İnsanın ruhunu daraltan kasvetli bir günün akşamıydı.

Hava kararmıştı.

Yağmur tükürür gibi çiseliyordu.

465 yıl sonra esir düşen İstanbul’un ıslak sokaklarında, fetih gururuyla devriye gezen işgal askerlerinin postal sesinden başka yankı yoktu.

 

Şişli’deki üç katlı pembe binanın perdeleri sıkı sıkıya kapalıydı.

Gaz lambasının cılız ışığı, odayı hayal meyal aydınlatıyordu.

Altı kişiydiler.

Üzerine harita yayılmış masanın etrafında, ayaktaydılar.

 

Talihsiz bir kuşağın çocuklarıydılar.

Hayat onları hep mecbur bırakmıştı.

Bıyıkları terlediğinden beri neredeyse bir gün olsun günyüzü görmemişlerdi, Çanakkale’den Trablus’a, Yemen’den Sina’ya, Balkanlar’dan Kafkaslar’a vuruşmadıkları coğrafya kalmamıştı.

Ve neticede, işte bu daracık odaya sıkışmışlardı.

 

Uzuuun uzun anlattığı haritadan başını kaldırdı.

Adeta nefes bile almayan arkadaşlarına baktı.

Ulusun kader anıydı.

Söylenecek ne varsa söylenmişti.

Söz bitmişti.

O çelik mavisi gözlerinde belli belirsiz bir keder bulutu dolaştı.

“Vakit tamam” dedi...

 

“Umutsuz olmayacağız.

Uçurumun kenarındayız.

Bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar.

Son bir cüret belki kurtarabilir.

Anadolu’ya geçiyoruz!”

 

Aynı gün aynı saatlerde, İzmir için için kaynıyordu.

Karabasan çökmek üzereydi.

Sayılı saatler kalmıştı.

 

Bugünkü İzmir Atatürk Lisesi’nin edebiyat öğretmeni Mustafa Necati bey, çoban ateşinin ilk kıvılcımlarından biriydi.

Direnişin çekirdek kadrosundaydı.

Şifreli telgrafı aldı.

“Vakit tamam” diye mırıldandı.

Yurtseverlere haber saldı...

“Mektepte buluşalım!”

 

Gazeteci Hasan Tahsin bey, (Gavur) Mümin bey, Süleyman Ferit (Eczacıbaşı) bey, miralay Kazım (Özalp) bey, Moralızade Halit bey, Vasıf (Çınar) bey, öğretmenler, doktorlar, avukatlar, tüccarlar, Mustafa Necati’nin bizzat örgütlediği liman işçileri... Mektepte buluştular.

Milli mücadelenin ilk direniş bildirisi orada yazıldı.

El ilanı şeklinde basıldı.

Daha mürekkebi kurumadan, mektebin öğrencileri tarafından, en başta Konak ve Kordon, bütün İzmir’de dağıtıldı.

 

Şu yazıyordu...

“Ey bedbaht Türk!

Hakkın gasp ediliyor.

Namusuna saldırılıyor.

Buralarda Rum’un bizden çok olduğu söyleniyor.

Türklerin Yunan ilhakını memnuniyetle kabul edeceği söyleniyor.

Güzel memleketin Yunan’a verildi!

Şimdi sana soruyoruz:

Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın?

Artık kendini göster.

Tekmil kardeşlerin Maşatlık’tadır.

Oraya yüzbinlerle toplan, ezici çoğunluğunu dünyaya göster.

İlan ve ispat et... Burada zengin, fakir, alim, cahil yok, burada Yunan hakimiyetini istemeyen ezici çoğunluk var.

Bu sana düşen en büyük vazifedir, vazifeden geri kalma.

Acı duymak fayda vermez.

Çağrımıza uy, Maşatlık’a koş!”

 

14 Mayıs 1919...

Simsiyah gece, İzmir’in üstüne matem örtüsü gibi çökerken, bugün Bahribaba Parkı olarak bilinen Maşatlık’ta iğne atsan yere düşmüyordu.

Kadın erkek çocuk, şehir adeta nehir gibi akmıştı.

