Yukarıdaki resim 1885 yılında ünlü Hollandalı ressam Vincent Van Gogh tarafından yapılmış. Halihazırda Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nde sergileniyor.

Tablonun ismi “Patates Yiyenler”.

Dikkatli bakıldığında, muhtemelen akşam yemeğinde, tek bir ışık kaynağı altında yemek yiyen beş kişilik ailenin masasında sadece çay ve patates olduğu görülüyor.

Ünlü ressamın resmettiği bu manzara, aslında patates geldikten sonra yüz yıllar boyunca Avrupa’daki milyonlarca evin ortak manzarası olmuştu.

Kayıtlar, patatesin ilk kez Peru’da Ant Dağları’nda İnka medeniyeti tarafından yetiştirildiğini, Chumba denilen bir yöntemle dondurulup, kurutulup saklandığını gösteriyor.

İspanyol kaşif Pizarro’nun 1531’de Peru’ya ayak bastıktan sonra patatesi keşfetmesi uzun sürmemiş. O andan itibaren hızlı büyüyen, kolay saklanabilen, doyurucu, besleyici bir bitki olan patates, keşif gemilerinin ambarlarını doldurmaya başlamış.

Bu sayede tayfasını daha uzun süre doyurabilen kaşif kaptanlar, denizde daha uzun kalmayı ve daha daha uzağa gidebilmeyi başarabilmiş.

★★★

Patatesin insanlık tarihine etkisi keşiflerle de sınırlı kalmamış.

O büyük keşifler sayesinde 16. yüzyılda hüküm süren İspanya İmparatorluğu, İtalya’nın Po Ovası’ndan başlayarak geniş coğrafyalarda patatesin yetiştirilmesinin önünü açmış.

Haliyle, Avrupa’da yaşayan geniş ve yoksul kitleler, buğday, yulaf ve arpa kıtlıklarında karınlarını patatesle doyurmaya başlamış.

Patatesin bir ulusun varlığını sürdürebilmesi için temel besin olduğuna dair çok örnek vardır.

Örneğin, 17. yüzyıldan itibaren İngiltere karşısında mücadele veren İrlanda halkının en önemli dayanağı geniş patates tarlaları olmuştu.

Aynı şekilde, Avrupa’daki son din savaşı sayılan 30 yıl savaşlarında (1618-1648) hem askerler, hem yoksullaşan köylüler, açlığın esaretinden de patates sayesinde kurtulabilmişti.

18. yüzyılda Fransa kraliçesi Maria Antoniette’in “Ekmek bulamazlarsa Brioche yesinler” dediği Fransız halkı (bazılarınca “pasta” olarak çevrilen) Brioche da bulamadığından patates yemeyi sürdürmüş ve patates Fransız devrimini yapan yoksul halkın en önemli besin kaynağına dönüşmüştü.

Bir başka örnek de yine 1756’da Avrupa’nın göbeğinde başlayan ve tam yedi yıl süren savaşlardı. Fransa, Avusturya, Rusya, İsveç ve İspanya’nın sıkıştırdığı Prusya’da hem halk, hem ordu patates sayesinde kıtlıkla baş edebilmişti.

★★★

İnanmayacaksınız ama patates Avrupa’da 16. yüzyıldan 19. yüzyıl sonuna dek en az gümüş ve altın kadar kıymetli bir varlığa dönüşmüştü.

Bugün dünyada yaklaşık 18 milyon hektar alanda 368 milyon ton patates üretiliyor.

“En büyük pay, yüzde 25 ile Çin’e ait” dersem şaşırmaz ve patatesin hâlâ yoksul halk kesimlerinin temel besin kaynağı olduğunu görürsünüz herhalde.

Çin’i yüzde 13 ile Hindistan, yüzde 6 ile Rusya ve Ukrayna izliyor.

Türkiye’nin dünya üretimindeki payı yüzde 1.24 ve (yaklaşık 5 milyon ton olan) bu miktar Türkiye’yi patates üreticiliğinde dünya 19’uncusu yapıyor.

İnanmayacaksınız dünya ortalaması dekarda 2 bin 121 kilo iken Türkiye’de dekardan 3 bin 348 kilo ürün alınabiliyor. Yani aynı büyüklükteki araziden Türkler 1.5 kat daha fazla ürün alabiliyor.

★★★

Peki ben bütün bunları neden anlattım?

Tabii ki patatesin Türkiye’de yaşayan insanlar için bir kez daha “kurtarıcı” olmasından dolayı.

“İnsanlar” derken hem yoksul halk kesimlerini, hem iktidar partisi mensuplarını kastediyorum.

İktidar daha geçen ay uzaya gitmeye, 30-40 milyar dolarlık “Kanal İstanbul” projesine kazma vurmaya hazırlanıyordu.

Ancak bu hafta üreticinin elinde kalmış patatesi Toprak Mahsülleri Ofisi aracılığıyla satın alıp törenle yoksul ailelere dağıtmak zorunda kaldı.

Anlayacağınız bir kez daha “Hayaller Mars, gerçekler yoksula ücretsiz Patates” durumu yaşadık.

Patatesin 1531’de İspanyol kaşif Pizarro’nun keşif gemilerine yüklenmesiyle başlayan “kurtarıcılık” hikayesi, yaklaşık 500 yıl sonra 2021 yılında Türkiye’de devam ediyor.

Bakalım Van Gogh’un 1885’te Hollanda’da yaptığı “Patates yiyenler” tablosunun bir benzerini Türkiye’de 2021’de hangi ressam yapacak?