“... Resmi ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu yapısıyla milli bütünlüğü koruması mümkün değildir. Biz hem dünya vatandaşı, hem Müslüman olarak, hem Ortadoğulu olarak Türkiye’yi çok önemsiyoruz ve zaten Türkiyeliler olarak buna mecburuz.” Metin Sever-Can Dizdar imzalı ‘2. Cumhuriyet Tartışmaları Röportajları’ (Başak Yayınları/1993) adlı kitapta röportaj yapılan isimlerden birisi de Tayyip Erdoğan... Erdoğan, Atatürk eleştirisi yaptığı röportajında “Türkiyeli” kavramına vurgu yapıyor hatta başkanlık sisteminin ABD emperyalizminin tavsiyesi olduğunu ifade ediyor!

Türk mü Türkiyeli mi? Medyascope’da yayımlanan, Bir Türkiyeli voleybolcu daha ‘Son 10 yılın en iyi oyuncuları’ listesinde” başlıklı haberin ardından başlayan tartışma sanki yeni bir tartışma gibi görünse de... Özellikle 1980 sonrası neoliberal politikaların hakimiyetiyle başlayan ve ‘etnik kimlik’ üzerinden yürütülen ideolojik şekillenmenin ürünü! Siyasal İslam, etnik siyaset, tarikat-cemaatler, kendisini sosyalist gören bir kesim ısrarla “Kemalizm / Atatürk düşmanlığı” üzerinden bilinçli bir yol haritasıyla program geliştirdi!

Zaten sınıf savaşı bitmişti...

Ezen dünya-ezilen dünya yoktu!

Varsa yoksa... Etnik grup üzerinden ‘özgürlük’ savaşı, ‘Ilımlı İslam’la Fetullahçılığın önünün açılması, ülkede kendisini sol-Kemalist diye tanımlayanları susturma hatta Silivri’ye gönderme gibi eylemlerle vücut buldu “Türkiyelilik” kavramı... Oysa... Çok açık değil mi? Anayasa’nın 66. Maddesi, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” der. Bu tanım bir ırkı veya ayrıştırmayı mı ifade ediyor? Vatandaşlık bağı ne zamandan bu yana ‘ırk’ oldu?

Kemalistler’i yendiniz değil mi?


Esastan uzaklaşmayın!

“Kemalist Cumhuriyet’ten demokratik Cumhuriyet’e geçmek” sloganıyla karşımızda bir ideoloji duruyor! Fetullah kazanamadı (tehlike sürüyor) ama ruhu dolaşıyor... Çünkü... Onlara göre Kemalizm, “otoriter”, “totaliter”, “asker ve sivil bürokrasiye dayalı” anti-demokratik bir anlayış... Bu yüzden ittifak kurmadılar mı AKP’yle ve Fetullahçılarla. Özellikle 2002’den sonra ekranları ve köşeleri ele geçiren “liberal faşizm”, karşısında “Üçüncü Dünya”yı savunan anti-emperyalistlerin konuşma hakkı olmadığını savunmadı mı? “Özgürlük” diye bağırdıkları günlerde ülkeyi cezaevine çevirmediler mi? Cumhuriyet Gazetesi yazarı Zülal Kalkandelen “İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri (Kırmızı Kedi Yayınevi) kitabında “Liberallerin Özal’a desteği ve 24 Ocak Kararları” başlıklı bölümde şu tespitleri yaptı: “... Bugün ‘liberal sol’ diye anılan grubun dinci sağa desteği, elbette ilk kez AKP ile gündeme gelmedi. Bu sapma, 1980’lerde tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı. 1960’larda Cumhuriyet devriminin önemini dile getiren Çetin Altan, sosyalizm ile vedalaşıp 20 yıl sonra ‘En büyük liberal sizsiniz’ diyerek Turgut Özal’a övgüler düzüyordu. Yıllar geçtikçe neoliberalizme verdiği desteği o kadar ileri bir aşamaya vardırmıştı ki, 8 Temmuz 2001’de tarihli Sabah Gazetesi’ndeki yazısında açıkça kapitalizmi savunmuştu: (İşçi sınıfı artık ilerici bir sınıf değil. Türkiye’de değişimin bayrağına TÜSİAD sahip çıkmaya çalışıyor.)...”

Bu çizgi daha da ileri gitti ve... “Türkiyeliyim” diyen liberalizm, 12 Eylül darbecilerinin “sosyal devleti bitiren” ekonomik programı 24 Ocak kararlarını savundu. Çünkü onlara göre Cumhuriyet, “Beyaz Türklerin” elindeydi, “faşistti”... Turgut Özal ve sonrasında Tayyip Erdoğan artık ‘çevrede’ olanların iktidarını kurdu, merkezin o kibirli Kemalistlerini yendi! Yendi de ne oldu?

‘Sivil Atatürk’ diyenler!


“Türkiyeli” liberaller, AKP-Fetullah çizgisiyle ‘sivil toplumun’ kazandığını söyledi. AKP’yi hatta tarikat-cemaatleri ‘solcu’ ilan ettiler. Ancak... Destekledikleri iki yapı kavga edince de ortada kaldılar! Bazıları iktidar bazıları da Fetullah tarafında saf tuttu! İktidara karşı olan “Türkiyeli”ler Atatürk’ü keşfetti ama “Sivil Atatürk” diye bir saçma argümanla! Yıllarca savaştıkları Kemalizm’den medet umar hale geldi bazıları... Bazıları hala utangaç! Bugün medyanın fonlanmasını ‘özgürlük’ diye savunanların ‘demokrasi’ sloganlarına inanmayın! 2002’de nasıl buluştularsa yarın da buluşacaklar o programla! Ki AKP içinde de bu buluşmayı ‘hasretle’ bekleyenler var unutmayın... Şimdi, 12 Eylül 2010 Anayasa referandumuna yani ‘Yetmez ama evet’ referandumuna uzanalım. Bakın 15 Eylül 2010’da Milliyet yazarı Hasan Cemal ne demiş: “... Ben öteden beri AK Parti iktidarıyla birlikte laikliğin elden gitmek olduğuna da bir sivil diktanın gelmekte olduğuna da inanmadım. Erdoğan’ın demokrasi ve hukuk açısından eksileri, demokrasi kültürü dersinden kırık notları var elbette. Muhafazakarlığından, milliyetçiliğinden, radikal İslamcı geçmişinden ara sıra nükseden ve beni rahatsız eden eğilimleri de eksik olmuyor. Bunları yeri geldikçe bu köşede eleştirdim, eleştiriyorum. Ama bu eleştirilerden yola çıkarak Erdoğan’ı, Türkiye’de ‘korku imparatorluğu yaratmak’la suçlamaya kalkışmadım.”

Zülal Kalkandelen’in şu tespiti herkese ayna tutuyor:

“AKP ile yol ayrımına gelen liberaller ne zaman ki medyadaki köşelerini kaybetti, o zaman AKP aleyhine konuşur hale geldi.”