Ana akım medyanın önemli bir gazetecisiyle sohbet ederken kurduğu şu cümle dikkatimi çekti: “Medyanın yatacak yeri yok...” Sadece AKP dönemi için değildi bu cümle! Salı günü kaleme aldığım ve gazeteci Serdar Akinan’ın yazdığı ‘Hayatımın Haberi’ adlı kitabındaki bir hayli tartışma yarattı. Akinan, Başbakan Erdoğan’ın 2005’teki Endonezya depremi ziyaretinde yaşadığı olayı anlatmış ve “Erdoğan boğazımı sıktı” iddiasında bulunmuştu... Sonrasında da gazeteci Nuray Mert’in iktidara yakın gazeteci ve sözcüsüyle kendisini görüştürdüğünü anlattı: “... Birkaç gün sonra Yeni Şafak Gazetesi Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu (Karar Gazetesi’ni yönetiyor) ve Başbakan’ın sözcüsü Akif Beki (Karar’da yazıyor) ile Cihangir’de Cuppa adlı kafede buluştuk. Bir düşmanlığım olmadığını söyledim. Amacımın sadece gazetecilik yapmak olduğunu belirttim. Akif Beki, ‘Serdar, beyefendi yaptığın agresif yayıncılıktan çok rahatsız. Bu muhaliflik değil’ dedi. O gece sohbet ilerlerken medyanın rolünden yakındılar ve Mustafa Karaalioğlu Akif Beki’ye dönerek, (Ben geçen gün Sayın Başbakan’a da söyledim. Medyanın hali ordudan daha önemli... Asıl medya ile uğraşmak gerek. Orduyu bir şekilde kontrol edersin, anlaşırsın. Ama medya öyle değil) dedi...”

AKREDİTASYON MESELESİ

İşte tartışılması gereken de bu cümle değil mi? Karaalioğlu’na göre, TSK kolay ama medya ile uğraşmak yani ‘ele geçirmek’ daha önemli!

Akif Beki bu yazımın ardından Serdar Akinan’a sosyal medyadan yanıt verdi:

“... Serdar dostluk kurmak istiyor, aracı Nuray, oturup konuşuyorum, hep dostane kalıyor, restoranına davetten hal hatıra arıyor ama yakında ortak TV programı istememiş gibi kitap sansasyonu için laf uyduruyor, ‘beyefendi’ demezdim, iktidara yakınlaşmak için ne dil döktü onu anlatsın!...”

Serdar Akinan da Beki’ye şu yanıtı verdi: “... Akif Beki epey dolmuş. Bence üşenmeyip bir kitap yazsın. Adını da ‘Akreditasyonu nasıl getirdim’ koysun. Biz de öğrenelim o günlerin perde arkasını... Diyarbakır’da 2008’de Turkcell’in Call Center açılışında Bülent Ergin’e ne söylediğini ben değil İsmail Küçükkaya anlatsın.”

Evet... Hepimiz öğrenelim o günlerin perde arkasını! Medyanın hallerini... Neden ‘yatacak yerinin’ olmadığını!

Nuray Mert ne dedi?

Bu yazımın ve kitabın ardından tartışmaya ‘aracı’ olduğu iddia edilen gazeteci Nuray Mert de girdi. Mert, Independent Türkçe’de kaleme aldığı “Sessiz kalamazdım” başlıklı yazısında, Akinan’ın ifadelerine yanıt verdi: “... Serdar Akinan, eski bir arkadaşımdır, pek çok konuda sohbetimiz olmuştur. Diğer taraftan, Yeni Şafak yazarları arasında pek çok arkadaşım vardı, zaman içinde gazeteci arkadaşlar arasında pek çok buluşmaya vesile oldum, dahası siyasi olarak önemli olduğunu düşündüğüm konularda farklı çevreler arasında iletişim kurma çabası içinde oldum. Bunlardan en önemlisi, 2005 Temmuz ayında Başbakan Erdoğan ile sol muhalif çevrelerden bir grubun Kürt meselesi konusunda gerçekleşen buluşmasıdır. Gerekirse, o olayın detaylarını da izah ederim. Serdar’a hangi dönemde ne tavsiye ettiğimi gerçekten hatırlamıyorum, ancak ‘Başbakan’ın boğazını sıkmış olduğunu’ duyduğumda, bunu sıradan bir olay gibi görüp, aracılık edecek, ‘sen en iyisi bu arkadaşlarla konuş’ diyecek tıynette biri olmadığımı söylemeyi zul sayarım. Ancak asıl önemlisi, Yeni Şafak ve AK Parti’ye mensup pek çok arkadaşım olmasına rağmen hiçbir dönem, bu çevre ile siyasi fikir birliği içinde olmamış olduğumdur.”



