AKP’nin 18 yıllık iktidarı sonrasında ortaya çıkan “Yeni Türkiye”de en geçer akçe hamaset.

İç politikada, ekonomide, dış politikada hep hamaset çıkıyor karşımıza. “Ama” diyenler “vatan haini”, “fakat” diyenler terörist olmakla suçlanıyor.

Devletten birkaç maaş alan, çoluğunu çocuğunu özel kadrolar kullanarak devlete ya da devlet iştirakli kurumlara rahatça yerleştiren AKP elitleri dışında kalan tüm Türkiye vatandaşları ekonomik krizi iliklerine kadar hissediyor.

Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Türkiye'yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokma hedefimize hiç olmadığımız kadar yakınız” sözlerinin ne kadarının hamaset, ne kadarının gerçek, ne kadarının propaganda olduğunu ekonomi uzmanları günlerdir yazıp çiziyorlar.

Biz dış politikaya bakalım;

LİBYA’DA “BM’NİN TANIDIĞI” HÜKÜMETSE, SURİYE’DEKİ NE?

AKP hükümeti Libya’da tüm gücüyle Müslüman Kardeşler bağlantılı Sarraç hükümetine destek vermekle meşgul. AKP sözcüleri ve yandaş basın bu desteğin gerekçesini sürekli Sarraç hükümetinin “BM tarafından tanınmasına” bağlıyor. Oysa Türkiye’nin komşusu Suriye’de de “BM tarafından tanınan” bir rejim var. Esad’ın nasıl bir diktatör olduğu ortada. Ancak bu durum, BM tarafından tanınıyor olması gerçeğini değiştirmiyor. Bu gerçek ise, AKP hükümeti ve yandaşlar tarafından “yokmuş gibi” davranılıyor. Türkiye’nin sürekli yinelediği “Ama Sarraç hükümeti BM tarafından tanınıyor” tezi de, iç propaganda malzemesi olmanın ötesine geçemiyor.

SARRAÇ BM TARAFINDAN TANINIYOR DA, TOBRUK’TAKİ PARLAMENTO TANINMIYOR MU?

Yine AKP sözcüleri ve yandaşlar tarafından “yokmuş” gibi davranılan bir başka gerçek ise, Libya’da sadece Sarraç hükümetinin değil, Tobruk’taki parlamentonun da BM tarafından resmen tanınması. Oysa AKP hükümeti, Sarraç’ı “meşru muhatap” olarak görürken, Tobruk Parlamentosu’nun Başkanı Agila Salih’ten Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Meclisten kaç kişi kaldı yanında...O kişi meclis’te birlikteliği sağlama kapasitesinde değil” diye bahsedebiliyor.

AKP hükümetinin Agila Salih’in meşruiyetini sorgulamasının sebebi açık; AKP’nin Libya’da “darbeci” dediği General Hafter, bizzat bu meclis tarafından atanmış durumda. Belli ki “Libya’daki Meclis’i meşru görürsek, Hafter’i görmek zorunda kalırız” anlayışı hakim Ankara’da. BM’nin tanıdığı bir organı meşrulaştırıp, diğerini “görmezden gelmek” ne kadar tutarlı ? Cevabı yok.

LİBYA’DA” ULUSLARARASI HUKUK” DERSENİZ, EGE’DE NE DİYECEKSİNİZ?

Yine Libya bağlantılı bir başka çelişki, Türkiye’de AKP sözcüleri ve yandaş basın aracılığıyla üzerinde en çok hamaset yapılan “mavi vatan” sloganında yaşanıyor.

Trablus’taki Sarraç hükümetiyle yapılan deniz alanlarını sınırlandırma anlaşmasını AKP hükümeti hem iç kamuoyunda, hem de dışarda “uluslararası hukuka uygun olduğunu” sürekli tekrar ediyor.

Peki buna karşılık Yunanistan Türkiye’ye, Ege’de “uluslararası hukuka uygun bir çözüm bulalım” dediğinde ne olacak? Türkiye’nin Ege’deki tüm tezleri, Ege’nin kendine özgü bir deniz olduğu üzerine kurulu. Uluslararası deniz hukukuna başvurulması halinde, Türkiye’nin zararının büyük olacağı çok açık. Ama Libya’da “Uluslararası deniz hukuku bunu gerektiriyor” diyene, “peki bu tarafta, Ege’de niye aynı hukuku uygulamıyorsunuz” denince ne olacak? Cevabı yok.

Dış politika “büyük resim” üzerinden yapılır. Günlük çıkarlar ile değil.

Günlük çıkarlar bazen “kazanıyoruz” algısı yaratsa da, uzun vadede hezimet kaçınılmaz olur.

Hamaseti bırakın, hamasete prim vermeyin.

Libya’da iki tane üs kuracağız diye, Türkiye’yi en can alıcı davalarında, Ege’de, Kıbrıs’ta sıkıntıya sokmayın...