Akdeniz’de yine böyle sıcak bir yaz günüydü.

Arap-İsrail savaşı başlamıştı.

Amerikan istihbarat gemisi Liberty, Gazze açıklarına geldi.

İsrail keşif uçakları sekiz defa üzerinden geçti.

Gemiyle pilotlar arasında irtibat kuruldu.

Amerikan gemisi olduğu teyit edildi.

Ama o da ne?

Tık...

Liberty’nin telsiz frekansları bloke edildi.

Önce iki Mirage göründü, daldılar, vurdular.

Roketleri kroşe gibi suratına yiyen Liberty, nerden geldiğini şaşırmıştı.

Nooluyor demeye kalmadı, üç Super Mystere göründü, daldılar, peşpeşe yangın bombalarını bıraktılar.

Liberty’nin kaptanı belki farkederler diye, cayır cayır yanan gemiye beş metrelik tören bayrağını çektirdi. Nafile... Gene geldiler, gene vurdular.

Hava saldırısı aralıksız 22 dakika sürdü.

Bitti sanılırken... Bu defa İsrail hücumbotları geldi.

Portakal kasası gibi duran gemiyi torpillediler.

Gövdede delik açıldı.

Hava saldırısında savunma silahları darmadağın olan Liberty, çaresizdi.

Amerikan bahriyelileri can havliyle botları indirmeye başladı ama, İsrail’in gözü dönmüştü, savaş suçu olmasına rağmen, kurtarma botlarını da taradılar.

Amerikalılar bir saat 15 dakika ağır ateş altında kaldı.

Cehennemden farksızdı.

Neticede, Liberty gemisi kıyıya vuran balina misali, Malta sahiline kapağı attı.

34 Amerikalı ölmüş, 171’i yaralanmıştı.

Gövdede 82 roket, üç binden fazla mermi izi vardı.


İsrail “pardon” dedi.

Biz onu Al Kuseyr isimli Mısır gemisi sanmıştık, karıştırmışız” dedi.

Halbuki, Al Kuseyr 80 metre, Liberty 152 metreydi.

Al Kuseyr kum kosterine benzerken, Liberty’nin her tarafı devasa radar-çanak antenlerle doluydu.

Al Kuseyr’i Liberty sanmak, ikinci el Lada’yı Porsche’yle karıştırmaya benziyordu.

Üstelik, Al Kuseyr’in yüzemez halde olduğunu, İskenderiye limanında iskeleye bağlı olduğunu, elbette herkes biliyordu.


Çok daha enteresan tarafı... İsrailli pilotlar, geminin Liberty olduğunu teyit etmiş, bu teyitten sonra vur emri verilmiş, İsraillilerin bu telsiz konuşmaları ABD’nin Beyrut Büyükelçiliği tarafından kaydedilmişti.

Buna rağmen soruşturma bile açılmadı.

ABD Kongresi tarafından ABD tarihinde soruşturması açılmayan “ilk ve tek muamma” olarak üstü örtüldü.


Savaş denilen kavram böyle bir şeydi.

Her ihtimalin ucu açıktı.

Başladıktan sonra nereye gideceğini kimse kestiremezdi.

ABD bile.

Burnunu sokarsan, sürprizlerle karşılaşman sürpriz değildi.


Aradan yedi yıl geçti.

Akdeniz’de yine böyle sıcak bir yaz günüydü.

Kıbrıs’a çıkmıştık.


Kocatepe, Adatepe ve Mareşal Çakmak isimli muhriplerimiz, Girne açıklarındaydı.

Keşif uçaklarımızdan “12 gemilik Yunan konvoyunun Rodos’tan Baf’a doğru yol aldığı” yönünde istihbarat geldi.

Muhriplerimiz derhal o bölgeye yönlendirildi.

Aradılar taradılar, konvoy monvoy yoktu.

İşte tam o sırada Türk jetleri belirdi...

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk deniz savaşı, bu faciayla başladı.