‘Muhalif’ gazeteciler

Gazeteci Nuray Mert’in şu cümleleri çok ama çok önemli:

“...Bu vesile ile bir hatırlatma yapayım, ben, Başbakan Erdoğan’ın Konya mitinginde, ‘namert’ diye itham etmesi üzerine ana akım medyadan kovulmuş ilk insanım. O zaman, medya özgürlüğü adına bir satır yazmayan, böyle bir olay olmamış gibi davranan, maaşlarından olmamak için sinip oturanları... Dahası iktidardan talimat veya korku ile işime son verildiğini bir telefonla bana bildiren arkadaşı dahi şimdilerde muhalif iddialı TV kanallarında medya özgürlüğü üzerine ahkam keserken izliyorum. Otoriter bir düzende, ‘muhalefet’ eleştirisi yapmayı siyasi ahlaka aykırı bulduğum için, pek çok konuda sessiz kalmayı tercih ediyorum.”

İşte konu bu: “... Otoriter bir düzende, ‘muhalefet’ eleştirisi yapmayı siyasi ahlaka aykırı bulduğum için, pek çok konuda sessiz kalmayı tercih ediyorum.”

Yakın tarihimizin gazeteci tanıklıkları ‘hakikati’ ortaya çıkaracaktır. Çünkü... Bugün ‘muhalif’ olan bazı gazetecilerin geçmişte ne roller aldığı... Altlarındaki kırmızı halı çekilince ‘muhalif’ oldukları fısıltıyla konuşuluyor. Yüksek sesle ‘Kral çıplak’ demek şart! Örneğin...

Tayyip Erdoğan’ın iletişim hocası Nabi Avcı... 2004 yılında göreve başlayan basın danışmanı Ahmet Tezcan... Başbakanlık Sözcülüğü görevine 2005 yılı Mayıs ayında getirilen Akif Beki... 2009 yılı Temmuz ayı başında Basın Müşaviri olan Kemal Öztürk... Daha çok isim var...

SONUÇ: Haydi ‘Kral Çıplak’ diye bağırın ve Serdar Akinan gibi olun...



Amerika’da vazgeçmeyen bir devrimci: Gloria La Riva

Tarih 25 Kasım 2016...

ABD’de bir bildiri yayımlanır:

“... Dev adam, Küba’nın ve tüm dünyanın büyük devrimci önderi Fidel Castro öldü. ABD’nin korkuyla düzenlediği yüzlerce suikast girişimine karşın uzun ömrü, onun mücadele kararlılığının kanıtıydı. Fidel halkı için, devrim için yılmadan savaştı. Mirası güçlenecek çünkü geride insanlık için kendisinden vazgeçmiş gerçek devrimciler, öğretmenler, tıp emekçileri, inşaat emekçileri bırakıyor... Dünyadan, geriye adalet için savaşmayı Fidel’den ve Küba devriminden öğrenmiş insanları bırakarak ayrılıyor. Çok çok çok sayıda insanın üzüntüsünü ifade ettiğimi biliyorum. Tüm Küba halkına en derin taziyelerimizi iletiyoruz. Fidel yaşıyor. Ve biliyorum ki yoldaşlarım, her zaman Fidel’in ve Raul’un ve Küba halkının yanında olmaktan gurur duyuyor...”

Bildirinin altındaki imza kime mi aitti?

ABD’deki Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSL)’nin 2020 başkanlık seçimlerindeki adayı Gloria La Riva’ya...

Gloria La Riva.


