Prof. Dr. Hüseyin Atay hocayla başlayan, Yaşar Nuri Öztürk’le devam eden, Ankara İlahiyat’ın öne çıkan simalarıyla genişleyen ve hatta bir dönem İslamcı gençliğin duayeni olarak tanıdığımız Dücane Cündioğlu’nun sert eleştirileriyle sallanan günümüz Müslümanlığı, belli ki, önümüzdeki yıllarda çok daha ciddi tartışmalara konu olacak. Şahsına yönelik saldırılardan bunalıp, çözümü Almanya’ya kaçmakta bulan tefsir profesörü Mustafa Öztürk’ün yaptığı eleştiriler belli mahfillerde hala tartışıla dursun, daha birkaç gün önce Yeni Şafak Gazetesi’nin eski yazarı Talha Hakan Alp isimli ilahiyatçı da “din ve peygamber inancıyla ilgili sorgulamalarım sürüyor” diyerek peş peşe tweetler attı. Ona da saldırılar başladı. 8. 9. yy’larda “Allah var mıdır, yok mudur?” oturumları yapılırken, bugün farklı düşünceleri savunmak bir yana, uygulamadaki yanlışları söylemek bile suç oldu. Bu da ayrı bir tartışma konusu. Ancak durum ciddi. Diyanet’in onu bunu sapkın ilan ederek sorunu savsaklaması, başını kuma gömmesi demektir. Yıllarca dinin çilesini çeken isimler düşünmeye başlayınca dinden uzaklaşıyor algısı her geçen gün artıyor. Sosyal medyada bazı platformlarda çok seviyeli din-vahiy tartışmaları yapılıyor. Kafalar hayli karışık. Kimi bunu ifşa ediyor, kimi belli odakların sert tutumlarından dolayı saklama gereği duyuyor. Demem o ki entelektüel camiaya yönelik ilahiyatın sağlam bir dile ihtiyacı var. Kimse kimseyi kandırmaya çalışmadan soru(n)ların temeline inilmeli. Bana göre başlangıç noktası, bozulan hatta kaybolan aks. Buyurun başlayalım.

DİN ALGIMIZIN TAHLİLİ

Önce üç tespit:

1- Din ile meşgul olmaya yeni başlayan kişilerin ilk yaptıklarına bakalım: Farklı bir dinden geçiyorsa önce ismi değişir; (Cat Stevens örneği, Yusuf İslam oldu) sonra kılık kıyafet, saç-sakal-baş değişir; (2000 öncesi kadınların tesettürü sade idi, şimdi modanın, makyajın ve estetiğin tüm formlarını görebilirsiniz; erkeklerin yaşam değişikliğini anlatmaya gerek yok) eh namaz ve oruç ibadeti de başlamış ise artık kişi iyi bir Müslüman’dır. Peki!

Sene 610. Hz. Muhammed kırk yaşında peygamber olur. İsmi değişir mi? Hayır. Saçı-sakalı, kılık-kıyafeti? Hayır. Zira Arap toplumunun bir ferdidir. Peki, ahlakı değişmiş midir? Hayır. Yaşadığı toplumun en güvenilir insanıdır. (Muhammedü-l Emin) Mutludur, fizikçe ve ahlakça çok güzel ve bir iş kadını olan Hatice ile evlidir ve ondan altı çocuğu vardır. Putlara tapmadığı ve zaman zaman ibadet yaptığı da rivayetler arasındadır. Tüm bunlara rağmen huzursuzdur; Hira’da inzivası bundandır; akabinde vahiy ve böylece mücadele başlar: “Davandan vazgeç, seni en zenginimiz yapalım, istediğin en güzel kadınları verelim, ne diliyorsan dile” derler ama “Bir elime güneşi bir elime Ay’ı verseniz vazgeçmem” der. Peki, neydi vazgeçmek istemediği?

2- Hilfü’l Fudûl (Erdemliler yemini) genç Muhammed’in severek çalıştığı grubun adıdır. Burada görev alan kişiler farklı dinin/görüşün/kabilenin insanlarıdır. Birleştikleri nokta temel ahlaki ilkelerdir. Yaşanan haksızlıklarda yekvücut olmak; insanca yaşamaya zemin hazırlayan ilkeler etrafında toplanmak ve böylece zulmü engelleyip, uzlaşı yollarını aramak. Fazilet grubunun yemini şudur: “Tanrı’ya and olsun ki, Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi, ister kötü, ister bizden, ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebir dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize maddi yardımda bulunacağız.” Hz. Muhammed’in peygamberlik dönemlerinde de, bu yemini hiçbir şeye değişmeyeceğini, çağrıldığı takdirde gruba derhal icabet edeceğini söylediği, tüm kaynaklarda mevcuttur. Haftaya 3’üncü tespitle devam edelim.