Ayasofya Camii baş imamlığına atanmış ve daha sonra görevinden ayrılmış/alınmış Mehmet Boynukalın, attığı tweetlerle gündemde; lakin kullandığı dil (son tweetini buraya almayı edep dışı gördüm) bir kez daha gösterdi ki, Müslümanlıkta her geçen gün büyüyen bir temsil sorunu var. Önce şu tespiti yapalım: İnanç, retorik değildir; inanç, başkalarının hayat felsefelerini hedefe alan açıklamalar yapmak değildir; inanç politik hesapların içinden ona buna sataşmak hiç değildir. İnanç yaşanan bir olgudur; sahibinin tüm davranışlarına yansıması gereken etik ve estetik bir üsluptur. Ayetler son derece açıktır: “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çirkin bir davranıştır.” (Saf/2-3)  Örneklerini her yerde gördüğümüz buyurgan, saldırgan, çirkin din söylemi ve onun oluşturduğu ideolojik dindarlık, beş haftadır üzerinde durduğum “Müslümanlıkta kaybolan aks” yazılarımın önemini bir kez daha ortaya koydu. İstanbul’da daha birkaç gün önce namaz kılan kadınları camiden kovan cami cemaatinin tutumu, artan din karşıtlığını haklı çıkaran cinsten.

YERİ GELDİ SÖYLEYEYİM

İslam kültüründe neyin din, neyin ahlak, neyin örf-adet, neyin hukuk, neyin siyaset olduğunu bilmeseydim ve bu zihniyetin anlattığı dini din zannetseydim, emin olun ben de deizmi tercih ederdim. Bir Müslüman kadın olarak üzülerek söylüyorum; kabalığı, hakareti, tekfiri, bedduayı, kendine benzemeyeni ötekileştirip linç etmeyi sözüm ona Allah adına yapmaya kalkışan; ahlaki ilkelerle asla yüzleşmek istemeyen densizlerin sayısı her geçen gün artıyor. Siyasal ve makamsal çıkarlar uğruna dinin bizatihi kendisi olan kavramlar yerle bir ediliyor. Evet, din adalettir, din hakkaniyettir, din merhamettir, din sevmektir; yani kısaca din güzel ahlaktır. Bir dinde ahlak yoksa o din, din olmaktan çıkar. En başta gençlerin attıkları tweetleri okuyun; “din ahlak vermez” ya da “ne kadar dindar gördüysek hepsi ahlaksız” gibi bir algı hakim ve bu algı her geçen gün büyüyor. Peki, vebal kimin?  Yıkmak, yok etmek, harabeye çevirmek bu kadar kolaydır işte; ancak haydi gelin yapalım kalpleri, onaralım gönülleri, arındıralım zihinleri desek, inandırabilecek miyiz? “Mümin güvenilen insandır, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyendir” demesi kolay, lakin dildeki davaya elde hüccet-ü burhan gerek.

LAF VAR ASIL YOK

Asıl olan Peygamberin Muhammed-ül Emin olduğunu anlatmak değildir, asıl olan Muhammed-ül Emin olmaktır. Hz. Ömer’den bahsedip, öyle adildi ki, devletin mumunu söndürür, kendi mumunu yakar ve özel işlerini öyle görürdü demek değildir din; belli makam ve mevkilere gelindiğinde adaletle ve hakkaniyetle hareket etmektir. En küçük bir haksızlığa izin vermemektir. İslam barıştır demenin hiçbir esprisi yoktur, bir Müslüman olarak herkesle barışık olmadığınız sürece. Bu da yetmez, barış ve refah ortamı için üzerinize düşen görevi yapmak zorundasınız. Barış ortamı, herkese namaz kıldırarak, oruç tutturarak, kadınları tesettüre sokarak, her kişiyi kendiniz gibi inandırmaya çalışarak oluşmaz. Kaldı ki, Allah’ın böyle bir muradı yok. Ama yeryüzünü fesada uğratmadan barış içinde yaşamayı tüm insanlığa emrediyor. Böyle bir yaşamın parametreleri ise bellidir; evrensel ahlaki ilkeleri ve hukuku hakim kılmak. Bunu şöyle de formüle edebiliriz: Bireylerde güzel ahlak, devlet işleyişinde liyakat ve adalet. İşte böyle bir ortamda İslam kendine yer bulur ve gerçek dindarları yetiştirir. Hz. Peygamber’e bir sahabe sorar:

“Ey Allah’ın Elçisi bana öyle bir şey söyle ki, senden başka kimseye İslam hakkında soru sormama gerek kalmasın.

Hz. Muhammed’in verdiği cevap tam da İslam’ın aksıdır:

-Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol!.

Yine yerim doldu; haftaya bitirelim.