Bugün, sizi şaşırtmak niyetindeyim.

Siyaset yerine aşktan söz edeceğim.

Ancak önce, beni aşktan söz etmeye yönelten ilginç bir haberi aktaracağım:

Elazığ’ın Ağın İlçesi’nde Hastek isimli antik bir kale vardı.

Son derece dik bir yamaçta, kayalıkların arasında bulunan mağaralarda inşa edilmiş kale, mağaralar arasındaki bağlantıları, tünelleri, katlar arasındaki gizli geçişleri, havalandırmaları, aydınlatmaları ve büyük depolarıyla çok ihtişamlı bir yapıydı.



19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarında kaleyi keşfeden arkeologlara göre, Hastek de Kapadokya’daki yer altı mağaralarıyla aynı dönemde, aynı amaçlarla kullanılmıştı.

19. yüzyıla tarihlendirilmiş bulgular, Bizans İmparatorluğu’nun kontrolündeki bölgede yaşayanların Selçuklu akınları sırasında aylarca o mağaralarda saklanabildiğini gösteriyor.

★★★

İşte o kale, Ilısu Barajı suları altında kalan Hasankeyf gibi, Keban Barajı yapıldıktan sonra sular altında kalmıştı.

Ne yazık ki son yıllarda küresel ısınmanın etkisiyle Keban suları da hızla çekiliyor. Geçmişte zaman zaman en üsteki katı gün yüzüne çıkan kalenin, 8-10 yıldır ikinci katı da su yüzünde kalıyor. Bilim insanları, köylüler, sadece teknelerle gidilebilen kaleyi ziyaret ediyor.

İnanın kuraklık ve kıtlık sorunu olmasa, küresel ısınmanın belirtilerini bu kadar açık yaşamasak, bu görkemli tarihi yapının, bu önemli kültürel mirasın ortaya çıkmasından ve bir daha su altında kalmamasından dolayı çok mutlu olacağım.

Ancak kuraklığın daha tehlikeli bir durum olduğunu da bilen biri olarak Hastek Kalesi’nin su yüzüne çıkmasına sevinsem mi Keban’ın sularının bu kadar çekilmesine üzülsem mi bilemedim.



★★★

Durun, hemen “aşkla ne ilgisi var” demeyin.

Sular çekilip kalenin ikinci katı ortaya çıkınca mağaralarla birlikte kalenin sembolü haline gelen o (hüz)ünlü yazıt da beliriyor.

Arkeologlara göre Latince yazılmış o satırlarda şöyle diyormuş:

“Burada vaktiyle evlenerek memleketime getirdiğim iyi duygular taşıyan Athenais yatıyor. Bu mezarın önünden gelip geçenlerden onu bir gül ile ya da başka bir çiçekle onurlandırana tüm göksel güçler bağışlayıcı olsun. Fakat eğer bir başkası mezara zarar vermek amacıyla gelirse tüm yer altı tanrıları ona kötülük yapsın. Bunları yazan babasıyla aynı adı taşıyan Aeimaries’tir ve kısa bir hayat sürmüş olan eşini severdi. Onun babası da benimle aynı adı taşımaktaydı ve annesi Antonia da Lucius’un kızıydı.”

Belli ki Kral Aeimaries, çok değer verdiği, doyamadığı eşi Kraliçe Athenais’i genç yaşta kaybetmiş ve büyük acı çekmiş. Ölümsüz olsun diye mezarına da bu notu düşmüş.

★★★

Malum, yarın 14 Şubat, yani “Sevgililer Günü”...

Bazıları bugün ilanı aşk edecek. Bazıları sevgilisine bugün “benimle evlenir misin” diyecek. Kimileri bugün evlenecek.

Milyonlarca insan bugün sevgilisine bir hediye, en azından bir gül alacak.

İtiraf edeyim, ben  “Sevgililer Günü kapitalizmin oyunu” diyenlerdenim.

Çünkü aşkın özel günlere, hediyelere hapsedilemeyeceğine inanıyorum.

İnsan, sevince Kral Aeimaries gibi sevmeli.

O “iyi duygular taşıyan” sevgiliye duyduğu büyük sevgiyi hiç tükenmeyecek bir varlık gibi hissetmeli.

Sevgiliye bir demet gül ya da başka bir çiçek vermeyi, sımsıkı sarılmayı, daha doğrusu sevgiyi ifade etmenin bir yolunu bulmayı, her daim yaşanan, hatta ölümden sonra dahi bitmeyen devrimci bir eylem gibi görmeli.

Sevgisizliğin, öfkenin, nefretin her yanımızı sardığı şu günlerde aşka inanmak, güzel günler görme umuduna dört elle sarılmak lazım.

Mutlu, huzurlu, sevgi dolu bir hafta sonu diliyorum.