İşgal gemileri Körfez’e demirlemişti.

Karşıyaka’nın fenerleri gözyaşları gibi parlıyordu.

Kürsüye ilk Hasan Tahsin çıktı.

Hukuk-u Beşer gazetesinin sahibi ve başyazarıydı.

“Boyun eğmeyeceğiz” diye haykırdı...

“Canımızı vereceğiz, vatanı vermeyeceğiz!”

Mahşeri kalabalık kah ağlayarak, kah bağırarak, dalgalanıyordu, Maşatlık’tan yükselen uğultu şehrin sokaklarına imbat gibi yayılıyordu.

 

Son konuşmayı Mustafa Necati bey yaptı.

Doğma büyüme İzmir çocuğuydu.

Yelekli, siyah takım elbise giymişti.

Siyah kravat takmıştı.

Ve, başında kalpak vardı.

Kuvayı Milliye’nin simgesi, Kurtuluş Savaşı’nın alametifarikası kalpak, ilk kez bir sivil tarafından, tarih sahnesine işte böyle çıkarılmıştı.

Yüreğinin sesiyle meydanı çın çın çınlattı...

“İzmir Yunan’a ilhak ediliyor.

İşgal başlıyor.

Bu akşam, güzel İzmirimizde son ve tarihi akşamımızdır.

Andolsun ki, ayaktayız.

Vakar ve sukunetinizi muhafaza ediniz.

Vatan ordusuna iltihaka hazırlanınız.

Teslim olmayacağız!”



Bu mübarek memleket bugün hâlâ ayakta duruyorsa, Mustafa Necati bey gibi yurtsever öğretmenlerimizin omuzlarında duruyor.

Mustafa Necati bey’in manevi mirasını üstlenen, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür öğretmenlerimizin omuzlarında duruyor.



Türkiye’yi kuşatan tarikat-cemaat-zırcahil koalisyonu ise, Mustafa Necati bey gibi eğitimcilerimizi unutturmak, tarihten silmek istiyor.



Buna izin vermeyeceğiz.



Sia Kitap’ın sahibi, varlığıyla onur duyduğum değerli arkadaşım Salih Yavuz’la birlikte “öğretmenler günü” kampanyası başlatıyoruz.

Milli mücadele kahramanlarımıza saygı duruşu olarak kaleme aldığım “Son Cüret” isimli kitabımı, bir ayda 500 bin gibi erişilmesi güç bir tiraja ulaştıran, 2020 yılının en çok satan kitabı yapan siz değerli okurlarımıza, bu kampanyayla teşekkür etmek istiyoruz.



Köy Enstitüsü ruhuyla Anadolu’da zor koşullar altında görev yapan, köy ilkokulu öğretmenlerimize, 24 Kasım Öğretmenler Günü ve Öğretmenler Haftası’nda “Son Cüret”i hediye edeceğiz, köy ilkokullarımızın kütüphanelerine ücretsiz göndereceğiz.



“Son Cüret”i gazeteci Hasan Tahsin’e adamıştım, bu kampanyayı da öğretmen Mustafa Necati bey’in aziz hatırasına adıyoruz.



Gönül ister ki, Türkiye’deki tüm öğretmenlerimize hediye edelim ama, gücümüz ölçüsünde, köy ilkokulu öğretmenlerimizle sınırlı tutmak zorundayız, Ankara’dan öteye öncelik tanıyacağız.



Değerli ve fedakar köy ilkokulu öğretmenlerimiz...

e-posta: tanitim@siakitap.com

Twitter: siakitap

Facebook: siakitap

Instagram: sia_kitap

Lütfen, 24 Kasım akşamına kadar, isminizi, okulunuzu, okulunuzun adresini ve kargo irtibatı için telefon numaranızı, iletin.

Öğretmenler Haftası boyunca kitaplarınızı gönderelim.



Bu vesileyle, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetine sahip çıkan, Mustafa Necati bey’i örnek alan, bu şuurla nesiller yetiştiren tüm öğretmenlerimizin gününü, şimdiden kutluyoruz.