AKP’nin son 18 yılda en iyi yaptığı şey nedir sorusunun yanıtı, hiç şüpesiz “algı yönetimi”.

Bunun örneklerini Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde -hemen her seçim öncesinde- somut olarak gördük;

İsrail’e yapılan “one minute” salvosu;

Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının düştüğü dönemde Tahrir için gözyaşları ve “rabia işaretinin” Türkiye’deki iç politikaya adapte edilmesi;

“Açılım” döneminde kurulan “akil adamlar” heyetleri;

7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan aşırı milliyetçilik hamaseti;

Son yerel seçimler döneminde TRT’den Öcalan mektupları okutulması...

Bunlar sadece ilk akla gelenler.

AKP, lideri Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde 19 yıllık tarihinde içerde/dışarda hep “en iyi savunma saldırıdır” yöntemini benimsedi, muhalefeti hep savunmada bırakmaya çalıştı. Bunun için de yandaş medyanın, kurulan trol ordularının yardımıyla, her seferinde müthiç bir algı yönetimi kullanıldı.

Sonuç; yapılan bu algı yönetimleri işe yaradı. Seçimden seçime 180 derece değişen ittifaklar/söylemler ise seçmene hep “kandırıldık” cümlesiyle, bir “yol kazası” gibi sunuldu.

NE AYASOFYA İŞE YARADI, NE LİBYA HAREKATI DESTEK GÖRDÜ

Türkiye’de ekonomi iyi giderken;

AB ile bir yol tutturulup hak ve özgürlükler konusunda en azından makyaj adımlar atılırken;

Türkiye tüm komşularıyla öyle ya da böyle sıcak çatışma içine girmemiş-ya da sıcak çatışma eşiğine gelmemişken;

Algı yönetimi tutuyordu.

Ancak son yapılan yönetim sistemi değişikliği ile “ortak akıl” bir tarafa bırakılıp, tek kişinin fikir, çıkar ve değerleri üzerinden politika yapılmaya çalışılınca işler karıştı.

Artık AKP’nin yaptığı hiçbir algı yönetimi de tutmuyor.

Bakın son dönemdeki örneklere;

- Ayasofya’yı ibadete açıp, laik muhalefetle gerginlik çıkarmayı, kendi seçmen kitlelerinde de safları sıkılaştırmayı planlıyorlardı; Tutmadı. Ayasofya açıldı, muhalefet “hayırlı olsun” deyip, yine işsizlikten, açlıktan, ekonomik krizden konuşmaya devam etti. Gerginlik çıkmayınca, AKP’li seçmenlerin “birarada tutulması, safların sıkılaştırılması” da hayal oldu.

- Suriye’de atılabilecek adımlar tükenince, “mavi vatan” adı altında Libya’ya yönelik sınırötesi harekat başlatıldı. Bir taşla, birkaç kuş vurulması planlandı; Hem Trablus’taki AKP’nin gönül ortağı Müslüman Kardeşler bağlantılı hükümete destek olunacak, hem Libya petrollerine konulacak, hem de Türkiye yeni bir “savaş” moduna sokulup, vatandaşın AKP hükümeti etrafında toplanması sağlanacaktı. Üstelik böyle bir operasyon, Türkiye’nin iyice derinleşen ekonomik krizi için müthiş bir hamaset bahanesi de yapılabilirdi.

Ama Libya operasyonu da, tıpkı Suriye gibi Rusya duvarına tosladı. Üstelik bu sefer Moskova’nın yanında Fransa da, Mısır da, Birleşik Arap Emirlikleri de saf tuttu. O kadar ki, BAE’ye ait olduğu kulaktan kulağa fısıldanan işaretsiz uçaklar, Trablus yakınlarındaki Vatiyye üssünde Türk Ordusuna ait teçhizatı imha etti. AKP’den gık çıkmadı. Ama Trablus hükümetiyle yapılması planlanan “büyük Sirte operasyonu” da “başka bahara” kaldı.

- Döviz ve altının TL karşısındaki son tırmanışı, Merkez Bankası rezervlerinin eksiye düşmesi nedeniyle engellenemedi. Hazine Bakanı’nın ekrana çıkıp “dolarla maaş mı alıyorsunuz, size ne dolardan” mesajı, bırakın AKP lehine algı yaratmayı, AKP’ye gönül veren seçmende bile sadece acı bir gülümseme ile karşılandı. Yine Hazine Bakanı’nın “sadece elimizi değil yüreğimizi koyduk” açıklamasına karşılık ise, aslında dövizi durdurmak için koyulanın el-yürek değil Merkez Bankası’nın ihtiyaç akçesi olduğunu, onun da eriyip gittiğini hatırladı elbette vatandaş.

