Kafeye çay içmeye gidersen virüs kapıyorsun, mitinge çay kapmaya gidersen keyifle içiyorsun, lokantada ayrı ayrı masalarda yemek yersen bulaşıyor, metrobüse beş yüz kişiyle kucak kucağa binersen bulaşmıyor, imam dezenfekte, cami açık, öğretmen enfekte, okul kapalı, haftaiçinde sekiz saat mesai yaparsan negatifsin, haftasonunda sekizden sonra sokağa çıkarsan pozitifsin, stadyumda futbol maçı serbest, halı sahada futbol yasak, 65 yaşındaysan açık havaya çıkman bile sakıncalı, 64 yaşındaysan avm’lerin kapalı mekanlarında dolaşabilirsin, kuaförde saat 17.59’da ağda bile yaptırabilirsin, aynı kuaförde 20.00’de saçını bile taratamazsın.



Meksikalının biri, bisikletle ABD’ye giriş yapıyormuş, selesinde kocaman bir torba varmış.

Sınır polisi şüphelenmiş, “aç torbayı” demiş, açmış Meksikalı, kum çıkmış.

Ertesi gün, aynı Meksikalı ıslık çala çala gelmiş sınır kapısına, giriş yapacak, selesinde gene kocaman bir torba.

Sınır polisi gene huylanmış, “aç” demiş, gene kum.

Sonraki gün, aynı Meksikalı pedal çevire çevire gelmiş sınır kapısında, selede gene torba.

Bu defa gümrük polisiyle beraber narkotik polisleri karşılamış, “aç” demişler, nafile, çıka çıka gene kum çıkmış.

Delirecekler...

Beş gün, iki hafta, bir ay, hep aynı manzara, Meksikalı geze geze geliyor, termal kamerayla bakıyorlar, tahlil yapıyorlar, köpeklere koklatıyorlar, uydu fotoğraflarıyla takip ediyorlar, hikaye, torbadan habire kum çıkıyormuş.

Aradan yıllar geçmiş, sınırda meraktan çatlayan polis, şöyle soğuk bir bira içmek için bir bara girmiş, tesadüfe bak, Meksikalıya rastlamış, adeta yalvaran bir ses tonuyla demiş ki, “emekli oldum, hâlâ içim içimi yiyor, her ne olduysa olan oldu, bu saatten sonra sana bir şey yapamam, Allah aşkına söyle, ne kaçırıyordun o torbayla?”

Meksikalı gülümsemiş.

“Bisiklet” demiş!



Doğrusu benim de içim içimi yiyor...

Böylesine bilimsel ve sıkı sıkıya önlemlerimize rağmen nasıl yayılıyor bu virüs Türkiye’de!