Uçak pistte sürüklendi.

Gövdesi bölündü.



O “bölünen” uçaktakilerin kaçı Türk’tü acaba?

Kaçı Kürt’tü?

Boşnak?



İzmir’den İstanbul’a geliyordu, orasını kesin biliyoruz.

İçinde Adanalı olup olmadığını biliyor muyuz?

Peki ya Trabzonlu?

Diyarbakırlı?



Kaçı Alevi’ydi mesela?

Pilotlar Sünni miydi dersiniz?

Hostesler?

Hangi ittifakı desteklemişlerdir, cumhur mu, millet mi?

Zillet ittifakı mı yoksa?



Uçak bütün halinde sorunsuz uçarken, toplumu ısrarla “senden-benden” diye departmanlara bölenler, uçağın gövdesi bölününce neden aynı soruların cevabını merak etmiyor?



Üzüntünün etnik kökeni olur mu arkadaş...

Korkunun mezhebi olur mu?

Fıtratın pencere kenarı var mıdır?

Cinsiyetin koridoru?

Hiç tanımadığın halde “inşallah kurtulmuşlardır” diye mırıl mırıl dua ettiğin insanların, hangi partiye oy verdiğinin bir önemi var mı?

Hangi makam koltuğuna bedeldir, o uçaktaki bir canın koltuğu?



Habire “aynı gemideyiz” derler.

Halbuki bakın, aynı uçaktayız.

Karada denizde havada...

Aynı yolun yolcusuyuz.

Sadece gövde bölündüğünde mi “bütün” olduğumuzu hatırlayacağız?

Sadece başımıza felaket geldiğinde mi?



Elazığ...

Var mı gözyaşının coğrafyası?

Bahçesaray...

Çığlığın anadili olur mu?



O uçak, Türkiye’dir.

Kayıplarımıza rağmen, netice mucizedir.

Bir kez daha ibretle gördüğümüz gibi, hepimizi sağ salim birarada tutan “gövde”nin kıymetini bilmek gerekir.