Bendeniz tekdüze yaşayan, sıkıcı rutinleri olan, işkolik biriyimdir. Yaklaşık 27 yıldır gazeteciyim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki bu süre boyunca işim gündelik hayatımın hep önündeydi.

Öyle bırakın “akşamları çıkayım, arkadaşlarla iki tek atayım” diyebilmeyi, sosyal içici dahi olmayı başaramadım.

Hatta neredeyse tam bir Yeşilaycıya dönüştüm.

Sigaradan nefret ettim. Askerde, bir mıntıka temizliği sırasında süpürgeyle faraşa aldığım izmariti, elimle alıp çöpe atmamı isteyen komutanla “kanunsuz emir” tartışmasına girdim.

Alkol alıp şöyle çakır keyif olmak, aşk şiirleri yazmak, Ertuğrul Özkök ağabeyle şarap konusundaki uzmanlığımı yarıştırmak isterdim ama şu pankreas denen illet 25 yaşımdan bu yana buna fırsat vermedi.

O yüzden “Ailen dışındaki rutinini özetle” deseniz, “İş, sıkıcı Ankara gündemi, kitap okuma, resim yapma, film izleme” der geçerim.

Büyük bölümü işle ev arasında geçen hayatımı geçmişte konser, tiyatro, sinema, sergi gibi kültürel etkinliklerle renklendirirdim ama korona salgınıyla mücadele önlemleri onu da elimizden aldı.

★★★

Geçen hafta sonu bu sıkıcı rutinden kurtulmak için hayatımın en büyük çılgınlığını yaptım.

Kendime inanamadım ama Cuma akşam uçağıyla Ankara’dan Bodrum’a gidip, Cumartesi sabah 09:50 uçağıyla döndüm.

Araya, bir sahil lokantasında akşam yemeği, muhteşem bir Jehan Barbur konseri ve daha da muhteşemi dostlarla, şen kahkahalarla dolu doyumsuz bir sohbet sığdırdım.

Jehan Barbur sahnede söyleyince fark ettim: 1.5 yıldır ilk kez canlı müzik dinliyordum. Cebimizdeki akıllı telefonlardan müzik dinliyoruz ama konserde bir sanatçıyı canlı canlı dinlemenin keyfi gerçekten başka oluyor.

★★★

Biliyorum bazılarınız “Millet aç, siz kalkıp böyle bir lüks bir şey yaşıyor, onu da utanmadan yazıyorsunuz” diye bana tepki gösteriyorsunuz. Yazdıklarım karşısında öfkeleniyorsunuz. Bunu yapmakta da haklısınız. Size sonuna kadar da hak veriyorum.

Ancak bunu neden yaptığımı şimdi anlatacağım:

Bütün öfkenizi üzerime çekecek bu detayları Ferhan Şensoy’un ölüm haberini aldıktan sonra yazmaya karar verdim.

Zira, hayatımıza renk, neşemize neşe katan büyük bir sanatçıydı Ferhan Şensoy.

Bir keresinde sahnede “incir çekirdeğine -doldurmak için- eziyet etmek” esprisini yapmıştı.

O gün, takip ettiğim siyaset aleminin ve iktidarların en iyi yaptığı şeyin bu esprili cümlede özetlendiğini anlamıştım:

Boş bir incir çekirdeğine çevirdikleri hayatımızı kendi kafalarına göre doldurmaya çalışıyorlardı ama olmuyordu. Sayelerinde incir çekirdeği kadar kalsa da hayatımız, dolmuyordu.

Ferhan Şensoy, yaşama sevincimize, neşemize göz koyanlara, kılık kıyafetlerimizle, yediğimizle, içtiğimizle uğraşanlara en iyi cevabı o espri ile vermişti.

★★★

Şensoy, kavuğunu devrettiği Rasim Öztekin öldüğünde arkasından şöyle demişti:

“Günü geldi uçtu gitti gökyüzüne. Kavuklu fotoğrafı asılı durur Ses 1885’te. Bir gün ben de uçup geleceğim gökyüzüne. Buluşuruz gökyüzünde neşeli bir meyhanede.”

Uzun süredir, insanlar sadece işlerini aşlarını değil, neşelerini de kaybettiler. Parçası oldukları sanat eserleriyle uzun süre hayatımıza renk katan, neşe katan Munir Özkul, Adile Naşit, Zeki Alasya, Tarık Akan, Kemal Sunal, Ayşen Gruda, Halit Akçatepe, Rasim Öztekin ve nihayetinde Ferhan Şensoy gibi güzel insanlar nasıl o “neşeli meyhane”de buluşuyorsa artık, bizim de (hayatımızı kendi yarattıkları incir çekirdeğine sığdırmaya çalışan dar kafalılara inat) şu kısa dünyadan göçüp gitmeden, o dost ortamlarında buluşup neşeli sohbetler yapma, inadına şen kahkahalar atmamız lazım.

Ruhun şad olsun Ferhan Şensoy, neşeli meyhanedekilere saygılarımızı ilet.