Türkiye inanılmaz bir dönemden geçiyor. Herhangi bir alanda (siyaset, güvenlik, sanat, spor vs.) gücü eline geçiren, kendisini çoğunluk mensubu hisseden herkes her zaman haklı olduğuna inanıp, “öteki” ilan ettiğine her şeyi yapabileceğini sanıyor. İşte size bazı örnekler:

- Filenin sultanları, olimpiyatlarda ve Avrupa’da adeta destan yazdı. Her bir oyuncu, dişiyle tırnağıyla mücadele etti. Kendilerini her şeyin üzerinde ve her zaman haklı gören o “çoğunluk” ne yaptı? Kadın voleybolcuların kıyafetlerine, Ebrar Karakurt’un arkadaşıyla çektirdiği fotoğrafa saldırdı. Bunu yaparken, o muhteşem sporcuların başarılarını, hayallerini, azmini, yeteneğini umursamadılar. Çünkü onlar “çoğunluktaydı” ve her zaman “güçlü ve haklı”ydı!

- Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde garip bir olay yaşandı. “En iyi kadın” ödülü, oyuncu Nihal Yalçın’a verildi. Yalçın sahneye çıktı ve konuşmaya başladı. O sırada, ödülü verecek olan oyuncu Tamer Karadağlı, arkasında tuhaf mimikleriyle dikkat çekmeye başladı. Bununla da yetinmedi, hızlı adımlarla henüz konuşmasını bitirmeyen Yalçın’a yaklaşıp ödülü verdi. Yalçın da haliyle “sus mu diyorsunuz” diye tepki gösterdi. Tepkisinde haklıydı, zira ödül vermenin de bir adabı vardı. Karadağlı başta pratik zekasını gösterdi, “ödülünüzü alın yukarı kaldırın öyle konuşun diye verdim” dedi. İş orada kapanabilirdi ama kapanmadı.

Çünkü, Yalçın’ın konuşmasına yönelik tahammülsüzlüğünü yansıtan, “boş konuşuyorsun” der gibi şekillenen mimiklerine gelen eleştirilere yanıt verirken olayı başka yerlere çekti. Nihal Yalçın’ın Demirtaş’a destek mesajı atmasından girip, kendisinin “Türk milliyetçisi” olmasından çıktı. Hatta bir yayında “Bu ülkenin askerine, bayrağına sahip çıkan bir adamım. Ben böyleyim” dedi. Ne alakası var arkadaş?

Bu ülkenin askerini, polisini seviyor, bayrağına sahip çıkıyor olmak, size başkalarına her türlü saygısızlığı yapma hakkı mı veriyor?

Ben de bu ülkenin askerini, polisini seviyorum. Ben de Nazım’ın deyişiyle bu ülkenin bir gram toprağı uğruna vücudumuzdaki 20 kilo kanı dökmeye hazırım. Ancak bu durum o gün orada yapılanı yanlış bulmama engel değil.

Karadağlı, “yaptığım yanlıştı” deyip geçebilecekken işi buralara taşıdı. Çünkü kendisini iktidarın ve güçlünün yanında konumlandırmıştı ve her zaman “güçlü ve haklı”ydı!

- Türkiye, Formula 1’e ev sahipliği yaptı. Gerçekten dünyanın ilgi gösterdiği prestijli bir organizasyon. Salgına rağmen büyük ilgi gördü. Ancak organizasyonda ciddi sorunlar yaşandı. İstanbul trafiği zaten sorunluydu. Bir de pistin çevresindeki yollarda yapılan VIP düzenlemesi işi iyice zorlaştırdı. Dış otopark, resmen hazır değildi ve kaotikti. En vahimi ise binlerce insan için uygun görülen çıkışın sırayla geçilmesi gereken iki üst geçit olmasıydı. Bu duruma rağmen Intercity Yönetim Kurulu Başkanı Vural Ak sosyal medyada şu mesajı paylaştı:

“Sorumlu davranıp erken geliceksin Paşam... İnsanlara saygılı olacak, Sirani bekleyeceksin. Ederinin çok altında bi paraya aldığın biletinle herseyi satin aldigini zannetmeyeceksin.bir mesajla ayagina limuzin gondermemi mi istersin. Otoban trafiğini biz ne yapalım..insaf”

Bu mesajın hangi tarafını düzelteyim ben? İmla kurallarını mı, noktalama işaretlerini mi yoksa o üstenci çirkin üslubu mu? Şu fotoğrafa bir bakın:



Bu fotoğrafta görünen insanlara saygılı olup sıra beklemekle çözülebilecek bir sorun mu? Başkanın “ederinin çok altında” dediği fiyatlara gelince: En ucuz bilet 300 TL.3 bin TL’lik, 4 bin TL’lik biletler var. Asgari ücretin 2800 TL olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Oraya gelenler her şeyi satın almıyorlar elbet ama biraz saygıyı da hak ediyorlar değil mi? (Bu arada Vural Bey’e “şey”in her zaman ayrı yazıldığını anımsatmak isterim)

Vural Bey, “Kusura bakmayın, bir dahaki sefere hiçbirini yaşamayacaksınız” diye insanların gönlünü alabilecekken bu üstenci tavrı seçmiş. Çünkü kendisini oturduğu koltuğa uygun gören o büyük güce güveniyor ve kendini hep “güçlü ve haklı” hissediyor!

- Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Mısra Sapan, katıldığı bir protesto gösterisinde gözaltına alındı. Gözaltı bittiğinde gözü morarmış, hırpalanmış, bedeninde morluklarla dolu bir haldeydi. Sivil polislerin özellikle yüzüne vurduğunu, yere düşünce tekmelendiğini söyledi. Polise sorsanız, eylemciler kendilerine mukavemet etmiştir. Bakanlığa sorsanız, onlar teröristtir, anarşisttir.

Böyle bir tablo karşısında kimsenin çıkıp “genç bir kadına kötü muamele olmuş, kusura bakmayın” demesini bekliyor muyuz?

Tabi ki hayır. Çünkü mağdurlar “öteki”, yapanlar ise her zamanki gibi “güçlü ve haklı”!

★★★

TÜGVA meselesi de vardı ama yer kalmadı (bu konuya ayrı bir yazı yazacağım). Haklının güçlü olduğu değil, güçlünün her zaman haklı göründüğü bir dönemden geçiyoruz. Ancak hiçbir şüpheniz olmasın, filmin sonunda hep haklılar kazanıyor.