Dini düşünceyi bir zaman dilimine, bir coğrafyaya, bir kültüre indirgemek mesajı o döneme hapsetmek demektir; öte yandan mesajın muhatabını yani aklı işlevsiz hale getirmek demektir. Çok daha vahimi Tanrısal olanı indî görüşlere mahkûm etmek demektir. Dini-diyaneti bu zeminde anlayanlar, evrenin sınırlarını da kendi dünyalarından ibaret zannederler. Böylece radikalizme teslim olan dindar bilinç, farklı olanı kabullenemez ve hayattan kopar. Koptukça öfkesi artar. İçinde bulunduğu yolun keyfiyetinden mahrum kalınca, dilinden ve elinden sadır olan her şey dindarlığının aleyhine işler.

Oysa her dönemin kendine göre sorunları vardır, sorunlar farklılaştıkça çözümler de farklılaşır. Aynı çözümlerle farklı sorunların üzerine gidilemez; dönemlerinde pek çok sorunu çözmüş olan bazı düşünceler zamanla eskir ve tedavülden kalkar. Söz canlıdır demem bundandır;  her canlı gibi günü gelince nefesi kesilir. Söz canlılığını hakikatten alır; sınandığı yer ise hayatın kendisidir. Sözün düşmemesi, düşürülmemesi gerekir. Söz ne zaman düşer? Anlamayanların karşısında düşer; akılla muhatap olmazsa düşer; sorunları çözmekte bir yeteneksizlik söz konusuysa düşer.

Söz, dönemin aklını, fikrini, bilimini, teknolojisini, sanatını, edebiyatını yansıtır. Gelişmenin, dönüşmenin parametrelerini verir. Demem o ki, sözün muhatabı akıldır ve o akıl dikkate aldığı her metni yorumlama hakkına sahiptir. Yorumlanmak metnin var oluş nedenidir. Mutlaklaştırılan her düşünce, akla, aklın mahiyetine aykırıdır. Vahyin esprisine de. O halde söz insanı genişletmeli ve feraha kavuşturmalıdır ki, anlam dünyamıza hitap edebilsin.

BUNCA SÖZÜ NEDEN Mİ SÖYLEDİM?

Ben bir kadınım. Beni yok sayan, beni ötekileştiren, beni aşağılayan, beni eksik gören bir sözle benim buluşmam olanaksız. İnsanlığın yarısı benim. Ve ben onlar adına bu satırları yazıyorum. Her bir kadın adına.

Siz, kadını eksik görüp aşağılayanlar ve hele hele bunu İslam üzerinden yapmaya kalkışanlar, evet, siz, Tanrısal olana hakaret ediyorsunuz. Zira varlıktaki her çifte yemin eden Allah’ın sözünde eksiklik olmaz: “Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir” der ve şiddetin hiçbir çeşidine izin vermez.

Bir din, insanlık için “Bir tarağın dişleri gibidir” deyip, ardından insanlığın yarısını aşağılamaz, aşağılatmaz. “Ayağının altını cennet” telakki eden bir Peygamber, hiçbir kadını küçük görmez.

Kabalığı, kabadayılığı erkeklik ya da dindarlık zanneden sen, önce zihnini değiştir. Kendin gibi düşünmeyenlerin düşüncelerine de kulak ver. “Kadın mahlûk değil, sanki Halik’tır” diyen Hz. Mevlana’nın ilmi de, irfanı da, görgüsü de, takvası da insanlığa örnektir.

Kadın ve erkek eşittir. Biyolojik/fizyolojik farklılıklar birbirlerini tamamlayan özelliklerdir ve o özellikler birlikte yaşamanın ve birlikte toplumu şekillendirmenin gerekçeleridir. Üstünlük gerekçeleri değil! Gelelim ayetlere:

Madde-1: Temelde yani yaratılışta aynıyız ve eşitiz: Kur’an, insanın bir tek “nefis”den yaratıldığını söyler: “Sizi bir tek canlıdan/nefisten yaratan, ondan onun eşini de vücuda getiren ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının” (Nisa/1) Haftaya devam edelim.