Son yazımda değindiğim iki husus var: Biri İslamcı düşünürlerin uzun zamandır Türk Milleti’nin fikirler toplamına bir katkı sunamaması. İkincisi ise İslamcılığın Türk Milleti’ne dair öncelikle bir tanıma ardından ise bir ülküye sahip olamaması. Bu iki hususun ortaya çıkardığı sonuç olarak İslamcılık, mensuplarını, siyasetin açtığı bir patikaya bağımlı kılmıştır. Yaklaşık bir buçuk asırdır bu topraklarda Batı’nın yeşerttiği ayrılıkçı hareketlere karşı milleti bir arada tutacak maya arayan başat ideolojilerden biri olan İslamcılık, bugün gelinen noktada birleştirici bir unsur ortaya koyamamaktadır.

Fikir üretmenin yerini “siyasete zemin hazırlayan kutsallar” üretmek alırsa ideoloji ile dini karıştıranlar, üretilen kutsalları din zannederler. İslamcılık bu tuzağa düşmüşken devlet ve millete dair kırmızıçizgilere sahip olamadı. Mesele devletin kendisi değildi, devleti yönetmekti. Zira öğrencilik yıllarımdan hatırlarım, ülkeyi darü’l- harp ilan edip, cuma namazına gitmeyen İslamcılar vardı. Onun içindir ki geçmişten bahsederken, düşmandan bahseder gibi bir hesaplaşma hali zuhur ediyor. Onun içindir ki bu ülkede açılım süreci yaşanırken devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü koruyacak unsurlar televizyonlarda, köşe yazılarında, sokaklarda tartışmaya açılabildi.

Peki, İslamcılık tabanda nasıl bu kadar geniş bir yankı buldu? Üstelik son döneme kadar akademide, bürokraside, sokakta etkin değilken. Hatta Türkiye’nin bugününü şekillendiren kadroların gençlik yılları olan 1970-1980 yıllarında en pasif ideoloji iken.

DİKKATTEN KAÇANLAR

Çünkü İslamcılık fikri zeminde eleştirilmedi, yalnızca İslamcıların yaşam biçimleri aşağılandı. İslamcıların fikir yapıları, dünya görüşleri halkın büyük çoğunluğu tarafından benimsenmese de kullandıkları semboller ve davranış kalıpları halkın onları kendilerinden görmelerini sağladı. İslamcı ideolojinin dini siyasallaştıran dayatmasına karşı Anadolu Müslümanlığı her ne kadar geleneksel, tarihsel ve yerel olsa da tabandan bunun tefrikini yapması beklenemezdi. Arap tarihini İslam tarihi, Arap kültürünü din zannedenler Müslümanlıktan önceki Türk tarihini yok sayarken kendimize has kültürümüzü ise din dışı ilan ettiler. Otoriteyi meşrulaştırmak için uydurulmuş semboller Anadolu halkına din diye sunuldu ya da dinin sembolleri otoriteyi meşrulaştırmak adına kullanıldı.

Diğer taraftan Batı’daki teknik ve teknolojik ilerlemelerin Müslüman olmamakla bir pozitif nedensellik ilişkisine sahip olduğunu zannedecek kadar küçük zihinlere sahip bir avuç kendini elit zanneden lümpen, halkın ahlak konusunda dahi tabularını yıkmaya kendini adayınca, İslamcılığın yükselişine merdiven oldular.

Fikir üretemeyip bir ritüeller bütünü olarak varlığını devam ettiren İslamcılığın bu zayıf yönü artık onun güçlü yönü oldu. Ne yazık ki hâlâ bir kesimin bu durumu ve milletin dilini okuyamaması ve hâlâ din ile İslamcılığı karıştıran ve sosyal medyada öne çıkanların İslamcıları eleştireceğim derken dindar kitleyi hedef alan açıklamaları, bitmekte olan siyasal İslam’ın ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramıyor.