İki hafta önceki yazımda, hoşgörüsüzlüğün ve linç kültürünün altında yatan bilgi ve ahlak yoksunluğuna dikkat çekmiştim. Buna görgüyü de ekleyelim. Zira baskıcı, ilkel, haşin, hoyrat, cezalandırıcı ve kapalı ortamlar, kişilerin dini ve ahlaki davranış kodlarını da belirlemektedir. Esasında din ‘hal’dir; sözü ise en iyi ‘hal’ söyler. Gidişatı da hallere bakarak anlarız. Bir Televizyonda konuşan MAK Araştırma Başkanı Mehmet Ali Kulat’ın tespitleri oldukça çarpıcı. Şöyle diyor:

“Biz bir soru sorduk insanlara; aynı soruyu Turgut Özal zamanında başka bir araştırma firması sormuş. Ailecek aniden bir yere gitmek zorunda kalsanız, çocuğunuzu aşağıdakilerden kime emanet edersiniz? Meslek grupları yazılmış; doktor var, polis var, hâkim var, bilmem ne var. O dönemde ilginçtir bu araştırmayı yapan firma sahipleri dindar değil. İlk sırada din görevlisine (imam, müezzin, Kur’an kursu hocasına) teslim ediyorlar.

Aynı araştırmayı biz yaptık ilk onda din ile anılan hiç kimse yok! Niye biliyor musunuz? Toplumda dine, dindara güveni minimize ettik biz yahu! Başarı nerede burada?”

Dini-diyaneti ağzından eksik etmeyenler, siyasetçisinden din görevlisine, akademisyeninden kanaat önderine buyursunlar ve yukarıdaki anket sonucunu yorumlasınlar.

DİN AHLAKTIR

Din, siyasetten besleniyorsa siyasete, paradan besleniyorsa paraya, ahlaktan besleniyorsa ahlaka hizmet eder. Bizim öncelikli olarak doğru ve adil olmaya ihtiyacımız var. Din, ancak bu zeminde kendine alan açabilir. Kur’an zemininde yapılan tartışmalar (tarihselcilik, evrenselcilik, gelenekçilik vs.) toplumu doğrudan ilgilendirmiyor. Temsil grupları ve din savunucuları (başta kendileri olmak üzere) hitap ettikleri kitlelerin doğru ve adil olmalarını sağlamada ne kadar başarılı olabildiler, soru budur. Çok net ifade edelim ki, din, ahlak üretemez hale gelmiştir, sorumluları da dini besleyenler ve dinden beslenenlerdir!

SINAV BU DÜNYADA

Metafizik sorular dahi (cennet, cehennem, ruh vb.) varlığın özüne yönelik sorularla anlamlı hale gelir. İnancı, ahlaki kılacak sorular şunlardır: Bu dünyada benim görevim nedir? Canlıya/canlılığa; hayvana, toprağa, çiçeğe böceğe, madene, suya, havaya yönelik ödevim nedir? Bu ödevler ile Allah rızası arasında bir ilişki var mıdır? Sokakta, caddede, dağda, bayırda, nehirde, denizde attığım atıkların/çöpün dini zeminde karşılığı nedir? Evde, mahallede, iş yerinde, toplumsal ilişkilerde yaptığım bir hata, Tanrı ile olan ilişkime nasıl yansır? Kırmızı ışıkta durmamam, sattığım malda insanları aldatmam, ziraatta kullandığım ilaçla insanlara zarar vermem kul hakkına girer mi? Tartıda ölçüsüzlük, çimentoda eksiklik, sınavda torpil, iş alımında kayırma yapanların ibadetleri boşuna mı? Yüzlerce genç işsiz gezerken üç-beş yerde hükümetin/partinin adamlarının aldığı maaş helal mi? Namaz-oruç ile ihale rantı, orman katli, parti menfaati, liyakatten uzak makamlar, adil olmayan yargılamalar yan yana gelir mi? Yalan ile iman bir arada durur mu? Uzatmayalım; basit gibi görülen her davranış imanın ölçütüdür. Mümin “ihsan” ile yani “Sen O’nu görmüyor olsan da O her an seni görmektedir” bilinciyle yaşayandır. Ahirette sınavdan bahsediyorsak, öncelikli sınav budur, bu dünyadadır.

Ezcümle, öyle ya da böyle, insana-insanlığa, canlı-cansız tüm varlığa ihanet edenlerin, cennet beklentisi içinde yüzlerini dine çevirmeleri, ciddi bir psikolojik çözümlemeye muhtaçtır.