Geçen haftaki yazımla ilgili bir e-posta vardı ki, beni hem onurlandırdı hem duygulandırdı. Fikirsel zeminde yolumuzu açan, muhabbet ehli, büyüğümüz, üstadımız, Muğla Üniversitesi’nin kurucu rektörü Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı Hocama şükranlarımı arz ediyorum. Diyanet’teki çalışmalarımda büyük desteğini gördüğüm üstadımın, köşe yazılarımı takip ediyor olması, yaptığı değerlendirme ve tebrik benim için sürpriz oldu. Mezhepler alanında, din devlet ve laiklik konularında basılmış onlarca eseri olan hocam, Türkiye’nin yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerden biridir. Allah sağlıklı uzun ömürler versin.

★★★

Ankara Büyükşehir Belediyesi Televizyonu’nda (ABB WEB TV) her çarşamba yayınlanan (16.00)  “Ayşe Sucu ile İnsana Dair” programında değerli konuklarımla birlikte önemli kavramları ve olguları ele alıyoruz. 17. bölümde “Acıyı bal eylemek” üzerine Prof. Dr. Ahmet İnam ile bir söyleşi yaptık. (YouTube’dan tüm programları izleyebilirsiniz) Ahlak, etik, mantık, iletişim alanlarında çalışan hocamın yaptığı şu hayati tespit insanca yaşamın lokomotifi olmalıdır: “Bütün insanları gözetmeyen bir ahlak olamaz. Yani düşmanımı da benim gibi yaşamayanı da... O da Allah’ın kuludur ya da o da doğanın bir parçasıdır...”  İşte evrensel ahlak. İşte dini bilginin sağlamasının yapılacağı yer. İşte dindarın sınanacağı durum. Son günlerde TÜGVA ile ilgili ortaya atılan iddialar bana hocamın bu sözünü hatırlattı.

(Bu keyifli sohbetin tamamını izlemenizi öneririm.)

Benim partime, benim ideolojime hizmet etmeli”, “benim gibi inanmalı ve yaşamalı” anlayışı içinde oluşturulmuş vakıf ya da kurumların devlette etkin ve yetkin konumda olması ne hukukidir ne ahlakidir ne de insanlık tecrübesinin ulaştığı vatandaşlık anlayışıyla örtüşür. Adaletin ve hakkaniyetin çiğnendiği yerde dine-diyanete sığınmak ise en hafif tabirle cehalettir. Gelen eleştiriler üzerine TÜGVA temsilcilerinin cami önlerinde verdikleri fotoğrafsa tarihte yaşanmış acı hadiseleri çağrıştırdı. Bilindiği üzere Muaviye, Hz. Ali’ye siyaseten galip gelebilmek için askerlerinin mızraklarına Kur’an ayetlerini taktırarak üstünlük sağlamaya çalıştı ve başarılı da oldu. Sonraki sürecin ağır faturası Kerbelâ’dır. İşte ısrarla, din ve siyaset neden yan yana gelmemeli, buna binaen söylüyorum. Siyaset iç gerçekliği gereği dini kullanmaya çalışır, öyle ya da böyle vesayetin uygulandığı da malumun ilamıdır. Fakat dinin ve diyanetin kullanılmaya hazır tutuluşu kerametleri kendinden menkul otoriteler sebebiyledir.

ABB TV’deki “Din ve Siyaset” konulu sohbetimizde (19. program) Prof. Dr. Halis Albayrak’ın şu tespiti ise konumuzu tamamlayıcı mahiyette: “Her bir alanın iç gerçekliği vardır ve bu iç gerçeklikte yasalar ve ilkeler vardır. Bu ilkeler ve yasalar bir başka mahiyet alanında geçerliliği olmaz, çünkü o alanın da iç gerçekliği vardır. İşte dinin ya da ahlakın iç gerçekliği ile siyasetin iç gerçekliği tamamen farklıdır. Bir ahlaklı insan siyaset yapabilir. Buna bir mâni yoktur. Ama siyasetin temel hedeflerinden biri egemen olma duygusu olduğu için, siyasal alanda Tanrı’yı egemen kılma gibi bir anlayışla yola çıkarsanız, siyaset yapan insanın veya yapının iradesini Allah’ın iradesinin yerine koymuş olursunuz ve böylece tarihi varlık alanının yasalarıyla doğal varlık alanının yasalarını birbirine karıştırırsınız.” İşte büyük tehlike burada. Otorite ilkelerde, yasalarda, ortak akılda, uzlaşıda, bilimin aydınlığında, güçler ayrılığında değil de kişide olursa, muktedir olma duygusu öne çıkar. Oysa muktedir olma hırsı yüksek duygulardan değildir; böler, ötekileştirir, haksızlığa zemin hazırlar, benim adamım dedirtir, torpile geçit verir, kayırır, adaletsizliği onaylatır. Peki, din bunlara evet der mi? Ya ahlak? Ne demişti Ahmet İnam: Bütün insanları gözetmeyen bir ahlak olamaz! O halde, bütün insanları gözetmeyen bir din anlayışının insanlığı kapsayıcı olduğunu nasıl iddia edeceğiz?