Türkiye ile Katar arasında bir mektup alışverişi oldu. Mektubun başlığı aynen şöyle:

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubu”.

Mektup 19 Ekim 2019 günü Ankara’da imzalanmış.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 7 Ocak 2020 günü mektubu, Anayasa’nın 90. maddesi gereğince kabul edilmesi için TBMM’ye sevk etmiş.

Mektubun TBMM’de kabulü için gerekli kanun teklifi 17 Ocak 2020 günü TBMM’nin gelen evrak dosyasına kaydedilmiş. Aynı gün TBMM Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı’na ulaşmış.



 

TBMM Başkanı Mustafa Şentop kanun teklifini 21 Ocak 2020’de esas komisyon olarak TBMM Dışişleri Komisyonu’na, tali Komisyon olarak da İçişleri Komisyonu’na sevk etmiş.

★★★

Baştan sona okudum.

Gerçekten ortada “anlayan beri gelsin” dedirten bir mektup ile bu mektubun kabulüne ilişkin bir kanun var.

Mektupta böyle bir ifade yok ama mektubun kabulüne ilişkin kanunun gerekçesinde mektubun 2022’de Katar’da yapılacak Dünya Kupası’yla ilgili olduğu yazıyor.

Mektuptaki tek somut ifade ise mektubun 5 yıl geçerli olacağına dair.

Gerisi tam anlamıyla muğlak.

Mesela mektubun girişinde Türkiye ile Katar’ın bazı hususlardaki anlaşmasının “iki ülkenin ev sahipliği yaptığı büyük çaplı organizasyonlar ve bu organizasyonların gelişmiş ve açık toplumlar yaratmadaki etkileri ışığında” gerçekleştiği vurgulanıyor.

Katar’la büyük çaplı organizasyonlarda iş birliği yaparak ne tür bir “Gelişmiş ve açık toplum” yaratacağız çok merak ettim.

Mektubun amacı birinci maddede anlatılmış. Aynen aktarıyorum:

“İşbu niyet mektubu, büyük çaplı organizasyonların güvenlik ve emniyetinin sağlanmasında hedef alanlarındaki pratik uygulamalarda deneyim paylaşımında bulunma konusunda ilgili kurum ve kişilerin desteklenmesi ve geliştirilmesine yönelik yeni ufuklar açmayı amaçlar.”

Yanlış okumadınız “ufuk açmaktan” söz ediyor.

Ufku açılacak olan ya da ufku açacak olan ülkenin hangisi olduğu belli değil.

Diğer taraftan, mektupta da ilgili kanunun gerekçesinde de yapılacak iş birliği somutlaştırılmıyor.

Mesela “terörle mücadele” diyor ama bu alanda nasıl bir iş birliği yapılacağına dair tek kelime yok.

Mesela tarafların büyük çaplı organizasyonlara ev sahipliği yapılmasına ilişkin “işbirliğinden”, “deneyim paylaşımında bulunmasından”, “saha çalışmalarına katılım sağlanmasından” söz ediyor.

Ancak “Türkiye Katar’a polis gönderecek” diye bir ifade yok. Mektuptaki ifadeler “Katar Türkiye’ye polis gönderecek” diye de yorumlanabilir.

On yıllardır dış politika gazeteciliği yapıyorum. Daha böyle bir iyi niyet mektubu metni görmedim.

Anlaşılan, devletimizde artık “Anlaşma Katar’laysa içine ne yazarsanız yazın” anlayışı hakim olmuş.

Anlayan beri gelsin!

Küçük bir not: AK Parti iktidarı 2004 yılından itibaren Polis stadyumları özel güvenlik teşkilatlarına devretmiş, bununla da uzun süre övünmüştü. İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde stat güvenliğinin özel güvenliğe devredilmesinin Avrupa Birliği üyelik süreciyle de uyumlu olduğu yazıyor. Ülkemizde özel güvenliğe devredilen bir işi Katar’da Türk polisine yaptırmak biraz tuhaf olmayacak mı?

“Risksiz sigortacılık” mağduruyum!


Köşe yazarlığına başladığım günden bu yana hiçbir zaman kişisel bir sorunumu yazmadım. Ancak, benim gibi binlerce insanın başına geldiğini düşündüğüm için bugün Anadolu Sigorta ile yaşadığım bir sorunu yazacağım.

Doğan Medya Grubu’nda çalıştığım yıllarda şirket, biz çalışanlarına Anadolu Sigorta’dan sağlık sigortası yaptırmıştı. Yıl 1999’du.

2000’li yıllarda bende bir hastalık peydahlandı ve adeta kronik hale geldi. Haliyle muayene ve tedavi giderlerim yıllarca o sigorta şirketi tarafından karşılandı.

2018 yılının Ekim ayında Hürriyet’ten atılınca, Anadolu Sigorta’ya başvurup, kurumsal sigortamın bireysel olarak devam etmesini istedim.

19 yılın sonunda ne yaptılar biliyor musunuz?

O hastalığı “kapsam dışı” bıraktılar. Neymiş efendim “evrensel sağlık kapsamına” girememişim.

Ben de hakkımı aradım. Kavga gürültü derken bana “jest” yapıp, “peki kapsam dışı olmasın, size o hastalık konusunda 10 bin TL limit koyalım” dediler.

Bu yıl sözleşmeyi yenilerken “Aradan üç yıl geçti, pirimler yükseldi, hastane maliyetleri yükseldi, limiti de artırın” diye başvurdum.

Ne cevap geldi siz tahmin edin.

Sigortacılık riski göze almayı gerektirir. Ülkemizde ise sigorta şirketleri kendileri için “sıfır risk” peşinde.

Anadolu Sigorta biliyor ki 19 yıl sonra “kılıfına uydurarak” yarattığı mağduriyetin hesabını kimse sormaz, 22 yıl prim ödemiş bir müşteri de kendilerini kolay kolay bırakamaz.

Tüketicinin bu kadar çaresiz bırakıldığı başka bir sektör var mıdır?

Bu fırsatçı zihniyete yazıklar olsun!