Yılı hatırlamıyorum. Büyük ihtimalle ilkokul dördüncü sınıftaydım. Çoğu beşinci sınıflardan oluşan Atatürk İlkokulu takımındaydım. Okullar arası bir bilgi yarışmasındaydık.

Hepimizin üzerinde siyah önlükler, beyaz yakalar. Saçlarımız üç numara. Benim kulaklar kepçe. Sürekli akan burnum kırmızı.

Bütün sınavlarda soruyu okuduktan sonra burnumu çeker, sonra cebimde annemin özenle katlayıp koyduğu bez mendil olduğu halde, önlüğümün koluyla burnumu siler ve cevabı yazardım. Birçok arkadaşım bu özelliğimi bilir ve “burnunu sildi, cevabı biliyor” diye takılırdı.

Başa baş geçen yarışmada son soruydu. Sorunun alanı Fen Bilgisi’ydi.

Binalarda kullanılan elektrik tesisatının güvenliğini sağlayan cihazı sormuşlardı.

Öğretmenimizin o konuyu girişteki saat ve üzerindeki sigortayı göstererek anlattığı günü anımsadım. Sayacın üzerindeki seramik bir kapağı bükerek çıkarmıştı. İçinde huni gibi bir başka parça vardı, sivri ucu da yuvarlak arkası da metaldi. O parçayı önce boş taktı. Ampullere artık elektrik gitmiyordu.

Sonra o parçayı yeniden çıkardı. İnce bir teli alıp bir ucunu sivri taraftaki metale sardı. Diğer ucu arkadaki metalin üzerine yaydı. Sonra seramik kapağa yerleştirip yerine taktı.

Elektrik yeniden geldiğinde çoğumuz mekanizmanın nasıl işlediğini anlamıştık.

O anları anımsayınca gayri ihtiyari burnumu çektim. Kolumu burnuma götürdüm, takım arkadaşlarım bana bakıyordu. Biri “cevap geliyor” dedi. Hepsi bana yaklaştı.

“Sigorta” dedim. “Emin misin” dedi yanımdaki Ağrılı arkadaş. “Evet” dedim.

Rakip takım kağıda “Saat/sayaç” yazmıştı.

Hakem “Doğru cevap sigorta” deyince sevinçten havaya uçmuştuk.

Bizim için kolay bir soruydu.

Çünkü öğretmenlerimiz bize sadece sigortanın ne olduğunu değil, attığında nasıl tamir edileceğini dahi öğretmişti.

★★★

Ne zaman öğretmenlik mesleğinin ne denli önemli olduğunu düşünsem aklıma o “sigorta” sorusu geliyor.

“Sigorta” deyince de ülkenin sigortası olduğuna inandığım öğretmenleri düşünüyorum.

Cumhuriyet dönemimizin ünlü edebiyatçılarından Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın bütün çiçekleri” şiirinde anlattığı, kayaların diplerinde yetişen çiğdemlere benzeyen, yalnızlıkla açan, yoksul ve savunmasız köy çocuklarını alıp, ülke yöneten, fabrika kuran, uçak yapan, insan hayatını kurtaran, canımızı, güvenliğimizi emanet ettiğimiz yiğit evlatlara dönüştüren o öğretmenleri...

AK Parti iktidarının ülkeye verdiği en büyük zarar, öğretmenlik mesleğini getirdiği noktadır.

Ülkede on yıllardır okul dışında öğretmenler atama, okul içinde öğrenciler ise öğretmen bekliyor.

Bir dönem özel okulların ve dershanelerin kurduğu “sözleşmeli öğretmen” sömürüsü, artık bizzat Milli Eğitim Bakanlığı’nın yöntemine dönüşmüş durumda.

Öğretmenlikte devlet memuriyeti güvencesine kavuşmak için öyle zor şartlar getirilmiş ki devlet öğretmene adeta “işinize gelirse, dışarıda onbinlerce atanamayan öğretmen var” diyor.

İstisnaları elbette vardır ama okul yöneticileri liyakatle değil tamamen biat durumuna göre belirleniyor. Yetkili öğretmen sendikası, meslektaşlarının haklarını savunmak yerine teşkilat ve okul yöneticilerini belirleme derdine düşmüş.

İşsizlik ve geçim derdi girdabına düşmüş öğretmenden, ne kadar idealist olursa olsun, mucize bekleyemeyiz. Eğitim sistemi de zaten AK Parti’nin ideolojik kaygıları yüzünden kevgire dönmüş vaziyette. Bunun doğal sonucu ne biliyor musunuz?

Fırsat eşitsizliği!

Kansu’nun şiirinde söz ettiği o yalnız, yoksul, güzel kokan kır çiçeklerinin, yani köy çocuklarının büyük kentlerdeki kolej öğrencileriyle aynı sınavlarda rekabet etme şansı her geçen gün biraz daha azalıyor.

Eğitim ülkenin, öğretmen de eğitimin sigortasıdır ve o iki metal uç arasındaki ince tel kopmuştur.

2023’te, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının başlarında ülkeyi her kim yönetecekse, işe o atmış sigortayı tamir ederek başlamalıdır.

Gerisini, özgür, bilimin ışığıyla Atatürk ve yol arkadaşlarının bıraktığı ilkelere inanmış öğretmenler halledecektir.

★★★

Müsaade ederseniz, yazımı Ceyhun Atuf Kansu’nun, 1949’da Afyon’un Dinar ilçesi, Sütlaç Köyü’nde 24 yaşında can veren idealist köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın ölmeden önceki son sözlerinden esinlenerek yazdığı şiirden iki bölümle bitirmek isterim:

“Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Bütün çiçeklerini getirin buraya

Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,

K aya diplerinde açmış çiğdemlere benzer

Bütün köy çocuklarını getirin buraya,

Son bir ders vereceğim onlara,

Son şarkımı söyleyeceğim,

Getirin, getirin, ve sonra öleceğim

★★★

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,

Kaderleri bana benzeyen,

Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları

Geniş ovalarda kaybolur kokuları...

Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri

Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,

Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.”

ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!