Çin aşısını yazacaktım bugün ama, boşverip erteleyeyim, aşıyla ilaçla filan tedavisi mümkün olmayan hastalığımızı yazayım dedim.



Yine böyle kasvetli bi aralık günüydü.

Sarıklı cübbeli müritleriyle Manisa’dan Menemen’e gelen tarikatçı Derviş Mehmet, çarşıdaki Gazez Camisi’ne daldı, sabah namazı kılan ahaliyi kışkırttı.

Yakalarına yapışarak “din elden gidiyor, imanımızı kurtarmaya geldik, ne duruyorsunuz” diye bağırıyordu.

Minareye çıktı, havaya ateş açarak galeyena getirdi, cahil cühelayı peşine taktı, yeşil bayrakla hükümet konağına doğru yürümeye başladı.

Kendisine katılmayanlara tehditler savuruyordu, yeşil bayrak altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylüyordu.

Hükümet meydanında topluca zikir çekmeye başladılar.

Kubilay geldi, karşılarına dikildi.

İsmi, Mustafa Fehmi’ydi.

Ocağına incir ağacı dikilen, doğup büyüdüğü yuvasını mecburen terkedip, Girit’ten İzmir’e göçeden bir ailenin oğluydu.

Bugünkü Dokuz Eylül Üniversitesi eğitim fakültesinin nüvesini oluşturan İzmir Erkek Öğretmen Okulu’ndan diploma almış, Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden olmuştu.

Öylesine devrimci bir ruh taşıyordu ki, daha Soyadı Kanunu çıkmadan altı sene önce, henüz öğrenciyken Kubilay soyadını almıştı.

Kendisi gibi öğretmen Fatma Vedide’yle evliydi, bir oğulları vardı.

Asteğmen olarak vatani görevini yapıyordu.

24 yaşındaydı.

Zikir çeken yobazların karşısına dikildi.

“Devlete isyan mı ediyorsunuz, dağılın” dedi.

Tabancayla ateş ederek cevap verdiler.

Sağ koltuk altından vuruldu.

Üç beş adım atabildi, cami avlusunda dizlerinin üstüne yığıldı.

Henüz can vermemişti... 25 santimlik testere ağızlı bağ bıçağıyla kafasını gövdesinden ayırdılar, saçlarından tutarak taşa vurdular.

Yetmedi, sırığın ucuna saplayıp sokak sokak dolaştırdılar.

“Cumhuriyet bitmiştir, işte kafirlerin sonu” diye bağırarak, alkışlayarak, sevinç çığlıkları attılar.

Kubilay’ın kafasını taktıkları sırığı, ilçe meydanındaki telgraf direğine bağladılar.

Derviş Mehmet haykırıyordu, “kan içmek haramdır, fakat bunların kanını içmek helaldir” diyordu, Kubilay’dan süzülen kanı avuçlayıp avuçlayıp, ağızlarına yüzlerine sürüyorlardı.

Müdahale etmeye çalışan kahraman bekçilerimiz Hasan ve Şevki’yi de oracıkta şehit ettiler.

Mustafa Kemal o sırada Edirne’deydi.

Duyduğunda hem kahroldu, hem müthiş öfkelendi.

“Bu aslında, Cumhuriyet’in ve bizim başımızı kesmektir” dedi.

Ulusa başsağlığı mesajı yayınladı...

“Kubilay, gericiler tarafından vahşice şehit edilirken, halktan bazılarının alkışlaması, bütün cumhuriyetçi ve vatanseverler için utanılacak bir olaydır. Bu saldırı, bizzat Cumhuriyet’e karşı öldürme girişimidir. Ordunun kahraman genç subayı ve idealist öğretmeni Kubilay’ın temiz kanı, Cumhuriyet’in hayatını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır” dedi.

Şeyh Said’ten sonra Cumhuriyet’in karşılaştığı ikinci önemli irtica kalkışmasıydı.

