Kanal İstanbul için iki yıl önceki bir yazımda bir tanım yaptım. Küçük bir eklemeyle tekrar ediyorum:

Kanal İstanbul iri kıyım bir emlak ve inşaat projesidir.

Hayata geçirildiğinde, onun kadar yıkıcı, yapılacağı topraklara zarar verecek bir başka projeye dünya ölçeğinde rastlamak zordur.

Kanal İstanbul bir tasallut projesidir. Bizzat iktidarın hazırlattığı Çevresel Etki Raporu’na bakmak dahi; insana, doğal kaynaklara, çevreye, canlılara, tarihe yapılacak tasallutu görmeye yeterlidir.

Gemilerin seyir güvenliği, bu işin kılıfıdır. (Kılıf olma hali, seyrüsefer verileriyle bilimsel toplantılar ve makalelerde ortaya konulmuştur.)

Hal böyleyken, göz karartarak bu işe kalkışmanın nedeni, iktidarın “beka” derdi olsa gerektir.

ÖZEL FİNANSMAN ÇARKI

O beka; Körfez odaklı gayrimenkul hareketleri, emlak satışları, milyarlarca metreküplük hafriyat ekonomisi, kanal üzerinde sıra sıra dizilecek, hangi inşaat şirketlerine verileceğini tahmin etmenin zor olmadığı, paralı geçişli köprülerle tasarlanan özel bir finansman çarkından başka bir şey değildir.

Bu finansman çarkını işleterek iktidar ömrünü uzatmak, AKP ve onun rejimi için öylesine önemlidir ki, Montrö Sözleşmesi tartışmaya açılabilir bile.

Daha birkaç hafta geçti. Yine uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden tek imzayla çıkışın asıl nedeni, azalan desteği dinci yapılardan devşirip tahkim etmek değil miydi?

Bu defa da emperyal güçlerin desteğini almak için Montrö Sözleşmesi’ne benzer yaklaşımla bakılmayacağını kim iddia edebilir?



Kanal İstanbul madalyonu

Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusunda 103 emekli amiralin imza koyduğu bir açıklama yayımlandı. Metne baktığınızda, endişe, üzüntü, kanaat, temenni paylaşıldığını görüyorsunuz.

Bahçeli’nin ‘‘Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır” çağrısını, muhtemelen ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiren savcılık, Montrö Sözleşmesi’ni tarihsel ve hukuki perspektifiyle en iyi değerlendirebilecek konumdaki emekli amirallerin bildirisi hakkında süratle soruşturma başlattı.

Montrö Sözleşmesi, Kanal İstanbul bağlamında ilk defa gündeme gelmiyor. Konuya dair görüş, kanaat ve kaygılar Ocak 2020’de İBB’nin düzenlediği Kanal İstanbul Çalıştayı’nda, TV programlarında, makalelerde, emekli amiraller, diplomatlar, akademisyenlerce defalarca ele alındı.

Gayet sert giden “vesayet, mağduriyet, darbe çağrısı” tartışmaları arasında gözden kaçmaması gereken bir boyut var:

Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi’ni etkisizleştireceği konuşuluyor ya.

İşte doğması muhtemel bu sonuç, Kanal İstanbul’un iktidar nezdindeki emlak/inşaat projesi niteliğinde, telaffuz edilen milyarlarca dolarlık finans hareketlerinden asla bağımsız değildir.

Bir beka projesi olarak Kanal İstanbul, iktidarın elinde salladığı, 2021 Türkiye’sini simgeleyen bir madalyona dönüşüyor:

Madalyonun bir yüzünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin asıl beka belgelerinden biri olan Montrö Sözleşmesi, diğer yüzünde derinleşen yoksulluk, gençleri umutsuzluk girdabına sokan işsizlik, kadınların öldürüldüğü, esnafın tükendiği, eğitimli insanların çıkmak istediği çözümsüzlük sistemi durmaktadır.

“Otoyol zorbaları”


Hayır, yol kesen insanlardan bahsetmiyorum. Bahsedilen “zorba” tanımı şirketler için kullanılıyor.

Her gün gelen okur mektupları arasında ilk sırayı bütçeden bir grup müteahhit şirkete milyarların aktarıldığı projelerle ilgili olanlar alıyor.

Geçen hafta “Kuzey Marmara’ya mecbur muyuz?” başlıklı yazımda okur mektubuna yer vermiştim. Ona benzer çok sayıda yakınma mesajı birbirini izledi.



Yine aralarından birini seçerek,  H.A adlı okurumun satırlarını paylaşacağım:

“Kuzey Marmara Otoyolu ve ek olarak İzmir Otoyoluna yönlendirilme konusunda okurunuz ile aynı sorunu defalarca yaşadık. Yol levhaları, hatta GPS sistemleri de sürücüleri paralı yola yönlendiriyor.

Çok dikkat etmezseniz kocaman otoyol levhaları yanında minik alternatif yol levhalarını göremiyorsunuz. Bu tuzağa Bostancı’dan İstanbul Hava Limanına giderken ve dönerken, İzmir’e giderken ve dönerken çok düştük, ama şimdi daha çok dikkat ediyoruz. Güneye gideceksek artık Afyon üzerinden gidiyoruz. İnsanın kendi ülkesinde, kendini kurumsal otoyol zorbalarından korumaya çalışması ne kadar acı geliyor, anlatamam."