Nasıl savunurlarsa savunsunlar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın TBMM’de onaylanmış, kanun haline gelmiş (6251 sayılı kanun) uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden TBMM kararı yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çekilmesi Anayasa’nın 104. maddesine aykırıdır. 104. maddede kanunun kararnamelerin üzerinde olduğu gayet açık bir şekilde yazıyor. AK Partili hukukçular dahi bunun farkında.

Bu ayrıntının tartışılması da gerekir ama İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme meselesinde asıl soru “nasıl” değil “neden” sorusudur. Sözleşme metnini defalarca okuyan biri olarak söylüyorum. Bu sözleşmeden çekilmeyi;

- Eşini dövüp, olayın karakola/mahkemeye yansımasını, evden çıkmasını istemeyen biri ister.

- Eşinin üzerine kuma getirip medeni kanuna aykırı bir yaşam sürmek isteyen biri ister.

- Kadınları taciz edip, delilleri karartıp mağdur kadının beyanının da esas alınmamasını isteyen biri ister.

Neymiş efendim “Bu sözleşmeyle eşcinsel evliliklerin önü açılıyormuş”...

Sözleşmede ben böyle bir durum görmedim ama siz herhangi bir maddede görüyorsanız o zaman sadece o maddeye “çekince” koyarsınız olur biter.

Peki siz kadına yönelik şiddeti, ayrımcılığı, eşitsizliği engelleyen maddelerden ne istediniz?

Bu icraatları savunmak gerçekten zor


Hükümete yakın bir meslektaşım ilginç bir tespit yaptı. Dedi ki “Muhalif gazeteciler işleri zor sanıyorlar ama bizim işimiz daha zor.”

“Niye ki” dedim ve peşi sıra başka sorular sıraladım:

“Hapse mi atılıyorsunuz?”

“Sürekli adliyelere gidip ifade mi veriyorsunuz?”

“Sokak ortasında kimi niye dövdüğünü dahi bilmeyen gruplardan dayak mı yiyorsunuz?”

“Gazete çıkarıp televizyon kurmak istiyorsunuz da gerekçe dahi göstermeden ret mi yiyorsunuz?”

“Çalıştığınız gazetenin resmi ilanları sudan nedenlerle mi kesiliyor?”

“İnternet sitenizde birçok habere hiçbir hukuki dayanağı olmadan engel mi konuluyor?”

“Akreditasyon yasağı mı uygulanıyor?”

“Sabahtan akşama paralı trollerin saldırısına mı uğruyorsunuz?”

Daha başka sorular da vardı ama bunlar yeterlidir diye düşündüm. Ne derse beğenirsiniz?

“Bizim gibi bazen inanmadığınız, doğru bulmadığınız şeyleri savunmak zorunda kalmıyorsunuz.”

Birden duraksadım. Yaşananlar film şeridi gibi gözümün önünden geçti:

- Mesela HDP’ye kapatma davası: Daha 13 sene önce AK Parti’ye karşı açılan davayla ilgili yazarken/konuşurken “parti kapatmaya karşıyız” diyorlardı. Şimdi HDP’ye açılan kapatma davasını savunmak, 13 yıl önce karşı çıktıkları bazı gerekçeleri bugün “haklı gerekçeler” olarak sunmak zorundalar. 2015’te destek verdikleri İmralı görüşmelerini, Kandil ziyaretlerini şimdi kapatma iddianamesinde “aleyhte delil” oldu diye “teröristle görüşme kanıtı” olarak göstermek zorundalar.

- Mesela İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme olayı: 2011’de Cumhurbaşkanı Erdoğan (o günlerde Başbakan) “Kadına şiddet artık ‘insan hakkı ihlali’. Sözleşme Türkiye’nin öncülüğünde hazırlandı” diye tweet attığında sözleşmeyi yere göğe sığdıramıyorlardı. Şimdi Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini savunmak zorundalar. Ekranlara çıkıp inanmadıkları halde, gerçekte öyle olmadığını bildikleri halde “bu sözleşme aile yaşamına darbe vuruyor, bu sözleşmeyle eşcinsel evliliklerin önü açılıyor” gibi yalanlar söylemek durumundalar.

- Mesela Naci Ağbal’ın görevden alınması olayı: Berat Albayrak görevden alındığında 18 saat haber yapamamışlardı. Albayrak gider gitmez Ağbal güzellemeleri gelmişti: “Şöyle devlet adamı, böyle ekonomist, piyasalara güven geldi, dolar kuru 1.5 lira düştü.” Dört ay sonra Ağbal gecenin köründe görevden alındığında “ama faiz de bu kadar yükseltilmez ki kardeşim” demeye başladılar. “Başarılı Ağbal” birden başarısız oluverdi. Yarın kabine değişikliği olur da Ağbal Maliye Bakanı olursa hakkında söylenenler yeniden başa sarılacak.

- Mesela Andımız davası: Sorsan hepsi “yerli ve milli”. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı “Andımız çağ dışı, ne öyle çocuklar papağan gibi ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ diye bağırıyor” deyince suspus olmak zorunda kalıyorlar.

- Mesela ekonomi konusu: Ekonomide zaten sorun vardı. Korona salgını için alınan önlemler tuzu biberi oldu. İşsiz sayısı 10 milyonu aştı. Enflasyon el yakıyor. Merkez Bankası’nda rezerv kalmadı, faiz yüzde 19’a çıktı ama kur hâlâ 7’nin üzerinde. Esnaf, çiftçi perişan. Ancak onlar “Türkiye ekonomisi şahlanıyor” ya da “Türkiye’de aç yok, işsizlik yok” başlıklarını atmak zorundalar.

Daha onlarca benzer örnek var. Ancak benim o tespite “haklısın” demem için bu kadarı yeter de artar. Gerçekten de bu koşullar altında hükümetin akıl almaz icraatlarını eleştirmek, o icraatları savunmanın yanında adeta “çocuk oyuncağı”.

Hapistir yatılır çıkılır, dayaktır yenilir, yaradır iyileşir ama arşivdir unutmaz.

Allah herkese çocuklarının utanmayacağı, unut(tur)mak istemediği bir geçmiş nasip etsin!