3 Kasım 2020’de, Birgün Gazetesi’ndeki portresi ve kendi anlatımları dikkat çekici. 13 Ağustos 1954’te New Mexico/ABD doğumlu La Riva’yı tanımakta fayda var:
“...Meksikalı bir ailede çok yoksul büyüdüm. (New Mexico’da, altı kardeş, annem ve babam işçiydi, çok düşük gelirleri vardı. Kiramızı ödeyemediğimiz için üç kere evimizi kaybettik. Yoksul bir işçi olarak televizyonu açtığımızda gördüklerimize sahip değiliz. 60’larda, 70’lerde, televizyonda çok az siyah ve Latin gösterilirdi, gösterilenler de orta sınıftı. Ama biz onlar değildik. Amerika’yı bir hayal ülkesi gibi göstermek kapitalistlerin kültürel savaşı.”

Neden Gloria La Riva’yı yazmak istedim biliyor musunuz? ABD’de kaç gündür yaşanan ‘ayaklanma’yla ilgili önemli bir bildiri yayımladılar!

Pentagon’un rolü...

Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSL) , Washington’da yaşananları şu cümleyle değerlendirdi: “... Trump Kongre’ye yönelik faşist ayaklanmayı teşvik ediyor!  Sırada ne var?”

Devam edelim: “... Donald Trump tarafından harekete geçirilmiş olan bir faşist çete, Kongre polisi ve Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) bazı unsurları ve muhtemel başka silahlı güçlerle açık anlaşma içinde ABD kongre binasını bastı ve Kongre’yi dağıttı.”

Trump taraftarlarının ülkenin farklı yerlerinden başkente gelirken Capitol binası baskını için hazırlıklarını da yapmış olduklarına  dikkat çeken sosyalist PSL, polisin çetelerin iç iletişimini takip ederek baskın hazırlıklarını tespit etmemiş olmasının akıl almaz bir şey olduğuna işaret etti. PSL, Pentagon’un yaşanan krizdeki rolünün de önemli sorulardan birisi olduğunu söyledi ve şu çapıcı bilgiyi verdi:  “Başkentteki Ulusal Muhafızların kontrolü kent yönetiminin (Belediye Başkanı Muriel Browser) değil Pentagon ve ordunun kontrolü altında. Browser’ın hafta başında Ulusal Muhafızlar’ın kentte konumlandırılması talebi Pentagon tarafından göz ardı edildi.”

Wall Street suçluları hapse...

Seçimlerde 83 bin oy alan PSL’nin seçim vaatlerinden bazıları da ‘Üçüncü Yol’un önemini bize bir kez daha anlattı.

Örneğin...

“Yalnızca kar amacıyla dağıtılmak yerine... Yaşamın tüm temel unsurlarının,  gıda, barınma, su, eğitim, sağlık ve bir iş veya temel gelirin garanti altına alınabilmesi için fazlasıyla yeterli. Tamamen ücretsiz ve kamu sağlık sistemi oluşturulmalı...  Eğitim ücretsiz yapılmalı. Tüm haciz ve tahliyeler durdurulmalı. Küresel ısınma, kirlilik, asitlenmiş ve tükenmiş okyanuslar, çatlama, kritik kuraklık, denizleri boğan plastikler, nükleer silahlar ve atıklar - kapitalizmin ve kar amaçlı üretimin gezegeni yok ettiği ve tüm yaşamı tehdit ettiği açık.

ABD dış politikası... En büyük banka ve şirketlerin emperyalist çıkarlarını güçlendirmek için ulusal güvenlik bahanesini kullanıyor. Bitmeyen savaşların ve işgallerin ardında yatan şey budur. Buradaki ve dünyadaki insanların ihtiyaçlarını karşılamak için 1 trilyon dolarlık askeri bütçeyi kullanın. Nükleer silahları kaldırın. İsrail’e ABD yardımını durdurun. Filistin halkı için dönüş hakkı dahil kendi kaderini tayin hakkı. ABD’nin Küba ablukasına ve Venezuela, İran ve tüm ülkelere yönelik yaptırımlara son verin. Porto Riko için bağımsızlık ve borcunu iptal et! Dev bankaların ve şirketlerin muazzam zenginliği, işçilerin emeği ve dünyanın azalan doğal kaynaklarının sömürülmesiyle yaratılıyor. Milyarderler ekonomiyi yağmaladı ve yok etti. Varlıklarına el koymanın ve bu kaynakları büyük çoğunluğun çıkarları için kullanmanın zamanı geldi. Güç süper zenginlerin elinden alınmalı ve Wall Street suçluları hapse atılmalıdır.”