Tül perdeye bakamam ben.

İçim ezilir.

Görmeye dayanamam.

Ya mümkünse sırtım dönük otururum, ya gözümü kaçırırım.

Malum, genellikle kalın perdeler kenarda durur, tül perdeler örtülür.

Deprem anında apartmanlar gümbürtüyle çökerken, o narin tül perdeler patlayan camlardan tazyikle dışarı fırlar.

Bina tost gibi üst üste yığılır, moloz tepesi haline dönüşen apartmanda aslında kaç kat olduğunu kat kat perdeleri sayarak bulabilirsiniz.

Saydım maalesef defalarca.

Kendimi sayarken yakaladım çaresizce, Düzce’de Adapazarı’nda.

Ve şimdi, İzmirimde.

Hazin ötesi manzaradır.

Tarifsiz ızdıraptır.

Cıvıl cıvıl hayatların, hayallerin, umutların, henüz yaşanmamış mutlulukların, şen şakrak kahkahaların gömüldüğü enkaz mezarlarını bile güzelleştirmeye çalışır sanki, tül perdeler.

Dışardan bakıldığında içeriyi göstermemeye çalışırlar adeta, hep yaptıkları gibi.

Tuhaf bir huzur duygusu yayarak, hafif rüzgarda nazlı nazlı salınmaya devam ederler.

Nefes alır gibi şişer, sönerler, sanki o ev hâlâ yaşıyormuş gibi.



453 bin müteahhit var Türkiye’de.

Almanya’da 3 bin 500.

Komple Avrupa’da 25 bin.

Bizde 453 bin.

Her konuda sonuncuyuz, müteahhit sayısında dünya birincisiyiz.

Çünkü, hiçbir şart aranmıyor.

Kuyumcu müteahhit var.

Mobilyacı müteahhit var.

Oto galericisi müteahhit var.

Fırıncı müteahhit var.

Tavernacı müteahhit var.

Üç işi, canı çeken herkes yapabiliyor bu sahipsiz memlekette.

Müteahhitlik.

Siyasetçilik.

Gazetecilik.

Biri bina yapıyor.

Biri izin veriyor, onaylıyor.

Biri şakşaklıyor.

E, üç oda bir tabut oluyor.



Bu üç hayati mesleği, mesleksizlerin mesleği olmaktan kurtarmazsak, her defasında kibrit çöpü gibi kırılmış kolonların altına “orda kimse var mı?” diye bağırmak manasız maalesef.



İşte bu nafile duygularla, tül perdeye bakamam ben.

İçim ezilir.

Görmeye dayanamam.