- Seçmen saflarını diri tutmak arayışında yeni “düşman” olarak Birleşik Arap Emirlikleri seçilmiş olacak ki, İsrail’le diplomatik ilişki kurdu diye BAE’deki Türk Büyükelçisi’nin çekileceği açıklandı AKP hükümeti tarafından.

Türkiye’nin her ikisini de resmen tanıdığı, diplomatik ilişki içinde bulunduğu iki egemen ülkenin birbirleriyle ilişkileri hakkında söz söyleyebilecek durumda mı AKP hükümeti?

Bu çıkışı yaparken, “AKP hükümeti 18 yıllık iktidarı boyunca neden İsrail’le diplomatik ilişkileri tümden kesmeyi, Büyükelçiliği kapatmayı hiç düşünmedi” diye sorulmayacağını da düşündüler her halde. Yoksa yapmazlardı böyle acemice bir salvo.

BİDEN’A ÖFKELEN, POMPEO İLE EL SIKIŞ...

Elde avuçta algı operasyonu yapabilecek pek birşey kalmamış olacak ki, “buzdolabına” sarıldı AKP; Önce ekonomik kriz olmadığını Türkiye’deki buzdolabı satışıyla açıklamaya çalışan Erdoğan’ın konuşması geldi. Ama bu konuşma üzerine de vatandaş, evdeki buzdolabını açıp, içinin boş olduğu gördü. Yine ters tepti.

Baktılar buzdolabı olmuyor, “buzluktan”, ABD’nin Kasım ayında yapılacak seçimlerindeki  Demokrat aday Joe Biden’ın 7 ay önceki konuşması çıkardılar. Biden’ın konuşması üzerinden muhalefete “ayar verilmeye”, iç kamuoyuna da muhalefet “Amerikan işbirlikçisi” gibi gösterilmeye çalışıldı.

Trollerin Biden’ın açıklamalarını yaymaları ile başlayan, Saray çalışanından, milletvekiline tüm AKP’lilerin sosyal medya hesaplarından paylaştıkları tepkiler ile devam eden algı operasyonu tutmadı. Tutmamasının gerekçeleri son derece somut;

- Biden söz konusu konuşmayı 7 ay önce yaptı. AKP’nin neden o zaman tepki göstermeyip, şimdi birden bire yeri göğü yıkmaya kalkması toplumun her kesiminde sorgulanır oldu.

- Biden’ın bu cümlelerinden sadece birkaç ay önce, AKP hükümetinin pek iyi ilişkiler içinde olduğu ABD Başkanı Donald Trump Türkiye’ye, Cumhurbaşkanı’na hitaben ağıza alınmaması gereken ifadeler içeren bir mektup göndermişti. Mektup “Devlet Başkanı’ndan Devlet Başkanı’na” resmi bir evraktı. Ve ancak bizzat Trump tarafından gazetecilere dağıtıldığında Türkiye kamuoyunun haberi oldu. AKP hükümeti o ağıza alınmaması gereken ifadelere karşılık ciddi bir tepki göster-e-medi.
Elbette AKP’lilerin daha Başkan bile olmamış, sadece bir “aday” olan Biden’a gösterdikleri bu tepki, Trump’ın mektubunu ve ona karşı yine bizzat AKP tarafından izlenen yumuşak tavrı akla getirdi. AKP algıcıları, “kaş yapayım” derken, “göz çıkarmış” oldu.

Bitmedi;

Trump yönetiminde şu anda Dışişleri Bakanı görevinde olan Mike Pompeo, 15 Temmuz darbe döneminde attığı bir twitte, açık açık Türkiye’deki Erdoğan yönetiminden “İslami diktatörlük” olarak bahsetmişti. Twitinde aynen şöyle demişti;

“İran hükümetinin demokrasi anlayışı da Erdoğan’ınki kadar, ikisi de totaliter İslamcı diktatörlükler.”

Şu kadere bakın ki, Biden’ın 7 ay önceki açıklamalarının Türkiye’de gündem olduğu gün -yani dün- AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğu da Mike Pompeo ile görüştü.

Acaba Çavuşoğlu, -tıpkı tüm AKP’lilerin Biden’a yaptığını yapıp- Pompeo’ya 15 Temmuz günü attığı, Türkiye’deki yönetimi “İslami diktatörlük” olarak nitelendiren twiti için Pompeo’ya bir tepki göstermiş midir? Yoksa oturup, “iş birliği imkanlarını” mı konuşmuşlardır ?

AKP cenahında durum kötü; Artık algıyı bile yönetemiyorlar.

Ülkeyi nasıl yönet-e-mediklerini de zaten boş cüzdanlara; artık iş bulma umudunu bile yitirmiş gençlere; TL’nin döviz karşısında pul haline gelmesine bakıp hepimiz görüyoruz...

...