Çünkü, Yunan donanması, savaş stratejileri gereği hile yapıyordu, Türk bayrağı çekiyor, telsizde Türkçe konuşuyorlardı.

Pilotlarımız “sakın kanmayın” diye tembihlenmişti.

Maalesef bu nedenle muhriplerimizden gelen “Türk’üz” mesajlarına inanmadılar, kendilerine verilen bilgiye göre bölgede Türk gemisi yoktu, gümbür gümbür vurdular!


Muhriplerimiz, ABD tarafından hibe edilmişti.

Hava savunma sistemleri yoktu.

Uçak gemilerini denizaltılara karşı korumak ve suüstü savaşı yapmak amacıyla üretilmişlerdi.

Dolayısıyla, jetler için kabak gibi hedeftiler.


İlk darbeyi Kocatepe yedi.

Kıçtaki topu tam isabet aldı.

Bir sonraki bitiriciydi, uçağımızın bıraktığı bomba bacaya daldı.

Savaş harekat merkezi darmadağın oldu.

Yangın başladı.

Elektrik sistemi çöktü.

Kıç topu sustuğu için, jetler arkadan yaklaşıyor, eliyle koyar gibi peşpeşe indiriyordu.

Adatepe ve Mareşal Çakmak da alev alevdi.


Yangın cephaneliğe sirayet etmeye başladı.

Kocatepe’nin komutanı “terkedin” emri verdi.

Hafif silahları alıp, can yeleklerini giydiler, lastik botlara bindiler.

İnfilaka saniyeler kalmıştı...

Vakit çok dardı, bazıları denize atlıyor, yüze yüze bota çıkıyordu.

Portatif telsizi naylona sarıp boynuna bağlayan kahraman muhabere subayımız Necati Gürkaya, maalesef gömüldü gitti.

Gemiyi en son seyir subayıyla kaptan terketti.


Bum!


Kocatepe battı.

Denizde 30 bot vardı.

Birbirlerine bağlıydılar, topluca durmaları gerekiyordu.

Panikle ipleri kestiler, dağıldılar.

Mareşal Çakmak ve Adatepe yaralı halde yardıma gelmeye çalışıyordu ama, jetlerimiz nefes aldırmıyor, aralıksız saldırıyordu.

Çare yok, ya botları bırakıp kaçacak, ya da batacaklardı.

Bıraktılar.


Komutanın botunda 20 personel vardı.

Sığmıyorlardı.

Akdeniz köpekbalığı kaynıyordu.

Vücutlarına sarımtırak, iğrenç kokulu koruma maddesini sürüp, sırayla denize indiler, iplere tutuna tutuna hayatta kalmaya çalıştılar.

Gece oldu.

Zifiri karanlık.

Yıldızlara baka baka, memlekete doğru kürek çektiler.

Sabah oldu.

Öğle oldu.

24 saat geçti.

Ufukta kara görünmüyordu.


İkindiye doğru, balıkçı motoru ebatında bir tekne göründü.

Mermileri namluya sürdüler.

Yunan’sa, vuruşarak şehit olacaklardı.

Komutanın kim olduğu belli olmasın diye, rütbeleri sökmüşler, denize atmışlardı, rutin savaş protokolüydü.

Tekne yanaştı.

Kaptanı yaşlıca bir adamdı.

İngilizce sordu, kimsiniz?

Siz kimsiniz?” cevabı aldı.

Yaşlı kaptan gülümsedi...

Türk müsünüz?” dedi.

Bu defa İngilizce değil, Türkçe konuşmuştu!


İsrail deniz ticaret okulunun teknesiydi.

Kaptanlık ve balıkçılık kursu gören 13 öğrencisiyle Santorini açıklarındayken, savaş çıktığını öğrenmişler, İsrail’e dönüyorlardı.

Muhriplerin vurulduğundan haberleri yoktu.

Tesadüfen denk gelmişlerdi.


Yaşlı kaptan, Reuven Pinhasi, İstanbullu’ydu.

Aslen, Rus musevisiydi.

