Bir patates tarlasında çapa yapan çocukların olduğu bu fotoğrafa iyi bakan.

30 Ocak 2021 günü öğretmen Yüksel Yeni (Ortada, beyaz gömlekli) tarafından sosyal medyada paylaşıldı. Önce Yüksel Öğretmen’in fotoğrafla birlikte paylaştığı satırlardan bazı bölümler aktaracağım:

“Bir zamanlar ‘öğretmen fabrikası’ olarak nam salan ve yöre insanının okumak için can attığı CİLAVUZ Köy Enstitüsü’nün devamı niteliğindeki o okulda okumak nasip olmasa da yönetici olarak görev yapma şansı ve imkanına kavuştuğum için tarif edilemez bir mutluluk duymuştum.

Gümüşhane, Erzincan, Erzurum, Kars, Ağrı, Muş ve diğer bazı illerden sınavla öğrenci alan okulda, 650 parasız yatılı ve Susuz İlçesi’nde de gündüzlü okuyan çokça kız ve erkek öğrencilerimiz bulunmaktaydı. Öğrencilerin ekseriyeti de yoksul ailelere mensuptu. Hepsi de terbiyeli ve zeki çocuklardı.

(...)

Benden önce okulun, beş altı ineği varken, onbeş-yirmi ineğe çıkardım. Çocuklara taze süt, yoğurt ve inek peyniri yedirerek hep mutlu oldum. Şahsen, evimde yediğim yemek kalitesinde yemekleri bol kepçeden verip aç kalmamalarına dikkat ettim.

Okulun yıllarca atıl halde bekletilen tarlalarına, yörenin en çok sevilen ‘Ordu-Aybastı’ patatesini mevcut hizmetliler ve öğrenciler vasıtasıyla ektirip, onlarca ton patates elde ederdik. Ruslardan kalma tarihi yeraltı soğuk hava depolarında kış boyunca güzelce muhafaza ederek öğrencilere her türlü yemeğini yaptırdık.

Oldukça büyük başarılara imza attık. Üniversitelere çok sayıda öğrenci yerleştirdik. Çok sayıda hukukçu, doktor, mühendis ve diğer değişik mesleklerden öğrencimiz oldu.”

★★★

Yüksel Yeni bizim okul müdürümüzdü. Anlayacağınız yazısında söz ettiği öğrencilerden biri de bendim. Artık haberi olduğunu varsayarak ve affına sığınarak yazıyorum: Biz kendisine “Reşo” ismini takmıştık. Hep Reşo diye andığımızdan, yıllar sonra iletişim kurana dek adının Yüksel Yeni olduğunu dahi unutmuştum.

Aşırı disiplinli ve sert mizaçlı bir yöneticiydi. Yazısında Benim sıkı kontrol ve denetimim, bir elin parmağını hiç de geçmeyen yaramaz öğrencileri rahatsız ettiyse de çoğunlukla öğrencilerin yüzlerindeki tatlı tebessüme ve candan teşekküre dönüşüyordu!” demiş.

Oysa o anlarda arkadaşların yüzünde tatlı değil acı bir tebessümün kaldığına çok şahitlik etmişimdir. O arkadaşlardan biri de şu anda psikiyatrist olan sevgili kuzenim Serhat Yahşi’ydi. Çok çalışkan bir öğrenci olmasına karşın o acı tebessümü Serhat’ın yüzünde de sık sık görmüştük. Ya babam öğretmen olduğundan ya da “yaramaz bir öğrenci” olmadığımdan ben o hissi şahsen hiç deneyimleyememiştim.

Şimdilerde ne zaman yatılı okuldan arkadaşlarla buluşsak, “Reşo bir gün...” diye başlayan cümleler kurar, o zamanlar zor olan ve acı görünen o “sıkı kontrol ve denetim” anlarından gülerek söz ederiz. Sohbetleri de genelde “o disiplin sayesinde o kadar çok üniversite kazanan oldu” yorumuyla tamamlarız.

O silik fotoğrafta var mıyım bilmiyorum ama (belki siz bulursunuz) o tarlada o şekilde çalıştığımı, patates çapaladığımı anımsıyorum. O ineklerin tutulduğu ahırda nöbet tutmuşluğum da Ruslardan kalma o depolardan patates alıp yemekhanenin mutfağına taşımışlığım da gece 54 kişilik koğuşta soba sönmesin diye iki saat nöbet tutmuşluğum da vardır. Kendi fırınında pişirilmiş ekmeği, öğrencilerine sıcak sıcak servis edebilen, kendi tarlasında yetişmiş patatesle yemek yapabilen okul var mıdır şimdilerde?

O okulda bunlar mümkündü.

O canımızı sıkan acı tebessümlerin çoğu unutuldu gitti ama çoğu sürgünle gelen öğretmenlerimizin ve yöneticilerimizin bize kazandırdıkları, yol göstermeye devam ediyor. Hepsine minnet ve şükran borçluyuz.

★★★

Şans eseri, bu fotoğraf paylaşıldıktan bir gün sonra Kars’taydım ve okulumuzu ziyaret etme fırsatı buldum. Koğuşlarımızı dolaştım, yemekhaneye, spor salonuna, dersliklerin olduğu binaya girdim. İlk gençlik yıllarım, arkadaşlarım Hababam Sınıfı filmi gibi gözlerimin önünden geçti.

Ancak artık Yüksel Yeni’nin anlattığı okulun yerinde yeller esiyordu. Fırın da ahır da yoktu. Sinema binası yıkılmış, yatakhanelerden biri başka bir okula verilmiş. Büyük öğrenciler bizi büyük futbol sahasına almadığında top koşturduğumuz küçük sahaya bir başka okul kondurulmuş. Geriye bir derslik binası, bir pansiyon binası, bir yemekhane ve spor salonu kalmıştı.

Ne yalan söyleyeyim, değişmeyen tek şey idealist öğretmenler ve okul yöneticileriydi. Onlar da canla başla kıt kanaat imkanlarla okulu ayakta tutmaya, öğrencilere en iyi eğitimi vermeye çalışıyorlardı.

★★★

Her zaman söylerim: “Onarmayı bilmiyorsanız bozmayın.”

Ne yazık ki son 20 yılda eğitim sistemimiz ideolojik kaygılarla bozuldu ve sorumluları nasıl onaracaklarını bilmiyor.

O günlerde bize aşırı disiplinli gelse de çok şey kazandığımız yaşayarak öğrenme ortamından, ne yazık ki sadece fotoğraflar kaldı yadigar...