Gunboat.

İngilizcesi böyle.

Topları olan gemi anlamına geliyor.

Türkçe’de gambot deniyor.

Bir ülkenin bir başka ülkeye karşı savaş gemilerini göndermesine, deniz kuvvetleriyle caydırıcı güç göstermesine, donanmasını siyasi baskı yapmak için kullanmasına “gambot diplomasisi” adı veriliyor.



Bu metafor 1850’li yıllarda icat edildi.

ABD yönetimi durup dururken savaş gemilerini Japonya’ya gönderdi, bu tehditkar güç gösterisiyle ticari imtiyaz istedi, Japonya korktu, boyun eğdi, ABD mermi bile sıkmadan istediğini aldı.

Böylece literatüre girdi.



Akdeniz’de işte bunu yapıyoruz.



Altı aydır denizde olan çocuklarımız var.

Kimi Libya açıklarında, kimi Kıbrıs etrafında, altı aydır.



Peki hiç düşündünüz mü acaba, Akdeniz’de dolaşan o savaş gemilerimizde hayat nasıldır?



Halatlar fora dendiği zaman, kelimenin tam manasıyla “hepsi aynı gemide”dir.

Evli olan eşini bırakır, kimi nişanlısını, kimi sevgilisini bırakır.

Duygu olarak rütbe ayrımı yoktur.

Komutan da çocuklarını özler, subaylar da, astsubaylar da, erler de.

Hasret, ortak duygudur savaş gemisinde.



Yaşama da, ölüme de birlikte giden, aynı kaderin yolcularıdır.



Hayat 7/24 kesintisiz devam eder.

Altı saatlik vardiyalar halinde, biri istirahata çekilirken, diğeri görevi devralır, doktor var, aşçı var, berber var, 180 kişilik kasaba gibidir.



Gece vardiyasının gündüzden farkı yoktur.

Gözünü karanlığa alıştırmak için, seyir emniyeti için görev yerine 15-20 dakika önce gelirsin, tek fark budur.



Komutan nadiren uyur.

Kamarasında bile üniformasını çıkarmaz.

Nadiren oturur.

Kimi zaman köprüdedir, kimi zaman savaş harekat merkezindedir, kimi zaman personeliyle sohbet halindedir, devamlı ayaktadır.

Gemide herkes komutanın iki dudağının arasına bakar.



Türkiye Cumhuriyeti’nin denizdeki toprak parçasıdır o gemiler.

Bunun onurunu yaşarlar.

Onu korurlar.



Çanakkale Boğazı’ndan çıkıldığı anda, tüm silahlar hazırlık durumuna alınır. Normal şartlarda bile böyledir.

Çanakkale Boğazı kırmızı çizgidir.

Ege’ye Akdeniz’e daima elimiz tetikte çıkılır.



Malum on gün önce namlu namluya geldik.

Yunan fırkateyni taciz girişiminde bulundu.

Kemalreis fırkateynimiz gövdesiyle önleme yaptı.

Bizimki 118 metre boyunda, 3 bin 400 ton ağırlığında.

Yunan gemisi 130 metre boyunda, 3 bin 500 ton ağırlığında.

Gacırtıyı düşünün!



İşte tam o anlarda, çatışma alarmı çalar.

İstirahatta olan personel bile görev yerine koşar.

Tam kadro savaş pozisyonu alınır.

Sinirler tel gibi gerilir.

Görüntüler kayıt altına alınır, Türk komutanla Yunan komutan arasındaki konuşmalar kayıt altına alınır.

Bunlar, hukuki boyut için gereklidir.



Türkiye’de kalmadı ama...

Akdeniz’de, denizin ortasında bile hukuk vardır!



Kemalreis gibi gemilerimiz, denizdeki görünmez sınırımızı korur.

Yunan fırkateyninin taciz girişimi, İpsala sınır kapısından Yunan askerinin geçmesi gibi bir şeydir.

Kemalreis’lerimiz bunu önler.



Kendi çocukları bedelli yapan politikacılar için, başkasının çocuklarıyla kahramanlık destanları yazmak çok kolaydır ama... Yukarıda anlattığım Kemalreis hadisesinin farkında olanlar, Gölcük’teki Aksaz’daki İzmir’deki subay-astsubay aileleri, 7/24 merak içinde yaşarlar, yürekleri ağızlarında yaşarlar.



Ya denizaltılar?



Dünyadan haberi olmayan yandaş medyamız habire fırkateyn fotoğrafı gösteriyor ama, Akdeniz’de denizaltılarımız da var.



Çapı 60 santimlik bir delikten kuyuya iner gibi merdivenle inip, anca tek kişinin yürüyebildiği daracık koridorlarda günlerce yaşayabilir misiniz?

Herkesin bir yatağının olmadığı, yatağın bile nöbetleşe kullanıldığı bir çelik kutucukta, yeryüzünü görmeden, ne zaman akşam ne zaman sabah bilmeden, güneşin doğuşunu ve batışını anonsla öğrenmenin ne demek olduğunu bilir misiniz?

Pandemi nedeniyle alt tarafı iki gün evde oturduk, bunalıma girdik.

Haftalardır bu şartlarda, denizin altında, tüpün içinde yaşıyorlar.



Kahraman denizcilerimiz “gunboat diplomasisi”ni işte böyle, dünya donanmalarına parmak ısırtacak şekilde yerine getiriyor.



Peki ya “masadaki diplomasi”de ne yapıyoruz?

Hiç!



Aklı başında herkes biliyor ve bangır bangır söylüyor ki... Kesin çözüm için, Türkiye’nin Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz haklarını koruyabilmesi için mutlaka ama mutlaka Mısır’la münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalaması gerekiyordu.

İmzalamadık.

Girişimde bile bulunmadık.

Bizim açımızdan en kötü senaryo, sözkonusu anlaşmayı Yunanistan’ın Mısır’la yapmasıydı.

Yaptılar.



Bu ihvan kafasıyla devam edersek, gunboat’larımız dolaşır durur...

Elalem tüm zenginliği Mısır’la paylaşır.

Bize koçanı kalır!