Henüz üç yaşındayken Bolşevik devriminden kaçmışlar, Beyoğlu’na yerleşmişler, Avusturya Lisesi’nde okumuş, 1943 yılında ailece İsrail’e göç etmişlerdi.

Türkçesi ordandı.


Bottaki Türkler, İsrail teknesine alındı.

Kocatepe’nin komutanı kendini tanıttı.

Etrafta başka botlarımız var” dedi.

Tur atıldı.

İki bot daha bulundu.

Gerisi yoktu.

42 askerimiz kurtarılmıştı.


İsrail teknesi sadece 20 metreydi.

Türkler bölgeden ayrılmak istemiyor, arkadaşlarını aramaya devam etmek istiyorlardı ama, istiap haddi dolmuştu.

İsrailli kaptan “bize de ateş açılma ihtimali var, öğrencilerimin sorumluluğu bende, uzaklaşmak zorundayız” dedi.

Çaresiz kabul ettiler.


İsrailli öğrenciler battaniye dağıttı, sofra kurdu.

20 saat yol yaptılar, Hayfa’ya vardılar.

İsrail donanması törenle karşıladı.

Ankara’yla temas kuruldu.

Başbakan Ecevit talimat verdi, THY’nin Boğaziçi isimli uçağı Tel Aviv’e indi, bahriyelerimizi alıp geldi.


Kocatepe’nin öbür botlarındaki personeli de şanslıydı.

Libya gemileri tarafından toplandılar.

Akp hükümeti sayesinde sırtından hançerlediğimiz Kaddafi, bahriyelilerimizi bizzat törenle karşıladı, bizzat törenle uğurladı.

Adatepe ve Mareşal Çakmak, ağır yaralı halde Mersin’e ulaştı.

Bilanço, 54 şehitti.


Bilahare anlaşıldı ki, konvoy monvoy yoktu.

Keşif uçağımız Rodos’ta mendirekten gemiye yüklenen 12 askeri kamyon görmüştü.

Bu laf dönmüş dolaşmış, 12 gemilik konvoy olmuştu!

Genelkurmay’daki koordinasyonsuzluk tuz biber ekince, kendi uçaklarımızla kendi gemilerimizi vurmuştuk.


Sayın basınımız o zamanlar da yalancıydı.

Jetlerimiz Yunan konvoyuna ağır kayıplar verdirdi” diye manşetler attılar.


Kendi uçaklarımızla kendi gemilerimizi vurduğumuz, kendi vatandaşımızdan tam bir yıl gizlendi!


Ve bugün...


Hafter davet etti, Mısır ordusu Libya’ya giriyor.

Bugüne kadar vekalet savaşı olarak devam eden mücadele, resmen konvansiyonel savaşa dönüşüyor.


Rusya, Fransa, Mısır ve Çin, Hafter’i destekliyor.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, hem Mısır’ı hem Hafter’i destekliyor.

Yunanistan, İsrail, Suriye bizden nefret ediyor.

S400 yüzünden ABD’yle askeri ipleri kopardık.

Türkiye’nin tutmaya çalıştığı Vatiyye üssü, Hafter’in sahip olmadığı ileri teknoloji uçaklarla vuruldu, Fransa vurdu diyen var, Birleşik Arap Emirlikleri vurdu diyen var, Rusya vurdu diyen var.

Kimvurduya gittik yani.

Ermenistan’ın tam bu atmosferde zart diye Azerbaycan’a saldırması, Türkiye’ye meşguliyet cephesi açması da, elbette tesadüf değil.


E, hal böyleyken...

Bir tane sevenimiz bile yokken...

Bir tane müttefikimiz bile yokken...

Türk donanması, Libya kıyılarında, Doğu Akdeniz’de dolaşıyor.


Sayın büyüklerimiz elbette attıkları adımları ölçüp biçmiştir, endişe etmemize gerek yoktur ama, ben gene de Akdeniz’e dair yaşanmış iki öyküyü hatırlatayım istedim.

Maazallah, Ayasofya’yı cenaze namazıyla açmayalım.