Memlekete kar yağdı ya ben yine derin bir “geçmişe özlem”
duygusu yaşamaya başladım.

O yüzden bugün ne ekonomi, ne siyaset, ne dış politika yazacağım.

Sizi çok uzaklara, karla kaplanmış masumiyet istasyonundaki sıcak bir köy evine götüreceğim.

Hep söylerim: Dışarıda buz gibi bir hava, kar tipi boran varken, kalın taş duvarlı köy evinin tek göz salonunda sobanın başında oturmak gibisi yoktur.

★★★

75 santimlik duvarda, dış tarafı naylonla kaplanmış, çerçeveleriyle cam araları kahverengi macunla doldurulmuş pencereler bir çeşit sinema perdesidir.

Ekranda ise bir filarmoni orkestrası vardır: Doğa Ana.

Çaldığı hayat senfonisidir.

Kulaklarda uğuldayan tipi, nefesli çalgıların şahıdır.

Penceredeki naylona çarpan sertleşmiş kar taneleri, ana ritmi belirler.

Alüminyum çubukları rüzgarla dans eden eski televizyon anteni, sesi en çok duyulan vurmalı çalgılardandır. Ona sağa sola çarpan metal ve ağaç parçalarının sesi eklenir.

Söğüt ve huş ağaçları rüzgarda salınırken birbirine sürtünen dallar yaylı çalgılardır.

Hepsini birden duyduğunuz o an kreşendosudur senfoninin.

★★★

Tam zirveye vardıktan sonra derin bir sessizlik olur.

O tipiyi yaratan basınç bir süreliğine kaybolur. Bir dinginlik olur, uğultu kesilir.

Sallanan anten çubukları sessizliğe bürünür (Yüksek bir dolabın üzerine konulmuş regülatörlü siyah beyaz televizyonun ekranındaki görüntünün düzelmesinden de anlarsınız bunu).

Sabitlenen metal ve ağaç parçalarıyla söğüt ve huş dalları büyük bir sessizlik içindedir.

O sessizliği tipi sırasında çatıyla duvar arasındaki merteklere tüneyen bir serçenin sesi bozar. Bir ses daha. Bir ses daha. Daldeye (korunaklı bir ağaca) sığınmış bütün serçeler kanat çırparlar aynı anda. Hayattaki (bahçe) ot yığınının etrafında beslenme zamanıdır. Diğer nefesli enstrümanlardır bunlar.

Onlara bir yanı nar gibi kızarmış sobanın içinden gelen alev çıtırtıları ve sobanın üzerindeki büyük kazanda kaynayan aşın fokurtuları katılır.

Ortamdaki o sakinliğin kaynağı adagiosudur senfonin.

★★★

Hava sakinleşmişken sobaya atmak için dışarıdan tezek almak için çıkar biri. Ayak seslerine karışmış bir ses daha duyarsınız. O sesin sahibi menteşeleri yağlanmamış dış kapıdır. Orkestranın kontrbasıdır. Bir daha duyarsınız o sesi. Bu kez evin anası çıkmıştır. Kilerden sarı yağ ve soğan almak için gitmiştir. (Benim doğduğum topraklarda yemekler sarı yağsız yapılmaz. Kadınların en büyük dedikodu konusudur yağın türü. Bir kadına yöneltilebilecek en büyük hakaret, yemeği nebati yağla yapmasıdır.)

Devreye o sırada sobanın üzerinde ısıtılan tava girer. İçine atılan yağın çıkardığı ses, ritmi yeniden yükseltir. Soğanların arasında dolaşan, zaman zaman tavaya çarpan tahta kaşık yeni vurmalı çalgıdır.

Tavanın içindekine “anıx” denir. Yan tarafta fokurdayan yemeğe eklendiği an final kısmına geçilir.

Final ise kalabalık bir sofranın etrafında yenilen yemekle, söylenen türkülerle, mutluluktan atılan şen kahkahalarla yaşanır.

★★★

Sanırım, en zor zamanlarda dahi bir huzur adası bulup mutlu olma, hayatın tadını çıkarma iyimserliğimi, çocukluğum boyunca karşılaştığımız zorlu koşullar arasında sıkça dinlediğim o büyük senfoniye borçluyum.

O yüzden bu cumartesi sabahı, iktidarın bize reva gördüğü nebati yağla yapılmış bir yemeğe benzeyen günleri düşünmek ve sergilenen illüzyonlarla sizin kafanızı şişirmek yerine eski günlere kısa bir yolculuk yapmak ve onu da sizinle paylaşmak istedim.

Dilerim, son zamanlarda Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin gözlerinin içine baktıkça parça parça kaybettiğimiz o iç huzuru, bir nebze olsa da hissetmişsinizdir.