Marmara Denizi'nde aylardır etkisini gösteren deniz salyası deniz ortamında oluşan mikroorganizmaların aşırı artış göstererek ortama salgıladıkları organik bileşikler sonucunda oluşuyor. Uzmanlar, insan sağlığını doğrudan etkilemeyen ama dolaylı olarak etkileyen deniz salyasının yoğun olduğu bölgelerde denize girilmemesini öneriyor.

DENİZ SALYASI NEDİR, NEDEN OLUR?

Deniz salyasının artışının insan sağlığı üzerinde de etkili olacağını belirten İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim görevlisi Doç. Dr. Muharrem Balcı, “Deniz salyası, deniz ortamında oluşan mikroorganizmaların aşırı artış göstererek ortama salgıladıkları organik bileşikler sonucunda oluşuyor. Bu organik bileşikler suyla temas ettiklerinde şişiyor, gözle görünür hale geliyor ve deniz salyası oluşuyor. Deniz salyasının oluşması için bazı özel koşullara ihtiyaç vardır. Bu özel koşullar için yüksek derece de azot ve fosfat girdisi ve su sıcaklığına ihtiyaç vardır” diye konuştu.

İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim görevlisi Doç. Dr. Muharrem Balcı ise “Bu gidişle küresel ısınmanın etkisi daha da arttığı için deniz salyası ile birlikle bazı özel mikroorganizma grupları ortaya çıkacaktır. Bu mikroorganizmalar oldukça zehirlidir. Bu zehirli maddeler bazı balıkları daha çok bazı balıkları daha az etkiler. Mesela midye zehirli maddelerden daha az etkilenir. Midyeler bu zehirli maddeleri biriktirir ve soframıza kadar gelir. Bu midyeyi yediğiniz anda felç bile geçirebilirsiniz” değerlendirmesini yaptı.

DENİZ SALYASI NE ZAMAN GİDER?

Uzmanlar, deniz salyalarının mevsimsel geçiş süreci tamamlandığı ve deniz suyu yeterli sıcaklığa ulaştığı zaman ortadan kalkacağı görüşünde. Deniz salyası, neredeyse tüm bitkiler ve bazı mikroorganizmalar tarafından üretilen kalın, yapışkan bir madde. Balıkçı ağlarına yapışan deniz salyası, avlanmayı zorlaştırıyor.

“FİTOPLANKTON GRUPLARININ AŞIRI ÇOĞALMASI İLE MİSÜLAJ OLUŞUYOR”

Prof. Dr. Mustafa Sarı, misülaj oluşumunu şöyle anlattı; “Denizde fitoplankton grupları dediğimiz mikro alpler var. Bunların aşırı çoğalması sonucu ortamda stres koşulları vuku buluyor. Bu durumda da ekstrem şartlarda misülaj dediğimiz mukus salgılıyorlar. Bu sümüklü, şeffaf organik yapıda bir madde. İlk salgıladığı zaman bu halde değil. Misülaj, mikro organizmalar için çok uygun bir üreme, gelişme, beslenme ortamı. Bu yüzden fitoplankton grupları tarafından bu salgılandığında hemen ortamda bulunan bakteriler, virüsler, ve diğer mikro organizmalar kümelenmeye başlıyor. Böylelikle oluşum süreci tamamlanıyor. Ve denizin içinde sümüksü deniz salyası metrelerce uzayıp gidiyor. Bir tül gibi denizin içini sarmaya başlıyor.

Bu yüzeyden yaklaşık 5 metre aşağıda başlıyor. 15- 20 metreye kadar devam ediyor. Şu anda yoğunlaştığı için yüzeyden 30 metreye kadar inmiş durumda. Misülaj Akdeniz havzasındaki denizler için doğal bir durum aslında. Bazı yıllarda az bazı yıllarda da azıcık fazla olmak şartıyla hayatı çok etkilemeyecek şekilde Akdeniz’de, Ege’de, Adriyatik’te ve Marmara’da görülüyor. Ancak doğal olmayanı ise bu sene çok yoğun birşekilde ortaya çıkmış olma sıfır.

