Atlılar.

Sandallar.

Muratağa.

Türk köyleriydi.

Silahlı Rumlar bastı, çoğunluğu kadın 126 Türk’ü katletti.

Aralarında 16 günlük bebek de vardı.

İşmakineleriyle dev çukurlar açtılar.

Toplu mezarlara gömdüler.



16 günlük bebek, Ali Faik’ti.

Annesiyle birlikte öldürüldü.



Aslında bu toplu mezarlardan kimsenin haberi yoktu.

Yüzlerce insanımız kayıptı, sadece bu biliniyordu.

Yıllar sonra bir çoban, topraktan çıkmış bir insan eli gördü...

O elin etrafı kazıldı.

Kazıldıkça vahşet ortaya çıktı.

Kurbanlardan bazılarının kimlikleri anca 2017 yılında yapılan DNA testiyle belirlenebildi.

Bazıları kurşunlanmış, bazıları kesici aletlerle öldürülmüştü.



Amerikan UPI ajansının muhabiri, dünyaya servis ettiği haberlerini bizzat görgü tanığı olarak yazdı: “Limasol’da Rumlar kadınları ve çocukları öldürdü, yol üstünde 20 ceset gördük, evlere girip Türk kadınlarını öldürmek için akbabalar gibi bekliyorlar.”



France Soir gazetesinin muhabiri anlatıyordu: “Kendi gözlerimle gördüm, ellerinde bazukaları olan Rumlar, Mağusa civarında Türk camilerini yaktı, Türk evlerini ateşe verdi, Türkler vahşet havası içinde yaşıyor, Rumların hareketleri insanlık namına utanç verici.”



İngiliz The Sun gazetesinin muhabiri yazıyordu: “Üniformasız Rumlar öldürüyor, bir yandan ölüm çukurları kazıyorlar, bir yandan öldürüyorlar, bu asla bir harp olamaz, bu olsa olsa alçaklık olabilir.”



Amerikan CBS televizyonu muhabiri duyuruyordu: “Lefkoşa’da çöplükte 88 Türk’ün cesedi bulundu, kurşunlarla delik deşik edilmişler, öldürülmeden önce tellerle birbirlerine bağlanmışlar.”



Washington Post muhabiri yazıyordu: “Larnaka’nın Alaminos köyü’nde Türkleri öldürüp, buldozerlerle çukura doldurmuşlar.”



London Times gazetesi, manşetten, fotoğraflı haber olarak yazıyordu: “Türk kadınlarının ırzına geçildi, Türk çocukları yollarda öldürüldü.”



BBC muhabiri Ronald Robson, Ayvasıl ve Şillura köylerindeki barbarlığa gözleriyle şahit olduğunu, Rumların birçok Türk’ü “yaktıkları”nı anlatıyordu.



Almanya’nın Sesi Radyosu’nun muhabiri, gördüklerine isyan ediyordu: “Kadınların ırzına geçiyorlar, çocukların üstüne mermi yağdırıyorlar, insan aklı, Rumların Kıbrıs’ta yaptığı cellatlığı asla kabul edemez.”



Rum gazetesi Politis, yıllar yıllar sonra “cezalandırılmamış suçlar dosyası” adı altında dizi yazı yayınladı.

“Öldürülen her Rum’a karşılık 10 Türk öldürülmesi için, Rum polisine emir verildiğini” yazdı.

“Kurşuna dizilen sivil Türklerin kuyulara atıldığını, kemiklerinin anca 2006 yılında bulunduklarını” yazdı.

“EOKA militanları tarafından katliam yapılan köylerde, sivil Rumların Türk komşularının evini yağmaladığını, kadınlara tecavüz ettiklerini” yazdı.



Lefkoşa Türk Lisesi öğrencilerine gelişigüzel yaylım ateş açılmıştı.

Yaralılar, çevreden yetişenler tarafından hastaneye getirildi.

Kan verilmedi!

Evet... Kan verilmedi, kan vermek isteyenlere izin verilmedi.

Çocuklar öldü.



Etnik temizlik yapıyorlardı, bir gecede 103 Türk köyü saldırıya uğradı... Amerikan gazetesi Daily Herald’ın muhabiri, Türk evlerinin nasıl yakıldığını şöyle anlatıyordu: “Türk evlerine geldiğimde dehşete kapıldım, duvarlar dışında tamamen yokolmuşlardı, napalm saldırısının bile bu kadar büyük yıkım yaratabileceğini sanmıyorum.”



Kumsal mahallesi... Mürüvvet hanım, yavrularıyla birlikte banyodaki küvete saklanmaya çalışmıştı, 33 el ateş ettiler, biri alnından, yedi kurşun yedi, altı yaşındaki Murat’tan üç kurşun çıktı, dört yaşındaki Kutsi’den iki kurşun çıktı, henüz 10 aylık bebe olan Hakan’da kurşun izi bulamadılar, çünkü, vücudunu yavrularına siper etmeye çalışan annesinin altında kalmış, nefessizlikten boğularak can vermişti.



Öfkemi frenlemesem, daha sayfalarca yazabilirim, o kadar çok vahşet örneği var.



Ve, hal böyleyken...

KKTC cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı açıklamalar yaptı.

Rumlarla birleşmezlerse Ankara tarafından yutulabileceklerini, bu ihtimalin “korkunç” olduğunu söyledi.

Hatay’ı örnek göstererek, Kuvayı Milliye kahramanımız Tayfur Sökmen’i eleştirerek, “ikinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım” dedi.

KKTC’nin faturalarını Türkiye’nin ödediğini, Türkiye’ye olan ekonomik bağımlılığı azaltmak için, bağımsızlık için, mutlaka Rumların desteğine ihtiyacı olduğunu söyledi.

“Yavru vatan değiliz, yavruluktan kurtulma zamanımız geldi” dedi.

“Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır siyaseti, 1950’lerde kaldı” dedi.



Yine öfkemi frenleyerek yazıyorum...

Bi tek “benim adım Mustafadis” demediği kaldı yani!