“Adalet Mülkün temelidir” sözündeki “Mülk” devlet anlamındadır. Çağdaş demokrasilerde devleti ayakta tutan, tartışmasız bir şekilde “adalet”tir.

Adalet, bunu vatandaşların, diğer vatandaşlar ve devletle arasındaki ilişkileri düzene sokarak gerçekleştirir. Zayıfı güçlü, yoksulu zengin, azı çok karşısında korur, kollar.

Bir devlette adalet olmazsa kaos olur, devlet çöker.

Adaletin en önemli teminatı yargı, yargının temel dayanağı da hukuktur.

İşte bu yüzden adalet çürürse devlet çöker. Zayıfın güçlü, yoksulun zengin, azın çok karşısında hiçbir güvencesi kalmaz.

Türkiye’de son dönemde yaşanan en önemli sorunlardan biri yargının, hukukun gücünü değil, siyasetçinin güçlüsünü tercih etmesidir.

★★★

Son zamanlarda yargının önemli bir ayağı olan Danıştay’da yaşananlar, hukuka değil kişiye ya da partiye göre verilen kararlar, hukukun gücünün değil, siyasetçinin güçlüsünün etkisindeki yargı mensuplarından kaynaklanıyor.

Lafı dolandırmayacağım:

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun üyeleri, kararlarını adalet terazisine, kamunun çıkarlarına göre değil, bulundukları makamı borçlu olduklarına inandıkları siyasetçilerin taleplerine ve çıkarlarına göre şekillendiriyorlar.

Bunu neden mi bu kadar rahat söyleyebiliyorum?

2016’dan bu yana Danıştay üyeliklerine atananlara, Dava Daireleri Kurulu’ndaki değişiklere bakarsanız anlarsınız:

2016’da yapılan yasal değişiklikten sonra Danıştay üyelerinin üçte birine yakını, iktidarın siyasi referanslarıyla atanmış.

Dava Daireleri Kurulu’nun yapısı baştan sona değişmiş.

Bakın HSYK’nın Danıştay’a üye seçtiği son üç kişiden birini rastgele seçtim ve sosyal medya hesabına baktım.

AK Partili olduğunu hiç saklamamış.

Gerek “Andımız” ve madalyadan “Atatürk siluetinin kaldırılması” kararları, gerekse Mansur Yavaş Belediye Başkanı seçildikten sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı davayla ilgili olumsuz karar bu değişimin eseri olmuş.

★★★

Danıştay, eskiden idarenin yanlış işlemleri karşısında vatandaşın hakkını hukukunu, kamunun çıkarını korurdu. Şimdi ne yazık ki hükümetin ve idarenin her türlü adımının yasal güvencesine dönüştü.

Ülkenin kurucu lideri Atatürk’ü dahi hiçe saymaları, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” ile başlayan bir andın tarih olmasını sağlamaları, sırf belediyeyi muhalefet kazandı diye yıllardır geçerli olan bir uygulamayı ortadan kaldırmaları işte bu yüzdendir.

Emin olun, MHP’nin “Andımız” kararına sert tepki göstermesinden sonra o karardan nasıl döneceklerini kara kara düşünüyorlardır şimdi.

Muhbir müdür ve lekelenmeme hakkı!


27 yıllık öğretmen Özkan Erdem, eşinin ve arkadaşlarının başına gelenleri yazmış. Aynen aktarıyorum: “26 yıllık biyoloji öğretmenliği yapan eşimin ve aynı okuldan 10 arkadaşımızın başına gelenleri kısaca yazmak istedim. 2 Şubat 2021 günü Balıkesir Edremit Emniyet Müdürlüğü’nden arandık ve karakola davet edildik. Hakkımızdaki suçlama okundu. Eşim o gün öğrencilerle canlı ders planlamıştı ama yapamadı. Emniyetteki işlemlerin ardından önce Edremit Devlet Hastanesi’ne ardından savcılığa çıkartıldılar. Genç yeni mezun bir savcı ifadelerini aldı. Sonra serbest bıraktı. Suçlamalar kısaca PKK, PYD, YPG terör örgütüne üye olma, Cumhurbaşkanı’na hakaret, devlet düzenini bozmaya teşebbüs. Dün bütün arkadaşlar gibi eşim hakkında da takipsizlik kararı verildi. Kararda tüm bu asılsız iddialarda bulunan kişinin açık kimliği yazılıydı: Okul müdürü. Tüm bu yalan ihbarı okul müdürü yapmış. Bugün bu müdür hakkında hem savcılığa hem Milli Eğitim Müdürlüğü’ne iftira dosyası ile suç duyurusunda bulunduk ve bu kişi hakkında işlem talep ettik.”

İktidarın “herkesi terörist ilan etme” alışkanlığı okul müdürlerine dek inmiş. Eğitim sistemimizin bu kadar sorunu varken bir okul müdürü işi gücü bırakmış 11 öğretmenini şikayet etmiş.

Allahtan işini iyi yapan polisler ve savcılar devredeymiş.

Bakalım “İnsan Hakları Eylem Planı”yla “lekelenmeme hakkı” getirmeye çalışan Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün ve eğitimin neden bu hale geldiğini anlamaya çalışan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “muhbir müdür”ü mü koruyacak yoksa onun lekelemeye çalıştığı öğretmenleri mi?