“BUNUN ÜÇ TEMEL FAKTÖRÜ VAR”

Bunun için yüzlerce sebebin sayılabileceğini belirten Mustafa Sarı, misülaj oluşumundaki temel üç faktörü şöyle sıraladı;

“Birincisi, Marmara Denizi’nde bu yılki ortalama suyun sıcaklığı 40 yıllık sıcaklıkların 2,5 derece üzerinde. Sadece Marmara değil, Akdeniz denizler sistemi komple sıcak. Ancak en yükseği şu an Marmara Denizi. Bunun da nedeni küresel iklim değişikliği.

İkincisi, Marmara Denizi orijinal yapısı gereği durağan bir deniz. Yani dip ile yüzey arasındaki karışımlar, sirkülasyonlar sınırlı. Çünkü dibinde Akdeniz'in suları var. Güney’de Çanakkale Boğazı’ndan girip İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e çıkıyor. Yüzeyde ise Karadeniz’den gelen sular var. Kuzey’den geliyor, İstanbul Boğazı’ndan Çanakkale Boğazı’na oradan Ege ve Akdeniz’e doğru akıyor. Yüzeydeki Karadeniz suları az tuzlu, organik madde olarak zengin ve hafif. Bu yüzden yüzeyden akıyor. Marmara Denizi’nin ortalama ilk 25 metresi Karadeniz kökenlidir. Onun altında ise ağır, besince fakir ama ağır Akdeniz suları var. Güney’den Kuzey’e doğru akıyor.

Tuzlulukları, besinleri farklı bu iki su tabakası, arada tampon tabaka dediğimiz tabaka tarafından ayrılıyor. İşte bu tabaka iki suyun birbiri ile karışmasını engelliyor. Normalde denizlerde yüzey ile dip zaman zaman karışır. Yüzeydeki akıntılar ise neredeyse Karadeniz’den gelen sularla ilintili. Yani ana etken Karadeniz’den gelen suyun miktarıyla ilişkili. Marmara Denizi’nin orijinal yapısı zaten durağandı. Bunun üzerine küresel iklim şartları da eklenince denizdeki durağanlık normalin üstüne çıktı.

Üçüncüsü, Marmara Denizi’ni uzun yıllar atık denizi olarak kullandık. Marmara Denizi’nin çevresinde 25 milyon insan yaşıyor. Bunların bütün atıkları doğrudan yada dolaylı olarak denize gidiyor. Türkiye endüstrisinin neredeyse yarısı Marmara Denizi’nin çevresinde. Bu atıklar yine denize gidiyor. Bölgede çok yoğun tarımsal faaliyet var. Gübre, zirai ilaç ve kalıntıları yağışlar ile denize gidiyor. Ne oluyor Marmara Denizi’nin azot-fosfor yükünü artırıyor. Besin elementleri bunlar aynı zamanda. Şimdi bu üç tane tetikleyici olduğunda, denizdeki biyolojik süreçlerin başlangıcı olan fitoplankton gruplarından bazıları hızla çoğalmaya başlıyor. Bu azotu ve fosforu tüketmek için. Bize yardım etmeye çalışıyorlar aslında.

Fitoplankton gruplarının bazıları evet misülaj üretiyor ama, aslında bunlar şu an soluduğumuz havanın neredeyse yarı oksijeni üretmekte. Denizlerdeki fitoplankton grupları olmasa nefes aldığımız havanın içindeki oksijen yetmeyecektir. Karalardaki ormanlar bunu sağlayamıyor. Oksijenin kaynağı denizler. İşte bu gruplar hızla çoğalarak denizdeki azotu, fosforu tüketmeye çalışıyor. Bunların bazıları hızlı bazıları da yavaş tükeniyor. O hızlı yavaş dengesi bozulduğunda elementler arasında stres şartları ortaya çıkıyor. Fitoplankton da kendisini korumak için salgı bırakıyor. İşte üçüncü tetikleyicide böyle ortaya çıkmış oluyor.”



