ordu demek, ulus çocuklarını ana kucağından, baba ocağında çekip alarak ölüm cephelerine sürmek denektir. Ordu demek, ulusun tüm maddi varlığına el koyup savaş için kullanmak demektir. BÖYLE KARARLARI ALMAYA KİM YETKİLİ OLABİLİR? ANCAK ULUSUN ÖZGÜR İSTENCİYLE SEÇECEĞİ TEMSİLCİLERİNDEN KURULAN BİR MECLİS! ÖYLEYSE, ÖNCE MECLİS, SONRA ORDU!’

2) Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’na gelene değin Milli Mücadele’de hiçbir askeri görevi yoktur. Sakarya Savaşı’nın en bunalımlı günlerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasında, ‘Ordu ne yapıyor? Ulus nereye götürülmek isteniyor? Bu durumun bir sorumlusu yok mudur? O kişi neden ordunun başına geçmiyor?’ diye yapılan eleştirel çağrılar üzerine, Mustafa Kemal, kendisine ordunun başkomutanlık görevini vermek isteyen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine teşekkür ederken de yine gerçek kurtuluşu Millet Meclisi yönetiminin sağlayacağına olan inancını dile getirir:

‘YAŞAMIM BOYUNCA ULUSAL EGEMENLİĞİN EN SÂDIK BİR HİZMETKÂRI OLDUĞUMU ULUSA BİR KEZ DAHA GÖSTERMEK İÇİN, BU YETKİNİN ÜÇ AY GİBİ KISA BİR SÜREYLE SINIRLANDIRILMASINI İSTERİM.’

3) Ve İzmir’in de kurtuluşu üzerine Büyük Zaferi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne muştularken dile getirdiği düşünce, doğru anlamı ve dürüst uygulamasıyla ulusal egemenlik ilkesinin engin verimlerini şöyle vurguluyor:

‘Ulusun geleceğini doğrudan doğruya üzerine alarak umutsuzluk yerine umut, dağınıklık yerine düzen, duraksama yerine kararlılık ve inanç koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin özverili ve kahraman ordularının başında, bir asker bağlılığı ve uysallığıyla buyruklarınızı yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan yüreğinin pek seyrek duyabileceği memnunluk içindeyim.

Yüreğim bu sevinçle dolu olarak, pek değerli ve saygıdeğer arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK DÜŞÜNCESİNİN ZAFERİ’nden dolayı kutluyorum. Bu Anadolu zaferi, tarihte bir ulus tarafından tam olarak benimsenen bir düşüncenin ne denli büyük ve dinç bir güç olduğunun en güzel örneği olarak kalacaktır.’

İşte Atatürk’ün ulusal varlığımızın ve geleceğimizin tek temeli, en değerli kaynağımız olarak bizlere emanet bıraktığı Cumhuriyet, bu engin güç ve değer kaynağı olan Ulusal Egemenlik düzenidir!

Görüldüğü gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Türk Ordusu’nun yönetimine egemen olması, ulusal bağımsızlık, özgürlük ve yurt güvenliğimizin vazgeçilmez gereğidir ve Atatürk’ün Türk Gençliğine, Türk Ulusuna bıraktığı emanet, işte budur!

Prof. Dr. Özer OZANKAYA”