Bölgede sıkıyönetim ilan edildi, divan-ı harp kuruldu.

105 sanık yargılandı, 28 sanık idama mahkum edildi.

TBMM onadı.

Kubilay’ın kafasının kesildiği yerde sehpa kuruldu, bedelini ödediler.

Cumhuriyet gazetesi “anıt” yapılması için kampanya başlattı.

İş Bankası’nda “Kubilay Abidesi” hesabı açıldı.

Yurt çapında katılım oldu, gerekli para anında toplandı.

Yarışma düzenlendi, dokuz eser katıldı.

Heykeltıraş Ratip Aşir’in eseri birinci seçildi.

1933’te, Cumhuriyet’in onuncu yılında, Cumhuriyet Bayramı’nda temeli atıldı.

Devrim şehidinin anıtı... Birbirine yaslanmış, dikilitaş biçiminde üç direkten oluşuyordu, Kubilay, Hasan ve Şevki’yi simgeliyordu.

15 metre 66 santim yüksekliğindeydi, mermer kaidesinin üstünde, elinde mızrak tutan çıplak bir Türk gencinin bronz heykeli vardı.

“İnandılar, dövüştüler, öldüler, bıraktıkları emanetin bekçisiyiz” yazıyordu.

Anıtı yerleştirmek için, hem karayolunu hem demiryolunu gören, Ayyıldız Tepesi seçilmişti, yapımı bir yıl sürdü, 1934’te açıldı.

Açılış töreninde siyasiler, subaylar, öğretmenler konuşma yaptı.

Şair, yazar, kadın hakları savunucusu İffet Oruz’un konuşması, en etkileyici sözlerdi.

“Ey ölmeyen genç” dedi.

“Ey ölmeyen varlık” dedi.

“Hepimiz içimizde senden bir parça taşıyoruz, hepimiz içimizde Kubilay taşıyoruz” dedi.

Gerçekten öyle oldu.

Tee 90 yıl çekilen ve hafızamıza mıh gibi çakılan, siyah beyaz vesikalık fotoğraftaki, o yakışıklı, tertemiz yüzlü Kubilay, daima genç, daima ölmeyen varlık olarak yaşamaya devam etti.

Anıtının bulunduğu Menemen de, Çanakkale gibi, Dumlupınar gibi, onurlu ve kederli tarihimizin unutulmaz adreslerinden biri oldu.



Ve, yine kasvetli bi aralık günü...

Menemen’e bakıyoruz.



Daha üç gün önce seçilen Chp’li belediye başkanı, yolsuzluk iddiasıyla tutuklandı, onun yerine başkanvekili seçmek üzere belediye meclisinde oylama yapıldı, Akp ve Chp milletvekilleri Menemen’i ablukaya aldı, adam adama markaj yapıldı, normalde Chp ve İyi Parti’nin millet ittifakı belediye meclisinde çoğunluktaydı ama, ittifak çatladı, gizli oylamada millet ittifakı’ndan üç kişi Akp adayına oy verdi, birinci, ikinci ve üçüncü turda yeterli çoğunluk sağlanamadı, dördüncü turda birisi boş oy atınca eşitlik çıktı, bir türlü kazanan olmadı, sayısal loto gibi kura çekildi, Chp adayı kurayla kazandı, Akp kuraya itiraz etti filan.



Başka yer olsa önemli değil, alıştık bu politik rezilliklere ama...

Orası Cumhuriyet’in gırtlağına bağ bıçağı dayanan yer be kardeşim.

Hepimizin içimizde Kubilay’dan bir parça taşıdığımız yer orası.

Kubilay’ın tertemiz kanıyla sulanan, emanetinin bekçisi olduğumuz mübarek yer.



Zar atsaydınız bari...

Kazanan kapsaydı Menemen’i.

Kırışsaydınız aranızda Kubilay’ın manevi mirasını.