“DOĞAL BİR OLAY”

Müsilaj olayının doğal bir olay olduğunu beliren Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim Büyükateş, “Müsilaj olayı; biyolojik, kimyasal ve fiziksel şartlar uygun olduğunda çeşitli denizel organizmaların çoğalması sonucu ortaya çıkan doğal bir olay. Belirli iklimsel ve tropik koşullar altında çeşitli denizel organizmaların ürettiği, organik maddenin düzensiz olarak birikmesi durumu. Genellikle fitoplanktonik organizmalardan diyatomların sayılarını arttırmasıyla oluşan bir olay” dedi.

“1700'LÜ YILLARDAN BU YANA GÖRÜLÜYOR”

Deniz salyasının ilk kez değil geçmiş yıllarda da çok görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Büyükateş, “Bu olay tabii ki yeni bir olay değil. 1700’lü yıllardan beri Adriyatik Denizi’nde gördüğümüz bir olay. 1980’li yılların sonlarından itibaren, özellikle yaş aylarının başlangıcında biz bu olayı görüyoruz. Ülkemizde ise Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nde 1994 yılından bu yana yoğun olarak karşılaştığımız bir durum. 2007 ve 2008 sezonunda da benzer bir süreci yaşamıştık ve o dönemde de bu müsilaj olayının uzun süre devam ettiğini gözlemledik. Özellikle durgun hava şartlarında ve rüzgarın az olduğu durumlarda bu olayı yoğun olarak görüyoruz. Çeşitli şekillerde akıntılar veya rüzgar vasıtasıyla yayılmış olarak biz bunları görüyoruz. Rüzgarın etkisi arttığında yavaş yavaş bu olayın sonlandığını görüyoruz. Aslına bakarsanız doğal bir süreç” diye konuştu.

“NEGATİF ETKİLERİ VAR”

Denizlerdeki canlıların yanı sıra ekonomik ve sosyal anlamda negatif etkiler oluşturduğunu da sözlerine ekleyen Büyükateş, “Müsilaj olayının sadece ekolojik değil, ekonomik ve sosyal negatif etkileri de söz konusu maalesef. Şu anda balık avlanmada yasak dönemindeyiz, aktif avcılık yapılmıyor. Ancak, aktif olarak balık avcılığının yapıldığı dönemlerde, balık ağlarının gözlerini kapattığını gözlemliyoruz. Teknelerin pompa ve filtrelerini kapattığını ve bunlara zarar verdiğini gözlemliyoruz. Müsilaj, denizel sistemde sahte bir dip yapısı oluşturuyor. Bu da balıkların üreme, beslenme ve göçleri üzerinde de olumsuz etkiler ortaya çıkıyor. Neler önerebiliriz; ekolojik, sosyolojik ve ekonomik etkilerini en aza indirebilmek için. Öncelikle, evsel, endüstriyel kanalizasyon atıkları ve sintine suları denizi kirletici etkenleri, süreklilik söz konusu olmalı ama özellikle müsilajın olduğu dönemlerde deşarjın azaltılması gerekiyor” dedi.

“DENİZE GİRİLMESİNİ TAVSİYE ETMİYORUZ”

Son olarak deniz salyasının yoğun olduğu bölgelerde denize girilmemesi gerektiğine dikkat çeken Büyükateş, “Müsilajın insan sağlığı doğrudan etkileyecek bir durum olmadığını biliyoruz. Fakat, ortamda sirkülasyon azaldığı için bakteriyel parçalanma yoğun olarak gerçekleşiyor. Bu da dolaylı olarak insan sağlığı üzerinde negatif etki oluşturabilir. Müsilajın yoğun olarak bulunduğu bölgelerde denize girilmesini çok tavsiye etmiyoruz” şeklinde konuştu.