Psikolog Rosenthal ve okul müdürü Jacobson 1968’de bir kamu ilköğretim okulunda öğrencilerin IQ testi ile sözel ve muhakeme yeteneği ölçerler ve öğretmenlere en zeki 20 öğrencinin listesini verdiklerini söylerler. Ancak söylediklerinin aksine liste her seviyeden öğrenci içeren rastgele bir listedir fakat bu durum öğretmenlerden gizlenir. Dönem sonunda bir test daha yapılır ve öğretmenlere en zeki diye sunulan öğrencilerde ciddi bir başarı artışı gözlenir. Araştırmacılara göre bu tümüyle öğretmenlerin kafasında oluşturulmuş beklentiyle alakalıdır. Öğretmenler aslında rastgele seçilmiş olan bu 20 öğrenciye daha özverili, sabırlı, nitelikli bir eğitim verme eğilimde olmuşlardır. Bunun sonucu da iyi bir geri bildirim olmuştur. Diğer yandan daha az başarılı olacağı düşünülen öğrencilere daha az zaman ayrılmış ve daha başarısız sonuçlar doğmuştur. Bu duruma literatürde Pygmalion etkisi denmektedir. Beklentilerin davranışları şekillendirmesi olarak tanımlanabilir. Pygmalion etkisinin negatif yönünü yansıtan Golem etkisinin; yani olumsuz beklentilerin olumsuz sonuçlar doğurması durumunun; pozitif yöne göre çok daha güçlü olduğu da bilimsel araştırmalarca tespit edilmiştir.

İlk olarak sosyolog Robert Merton tarafından ele alınan Pygmalion etkisi kendini gerçekleştiren kehanet olarak da adlandırılır. Merton, özetle; toplumun belli kesimlerine dair beklentilerin, o kesimin maruz kaldığı uygulamaları biçimlendirdiğini ve geri bildirim olarak da o kesimin de kendilerine dair beklentilerinin olumsuz şekillendiğini söylüyor.

BİRKAÇ DÜŞMAN ALETİ BEYİNSİZ

Sosyal medyada veya başka mecralarda toplumun bir kesimini ya da tamamını sürekli olarak aşağılamanın yarattığı ve yaratacağı yegane sonuç yukarıda yazılanlardır. Türk halkını aşağı görme hastalığı, 19. yüzyılda Avrupa’da doğan ırkçı nazariyelerin (üstün ırk/aşağı ırk) halen devam eden yansımalarıdır.

Diğer taraftan toplumu tefrikalara bölüp her tefrikaya ayırt edici özellikler atamaya çalışmak, her bir kökenden farklı beklentiler doğurur. Bu da Atatürk’ün deyimiyle “birkaç düşman aleti beyinsiz, mürteciden başka hiçbir millet ferdi” üzerinde olumlu bir tesir bırakmayacaktır.

Bölücü unsurları ve destekçilerini bir yana bırakalım, zira niyetleri sarih. Peki, “yerli ve milli” olduğunu iddia edenler ne yaptılar toplumda kutuplaşmayı ve kutuplaşmanın sonuçlarını önlemek için? Nasıl bir mefkûreleri (ideal/ülkü) var Türk Milleti’ne dair? Temel değerlerde ve kurumlarda yozlaşmayan/içi boşaltılmayan ne kaldı ellerinde? Geride bıraktıkları geçmiş ne taşıyacak geleceğe? Bu milletin fikirleri toplamına ne eklediler? Ödünç aldıkları fikirleri ve şahsiyetleri aynıyla koyabildiler mi yerlerine?

İslamcılık ideolojisi, Türk Milleti için ortak çatı oluşturamadı. Bu gayet net. Ancak yine de toplumun önemli bir dinamiği olarak yakın tarih sahnesinde yer buldu. Bugün gelinen noktada ise geri döndürülemez bir şekilde yıkılıyor. Kendini günlük siyaseti aklamaya adamış bir ideoloji muktedir olur ama mefkûre olamaz.